30 Ağustos 2009 Pazar

30 AĞUSTOS

Çok şükür, ağustos bitiyor..Geliyor benim güzel zamanlarım (inşllh).. Kış, rüzgar, yağmur, soğuk, üşümek, palto, eldiven....Özlemediniz mi siz de bunları? Yapraklar dökülmeye bir başlasa...Ardın dan bunlar da sökün edecek ya.. az kaldı...Bir ay gibi...Neyse...O da olur...Hayat devam eder, biz olsak da, olmasak da... Anı yazmak, ölümün elinden birşey kurtarmaktır demiş önemli birisi...Belki ben de bunu yapıyo rumdur, kimbilir..Anılar...İyisi de var hayatımızda, kötüsü de..Ben hep iyi olanları yazmaktan ya nayım...Bugünkü gibi kötüleri değil..Onları yok saymayı yeğliyorum açıkçası..Hem kendimi, hem de başkalarını sıkmanın, üzmenin ne anlamı var..Bu YOK SAYMAK aslında en güzel çare..Uzun zamandır uyguladığım bir şey...İnsanı bir nebze olsun rahatlatıyor.. Aslında bunu herkes yapmalı..Örneğin... Bugünlerde,yazarlarımız, kahraman silahşörler gibi birbirine laf sokma yarışında...Hangisi, hangisini daha çok batırırsa, kendisi sahnede kalacak, di ğeri gidecek gibi..Koskoca adamlar-kadınlar, ( evet, bayan da var bunu yapan) karalama yarışın da...Biz Türkler de , kavga seyretmeyi çok severiz ya..Zevkle okuyoruz onları..Bugün kim, öbü rüne ne demiş?..Birinciliği ben dünkü yazısıyla Tuğçe Tatari'ye veriyorum bu konuda...Olur ama bu kadarı da olmaz....Doğru mu, değil mi? ..Kendileri iyi bilir ..Bizim bunları bilmemize ne gerek var? Bu kadar karalamaca okumak insanı yaralıyor...Bir diğer konu: Bugünkü Ayşe Arman'ın Hıncal'ımla yaptığı konuşma...Olur ama bu kadarı da olmaz denecek ikinci gözüme ilişen lerden. Hoş değil..Kendi aralarında konuşmaları yeterdi..Bilmemize, bu kadarını bilmemize gerek yoktu. İşte bazen sınırı aşıyorlar demem, bundan...Ben mi biraz tutucuyum yoksa normal mi dediklerim bilemiyorum...Özgürlük evet ama başkasının özgürlüğünün başladığı yerde, onunki biter...Oku ma diyenler çıkabilir ama olmaz..Yazmışlar okurum tabii...Keşke Hıncal'ım bunları anlatmasaydı. Notunu 1 puan daha düşürsem mi acaba?.. Ne dersin Spartaküs? Akıl ver bana.. İyi geceler..

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Sabah Sabah

Güzel bir rüyanın ardından sabah erkenden gözümü açınca,daha doğrusu açmak zorunda kalınca içimi birden bir mutluluk kapladı...Tam yastığımın üstünde pencere var...Oraya iki yavru güvercin konmuş, gu gu guuu diyip konuşuyorlar...Perdenin oynamasıyla birlikte uçup gittiler.. Bayıldım kalkar kalkmaz...Şunlara ekmek parçası filan koysam gene gelirler mi acaba? diye düşündüm....Yapma Gönül dedim, alışırlar,devamlı gelirler, aşağıki komşunun ve benim pencere mi kirletirler....Temizlik yapan kadın kızar..Boşver...Vazgeçtim...Ne yapsam bilmem? Çok da tatlı idiler.. Gece geç yattım...Yatağımda kitap okuyarak ...Zar Adam..Bodrum'da almıştım, araya başka kitaplar da girdi ama o kaldı nedense...Birkaç gündür zaman ayırıp dalmaya çalışıyorum...Bayağı ilerledimse de, henüz "Olasılıksız" gibi sarmadı..Gözlerim kapanırken iyice, sayfayı kıvırıp yastı ğımın yanına koydum ve uyumaya geçtim..Lambayı kızım kapamış olmalı..Sonra gece 4 de yuka rıdan sesler..paldır küldür.. Üst katımızda oturanlar çok gürültücü insanlar...Aşağıda sanki hiç kimse yaşamıyor...Kalabalık bir aile herhalde...Bu hep böyle mi gidecek,bilemiyorum ve kızıyo rum...Uyandım tabii...Sonra kalkıp internete gireyim bakayım dedim..Çünkü dün akşam net gitti..Bağlandı diyor, ama olmuyor..Saatlerce...Ben de kitap okumaya vermiştim kendimi...Yok yine bağlanmadı..Yattım tekrar..Bu sabah güzel uyandım ya, net de gelmişti...Olaylar güzel gi dince gider...Öyle de oldu...2 yeni e-posta gelmiş...Tahminlerimden başka,apayrı iki iletiyle karşılaştım...Candan'dan gelmiş...Dedem diyor ..Hasan Abimizden bahisle...Tanımıyorum..ama ben çok sevindim..Bu ne cici torun böyle...Dedesi gibi güzel yazan bir çocuk...İlgili, sevimli...Dede sine layık..Bugün telefon edip sesini bir duyayım Hasan Abimin...Teşekkürler Candan ilgin için.. Hep böyle kal.. Bugün 12 de kızımın evine alarmcı gelecekmiş,o nedenle Erenköy'e gideceğim..Kamera gibi şey ler var ya, gören gözler..Sökecek onları, yeni eve götürüp takmak için..Bu arada benim evdeki ler de duruyor..Bu uzman kişiyi alıp çıktığım eve de getireceğim ki, onları da söküp yeni evime taktırayım..İnsan huzursuz oluyor..Yalnız, hiçbir şey yokken niye ötmeye başlar bu alarm, onu anlatamıyor uzman kişi...Sıcaklık değişimi filan diyor..Bir kere Bilkent'de günlerimiz geçerken telefonumuz çalmaya başladı..Meğer alarm çalışıyormuş...Tabii konu komşu rahatsız oluyor.. Hemen bir komşuyu aradık,çıkıp baktı,heryer kapalı dedi..Güvenemedim..Polisi aradım...5 dakikada hemen gelmişler,bütün apartmanı kontrol etmişler..Birşey yok...Sebepsiz ötebiliyor yani...Neyse, bulunması güven verici tabii... İşte böyle..İzninizle..By..

26 Ağustos 2009 Çarşamba

PANCHİTA

Michel, Zebercet, şimdi de Panchita...Gelen gidiyor bizim evden...Bir yandan iyi tabii..İş çıkarıyor lar insanın başına...Ama tuhaf olan şu: Ben ki, hiç hayvan sevmem, bu üçünü sevmişim..Öyle an ladım...Michel..Asil bir kediydi...Zebercet, mahallenin güzel kızı....Panchita, nam-ı diğer Mango ise başkasının sevgilisi...Hepsi gitti..Mango, yani Olga'nın Panchitası, şu sıralar havalimanına gidi yor olmalı...Çünkü o bugün, artık Türkiye'den ayrılıyor..Anneannenin çantasının içinde, kimsele re görünmeden İspanya'ya, anavatanına kavuşacak..Miniminnacık bebekken geldiği bu toprak tan, doğduğu ülkeye dönecek...Hoşlanacak belki..Bilemeyiz..Ama ben Panchita'tı özleyeceğim.. Olga ne zaman yurt dışına çıksa, bırakırdı onu..Alışmışım sessiz ve uykucu Panchita'ya...Gizlendi ği kuytu köşelerde ne kadar arasak bulamazdık bi türlü..Canı isteyince çıkardı ortalığa..Acaip kokulu mamasından tek tek ağzına yaklaştırırdık, o da küçücük ağzını açardı ve bi hamlede kapardı mamayı...Bazen salatalık kabuğu filan yerdi...Sevimli bir mahluktu yani...Bence en iyisi hiçbir hayvana alışmamak...İnsana dokunuyor yoklukları..Bu Gönül, nereye konacağını bilemiyor ki...Çiçeğe, hayvana, doğaya, adaya, modaya...herşeye konar..Hercai biraz...Etrafta sevilecek şey ler olunca da sevmeli yani..Sevgisiz yaşam, anlamsız olurdu...Hayvanlara duyulan sevgi ise, baş lıbaşına bir konu...O kadar fanatik, yoğun değil benimki..Az ve öz...Kendini çok fazla hayvan sevgisine kaptıranları anlamada zorlanıyorum biraz...Sanki uğraşacak başka şey kalmamış gibi.. Ne diyeyim..Öyleleri de çıkacak ki, bazı hayvanlar kendilerine güzel bir yuva bulabilsiinler.. Dünya, kendi düzenini çok güzel kuruyor...Fazla söze gerek yok..

24 Ağustos 2009 Pazartesi

OLGA ile ALAN

Nihayet evlendiler...Bir yıldan beri hazırlanıyorlardı...Kusursuz bir program akışını, böylece elde ettiler...Titiz davranarak, her noktayı düşünerek..Kolay değildi...Hem İspanya'dan, hem İrlanda' dan akrabaları geldiler..Otellerine yerleştiriler..Düğün öncesi 2 gün, Sultanahmet,Kapalıçarşı gezdirildi...Alış-veriş yaptılar..22 Ağustos cumartesi günü saat 15 te St.Antoine Kililsesine gittik.. Kilise bile süslenmişti...Uzuun bir tören oldu..Hatta trafik dolayısiyle geç kalınca "Eyvah kaçırdık" dedik..Ama gidince gördük ki, daha yeni başlanmış..Çok hoş, çok duygusal bir törendi... Bizim imam nikahlarına hiç benzemiyordu bu dini nikah..Papazın konuşmalarını anlamıyorduk, hareketleri takip ediyorduk biz iki arkadaş...Küçük kızım da yukarıda org çalıyordu konuşma sonlarında...Çalacağı parçaların sırasını şaşıracak diye korkmadım değil yani..Neyse olmadı öyle bir şey..Bir ara pırıl pırıl bir ses, o muhteşem akustiğin içinde "Ave Maria" yı söylemeye başladı.. Herkesin başı arkaya ve yukarıya döndü...Olağanüstü bir andı bence ..Çünkü birçok kişinin göz leri yaşarmıştı, tabii benim de..Tören bitti..Bahçede resimler çekildi..Yoldan geçenler durup seyrettiler..Herkes tuvaletli çünkü..Sonra, Odakule'den geçip, bekleyen servis otobüslerine binildi ve Kabataş'a gittik...Orada, iki katlı büyük bir motor hazırdı..Taa Sait Halim Paşa Yalısı na kadar, kıyıya yakın , yavaş yavaş, yalıları izleyerek gittik...İçkiler ikram edildi..Gelinin seçtiği parçaların eşliğinde, herkes dansetti... O an hayata geldiğime şükrettiğim bir andı...Çok güzeldi herşey...İskeleye yanaşırken, gelinle damat ve kızım bize el salladılar...Deniz kenarında kokteyl masaları hazırlanmıştı..Atıştırmalık şeyler...Saat 20.30 da içeri girdik..Salon da çok güzel hazır lanmıştı doğrusu....Biz Türkler 7 kişiydik...Tek masa...Diğer herkes yabancı...Hafif bir müzük eşliğinde uzun uzun yemek yenildi..Gelinle damat da rahat rahat ailelerin masasında oturdular..Gece yarısına doğru pasta..Meyveler..Bu arada içki su gibi....Herşey bitince, gece 24 olmuştu..Damadın erkek kardeşi, önceden hazırlamış anlaşılan..Dj ile beraber, aletlerin sesi sonuna kadar açık, rap tarzında bir şarkı söyledi ama şarkıyla beraber ne dans!...Hareketli, hızlı ve kıvrak..Bayıldım tabii..Dans eden erkeği seyretmeyi çok severim ya...Masadan kalkıp iyice yanaşarak baktım...Ne yetenekmiş, şaşırdım...Damat tersine çok sakin bir genç..Ondan sonra dans başladı herkese..Fırladılar...Gelinle damat da çok güzel dans ediyorlardı...Bu yabancı ların kanında var herhalde bu yetenek....Saate baktık, 1 e geliyordu...Biz ayrıldık...Arkadaşımın eşi gelip bizi aldı..Kızım kaldı onlarla...Çünkü salonda müziğe izin yok geç saatlerde..Yine motora binip dansa devam edeceklerdi...Bizim için gece sona ermişti..İstemeye istemeye oradan ayrıldık. Yaa...İşte böyle...Olga muradına erdi...Darısı, isteyenlerin başına diyelim...

21 Ağustos 2009 Cuma

HAKKI DEVRİM, kulakların çınlasın

Artık şu imla kuralları meselesini yazmak şart oldu....Neden böyle dediğimi anlatayım....Bugün, gazeteleri okuyorum...Şelale Kadak diye bayan yazar var Sabah gazetesinde....Yazısının sonlarına doğru bir yerde..."...mevzusu..." diyor...Görür görmez cinler tepeme çıkıyor böyle hataları....Siz türkçenizi bilmezseniz, bu nasıl bir gazetecilik olur allahaşkına? Ben sana nasıl önem veririm o zaman..Gözümde o insanın değeri pat diye düşüveriyor...Yaa, o kadar okul okumuşunuz, nasıl bilmezsiniz kardeşim....Mevzusu denmez, camisi denmez, bayisi denmez...Mevzuu, camii, bayii denir....(Annem) derken o e, yufka gibi yayılmaz...Öğretmenlik yaparken, sözlülerde bir çocuk böyle desin, hemen derse ara verir, hepsine tekrar tekrar söyletirdim doğrusunu...Çok kızıyo rum böyle konuşanlara..İğreniyorum yaa...O kadar yani....Hakkı Devrim bu konularda çok yazdı Radikal'de Cihannüma adlı bölgesine ( köşe değil)...Ama kimin umrunda?...TRT 2 de, Jülide Gü lizar, uzun soluklu haftalık bir dizi gibi programlar yapmıştı bir zamanlar..Türkçe dersi veriyordu açıkça....Kim dinler?...Herkes kendi konuşmasını doğru buluyor zahir....Ama hataları söylemek gerek, düzeltsinler....Susmak yanlış bu konuda...Alfabe örneğin..O ikinci a'yı uzatıyorlar...Alfaabe gibi...Yanlış...Bugünlerde yemekteyiz programında kulağıma çalınan yanlış da "bööörek"....Yahu şunu tek ö ile söyleseniz olmuyor mu? Birçok programda önemli gazeteciler de kelimeleri yanlış telaffuz ettiler, çok duydum...Olmaz bu...Konuşmayın kardeşim o zaman düzeltemiyorsan dilini.. Duymak zorunda mıyım ben bu kirlilikleri? Ne hakkın var ortaya çıkıp yanlış konuşmaya, türk çeyi katletmeye...Gençlerin harf bozmalarından bahsetmiyorum...Gençtir onlar, geçer, ileride doğru konuşurlar..Benim dediğim yaşını başını almış insanlar..Yani yaş almış ama baş alamamış lar..Kınıyorum onları ve konuşmasınlar diyorum..Hakkı Devrim' e de şikayet ediyorum..

20 Ağustos 2009 Perşembe

KOKULAR

Bu sabah erkenden kalkmak zorundaydık ya...6 da gözüm açıldı o yüzden, geç kalma korkusun dan yani...Hıncal'ımı okumadan hiçbir yere gidemem..Açtım interneti...Kıymetlim başta, hepsini okudum...Sıra Haşmet'e gelince çok şaşırdım doğrusu..Kaç gündür şu kokular mevzuunu yazmak istemiştim..Benden erken davranmış sanki biliyor gibi...Çok hoşuma gitti yazdıkları..Ne düşün düysem bu konuda, mevcut...Benim daha başka, kendi anılarıma ait kokular da var ...İyi veya kötü, her neyse....Belki birgün değinirim yine de... Sonra yediye doğru çıktık evden...40 dakikalık bir yolumuz oluyor perşembeleri...İşin kötüsü Kartal ve Pendik'te bükleri dönerken, güneş hem gözümüzün içine giriyor ve hem de yolu öyle bir parlatıyor ki anlatılmaz...Kör kör araba sürmek buna denir yani...Tehlikeli ve çok zor...İçim den demek geliyor ki, belediye, yollara koca koca şemsiyeler yapsa, güneş vuran kısımlarda.. Tüm şoförler rahat ederdi.....Akşam da aynı terane...Bu sefer, batan güneş vuruyor yollara.... Güneş gözlüğü bile yetmiyor bence...Şu yaz bir bitse....Yazı sevmeyen biri var mıdır acaba benim gibi?... Sonra, akşam olmadan, erken bitirdik işleri ve eve çabuk döndük...Çünkü, Olga'nın saç provası vardı kuaförde....Nedime olmak bu demek..Geline, herşeyinde yardım etmek gerekiyor...Ran devuları vardı kuaförde... Biz döndük ama gelinin kendisi yetişemedi randevusuna....Pederle işleri uzadığı için...Yarına kaldı o iş....Ben de bu nedenle erken kavuşabildim evime....Yarınki cuma günü, sabahtan kilisede bir prova , gelin ve damatla..Cumartesi de düğün....Gitmek iste yip istemediğimi hâlâ bilmiyorum....3 aşamalı düğün ve neredeyse sabahtan ertesi sabaha ka dar.....Bu sıcakta, gözüm pek yemiyor ama bakalım ısrarlara dayanamayabilirim... Gidersem, neler olduğunu görüp anlatabilirim..Bu İspanyol düğünü biraz değişik çünkü....Mango da, yarın sahibine kavuşacak neyse..Günlerdir mama yemiyor...Ölecek diye korkuyorum... By arkadaşlar...

19 Ağustos 2009 Çarşamba

AYLA ERDURAN

Kızım bugün Saint Antoine'a gidip tenor delikanlı ile prova yapacağı için, yine sabah erkenden gözümü açtım ve çayı koydum..O olurken, bugünkü gazetelere bi göz atmak istedim...Ayla Erdu ran'ın sahnede 2 defa yere düştüğünü okudum ilk haber olarak...Bir anda nasıl üzüldüğümü anla tamam....Sevgili Cem Mansur'un gazetede bir yazısını okumuştum .. Bu konser Topkapı'da yapılacağı için, Biret'in konserindeki olumsuzlukların tekrar yaşanmasından endişeliydi...Haklıydı tabii....Sakin ve mutlu oturup güzel bir müzik dinlemek isterken huzursuz luk yaşamayı kim ister? Üstelik bu güzelliği yaşatacak biri iseniz...Güvenlik tedbirleri alınmış... Endişeli olsa da olay gerçekleşirken,bu sefer tamamen sağlıkla ilgili bir sorun çıkmış ortaya...Bu daha üzüntü verici bir olay bence...Sevgili Ayla Erduran, medar-ı iftaharımız bir sanatçı....Ona geçmiş olsun demekten başka yapacak birşey gelmiyor elimizden...Bu tansiyon meretinin yapışmadığı kimse yok ki....Yorgunluktan olmuş...Bu kadar performans sahibi olup da, yine de çalışmak, aşırı çalışmak....Bu kişiler başımızın tacıdır bizim...Öyle bir kişiliktir işte, bu güzel mü zikleri dinlememizi sağlayan....Ah bir kıymetini bilebilsek bu sanatçılarımızın...Yıldızlar gökyüzü nü nasıl süslüyorsa, onlar da hayatımızı öyle süslüyorlar...Acil şifalar Sevgili Ayla Hanım..

18 Ağustos 2009 Salı

TELEFON

Bir işe konsantre olmuşsam eğer, kendimi birdenbire başka bir şeye adapte edemiyorum nedense....Bu bir hata mıdır, hastalık mıdır? Anlamış değilim....Bugün de tam böyle oldu..Note bookumun başında dalmışken bi yerlere, aniden telefon çaldı...Bakmadan aldım..Alo...Merhaba canııım, nasılsın,neler yapıyosun? dedi birisi....Dedi ama kim olduğunu anlamadım hemen...Tanı dın değil mi, diye de sormaz mı? E şimdi tanımadım desem ayıp olacak....Aaa, tabii tanıdım..de dim ve yalanımı da sürdürmek zorunda kaldım..o devamlı konuşuyor ama kim olduğunu çıkara cak bilgiye bi türlü ulaşamıyorum....Devamlı kafamda sesi algılamaya çalışıyorum....Yok, anımsa mak mümkün değil...Yazlıktan döndük bir süreliğine deyince, nereden demek gafletinde bulun dum..Bir garipsedi...E Şile'den tabii....demez mi? Der demez, kafam dank etti...Ses yerini buldu... Bu bizim resim hocamızdı tabii ki....O zannetti ki, tanıdım ama yazlığı nerede, unutmuşum...Ra hat allzheimer oluyor demiştir....Aaa tabii biliyorum filan dedim ama boşuna....Toparlamak mümkün değil....Ondan sonrası normal geçti konuşmanın...Kapadık....İlk görüşte durumu anlat mak ve özür dilemek zorundayım...Sonradan güle güle yerlere yattık....Ama düşünecek olursam hiç de komik değil aslında....Benim hatam...Şöyle de yapıyorum mesela..Biri bi şey söylüyor,an latıyor..Ben o anda bşka bi şey düşünüyorsam veya bilgisayardaysam, katiyen dinlemiyorum ama dinlermiş gibi yapıyor, hıı hııı diyorum...Sonrasında da, işler arapsaçına dönüyor....Dikkat eksikliği var, belli....Bundan sonra, herşeye gereken özeni göstermeye çalışacağım, önem vere ceğim...Kendi kendime söz verdim...Uğraştığım ilginç bir şeyse eğer, tam bir çocuk gibi kendi mi alamıyorum o işten...Ne ayıp! Sevgili Şevkiye Hanım, konuşmamız bana tam bir ders ol du...Özür dilerim...

16 Ağustos 2009 Pazar

ŞUNDAN BUNDAN

Pazar ya, ortalıkta henüz sükunet hakim...Odamdan arka bahçeye göz atıyordum ki, ön solu göç müş mavi corsayı gördüm...Bu binada yeni olduğumuzdan sahibini tanımıyorum..Ama genç de likanlı birden beliriverdi arkadaşıyla...Belli ki kazayı yeni yapmış, henüz heyecanını atamamış.. Elinde telefon, biriyle konuşuyor "Ataşehir sapağında oldu" diyor...İçim acıdı...Çünkü Nisanda aynı durumu biz yaşadık..Sahilyolunda kızım kaza yaptı ve 3 araba burundan birleştiler..Corsa, tam 3 ay sağ kaput bekledi, gelemedi bi türlü...Bu çocuğunki de öyle olacak, 3 ay gelmeyecek.. Ne güzel, sakin sakin gazetelerimi okur, ona buna kızarken, kazazedeyi görünce havam değişti.. Halbuki ben California Dream'le eski yıllara dönmüş, anılarıma dalmıştım..Hıncal'ım, Feliciano' dan dinlemiş canlı canlı...Biz de, sanal ortamdan aynı şarkıları bulabiliyoruz çok şükür..Bir zaman lar bu olanak da yokken ne yapıyorduk acaba? Haa, o zaman da, arkasında çift pil bağlı küçük el radyolarından dinliyorduk tabii...Öğrenciyken..Biz o zamanlar " talebeydik "....Sonradan öğ renci olduk ya...Şebeke derdik otobüslerde o zamanlar...Bir övünç olurdu bunu demek...Ne gün lermiş.....Paul Anka, Adamo, Cliff Richard, Yves Montand, Frank Sinatra, Adriano Celentano .. dinlediklerimizdi...O melodiler, ne gariptir ki hâlâ zevkle dinleniyor...Şimdilerde de zevk aldık larımız var tabii...Ama onların yeri bir başka...O başkalık, gençliğimize duyduğumuz özlemden, hasretten geliyor ne yazık ki..Gerçek bu....Olsun....Herkes aynı yollardan geçip menzile varıyor sonunda....Bazısı çabuk, bazısı geç varıyor..Ama varıyor herkes...Önemli olan geç kalmak....Kapa tıyoruz bu konuyu...Pazar pazar, ne âlemi var canım bunu konuşmanın...Neyse... Ağustosu yarıladık çok şükür...Sıcaklar ne zaman normale düşecek diye bekliyorum ben...Hiç ümit yok ama belli de olmaz...Bas Gönül klimanın düğmesine, otur yerinde..Bir Özdemir Asaf şiiri yazıp çıkayım en iyisi... Aşk kaçmaktan çok kovalamayı sever / Görmekten çok özlemeyi/ Dokunmaktan çok düşlemeyi / Ve aşk öyle haindir ki / Nerde imkansız varsa onu sever.....

HINCAL ULUÇ

Şimşek ve gökgürültüsü ile uyandıktan sonra gece, saat 4 gibi, artık uyku tutmadı sonrasında... Erken kalkmış oldum yani bu pazar sabahı...Ne kadar korktuğumu anlatamam...Gazeteler, pazar günleri ilk işim oluyor kahvaltı sonrası...Yine öyle oldu ve Sabah'la başladım okumaya..Ama araya giren ufak sapmalar var tabii..O da şöyle oluyor..Örneğin,Haşmet, bi şarkıyı göklere çıkar mıştır yazısında..Hemen google'dan onu bulup dinliyorum önce..Googleda çıkmazsa, fızy'de çıkar kesin..Bugün Natalia Clavier'den övgüyle söz ediyor..Dinledim, evet tam araba giderken dinlene ceklerden..Uygulayacağım bunu.. Ortalık haçlı seferleri havasında geldi bana..Ne bu, anlamıyorum yani...Herkes elbirliği etmişçesi ne misyoner kesildi başımıza..Size ne kardeşim..İsteyen istediğini okur...Serdar Turgut için üzgünüm....Yanlış anlaşıldı, severim onu...Ama diğerlerine ne oluyor..Kraldan fazla kralcı kesildi ler başımıza...Persona non Grata ilan ettiler Hıncal'ımı..Yapmayın beyler..Kendi işinize bakın... Halk yapıyorsa ayıklamayı, zaten bir süre sonra kavuşursunuz süt gibi limanlara...Rahatınız yerine gelir....Ekrek Dumanlı'ya bakın, ne diyor: "..Güneşi arkasına alıp ( o güneş biziz aslında) uzayan gölgesine secde eden hiçbirkişi hayatın manasına da vâkıf olamaz,temiz kalplerde iz bırakmaz..kendini bilmek, haddini bilmektir..." filan... Yanılıyorsun Dumanlı....Yüzeysel düşü nüyorsun bence....Hıncal, rafine bir insandır....Hayatı çok iyi anlamış, özümsemiştir...Şu yaşam da neyin değeri var, neyin yok, herkesten iyi bilendir....Modern sufi'dir o....Maddiyatın değil, maneviyatın önemli olduğunu anlamış ta, ötesine geçmiştir...Paraya pula da tapmaz...Doymuş tur çünkü....Bu doygunluk da onun hakkıdır....Bugüne, pat diye gelivermemiştir ki.....Hayatımız da bir tane böyle kişi de olsun yani....Yoksa hepimiz prototip, yeknesak, yavan bi şeyler olarak kalırdık doğrusu..Hiç olmazsa, o bir idol oluyor gençlere..Fena mı?

13 Ağustos 2009 Perşembe

Çanakkale'de Book Croosing

Tam 3 gün olmuş yazmayalı..İşten güçten diyecek halim yok tabii...Zaman geçiveriyor..Dün sabah 6.30 da kalktık, 7.30 feribotuna bindik adadan...Rüzgar,buz gibi esiyordu ...Yine de dışar da kaldık üşümek için..Bu rüzgarı 1 yıl bekleyeceğimizi biliyordum çünkü...Geyikli'de indiğimizde otobüsümüz hemen oracıktaydı, biniverdik..Dört firmanın otobüsü birbiriyle rekabet halinde.. Ezine'ye geldik, yarım saat mola...Sonra Çanakkale, 20 dakka mola...Yolda 2 defa daha mola.... 15 te İstanbul'da olacakken, 18.30 da ancak vasıl olduk...Daral geldi...Bu kadar çok durulur mu yollarda?...Bıktırdı yani... İlk giderken "Aşk" vardı elimde, ödünç almıştım birisinden..Kendime ait de, Knut Hamsun'dan "Göçebe" adlı roman vardı..İkisini de bitirdim kumda yatarken..Çanakkale'de, otelin kafesinde çay içtikten sonra kalkarken Göçebe'yi masada bıraktım..Amacım, book croosing...Heyhat, izin yok buna..Garson çocuk, arkamızdan koşturdu, kitabınızı unuttunuz diye.."Yok" dedim ve anlattım niye bıraktığımı..."Yaa, o zaman ben alayım bunu" dedi.."Al ama okuyup bitirince sen de bi yerde bırak" dedim..Peki dedi şaşırarak...Zevkli bir iş bu kitap bırakma..Yavaş yavaş birçok kitabıma bunu uygulayacağım.. Gelmeden bir gün önce, adanın, birdenbire ünlenen şu damla sakızlı kurabiyesinden almak için, o tek fırına gittim...Aman Allah..Bir tur otobüsünün tüm yolcu bayanları, fırını işgal etmişler, feribot kaçacak, hadi diye fırıncıyı neredeyse parçalıyorlardı..Zorla da olsa aldım...E güzel ama bu kadar da abartmaya ne gerek var? Un kurabiyesine damla sakızı eklemişler..İçine bir de badem koymuşlar..bu kadar....Asıl güzel olan üzümü adanın...Yemeye doyulmayan bir nesne.. Üzümü, şarabı....Çok güzel..Neyse, fazla methetmeyeyim, reklam oluyor...Gelenler artıyor... Bilen bilir nasıl olsa... Son akşam dolaşırken birisi dedi ki " Çay bahçesinde Boliç oturuyor"..Ben onu eskiden çok severdim..Aradım iki çay bahçesini de..Ama yok..Göremedim...Ya uydurdular, ya da benzettiler. Adada ünlü her zaman var...Biri gelir, biri gider..Bize de seyir düşer... Oteli de anlatmak isterdim ama onu bir başka yazıya bırakacağım...Nedenini ben de bilmiyorum Hem iyi, hem kötü hislerim oluştuğu için belki..Düşünmem lazım..Şimdilik iyi akşamlar..

10 Ağustos 2009 Pazartesi

DÜN-BUGÜN

Pazar, feci bi gün...Adanın daracık yolları, sanki vapur çıkışı ..Hele o arabalar, dibinizden sürüne rek geçiyorlar..Koskocaman cipler, W/polo'lar, daha da beteri kocaman otobüsler..Öyle ki, taa Ayazma'ya kadar gelmişler...Tur yolcularını denize bırakıp beklemek için...Kumda, tek bi şemsi ye bile kalmamıştı...Doğal olarak katlandık duruma..Pazartesi olsun, düzelir dedik.. Yanılmışız... Bugün yine aynı terane...Sabah bir kalktım, notebook'umu koyup oturduğum masa, otele gelen 20 kişilik, ortayaş grubu tarafından işgal edilmiş..Üstelik, hiç pervasız, bağıra bağıra konuşuyor lardı....Küçük bi masaya oturdum ...Akşam üstü açarım dedim..Zaten, erkenden hastaneye gitmem gerekiyordu, ilaç yazdırmak için...Burda herşey o kadar kolay ki...Yazdırma işini, özellikle yaptırmadım İstanbul'da...Adada kolaylıkla yapılır nasılsa diyerek..Gerçekten öyle oldu...9 da ordaydım..Ama doktor, dokuzbuçukta gelirmiş, bekledim biraz...Eczaneye de gittim. Sonra, adanın tek fırını var, oraya gittik, damla sakızlı kurabiyeden alabilmek için ama henüz çıkmamış....Otele döndük...Ve plaja sonra.....Biraz geç kalmıştık....Arkadaşların bir kısmı oradaydı....Konuşmak, bilgi almak istediğim bir bayan( Fatoş Hanım) denizdeydi..." Annem Nazım'ın ilk karısıydı" demişti ilk gün....Ve bazı şeyler anlatacağını söylemişti...Yakalayamadım onu..Belki yarın....Ve bugün, kızımı kumda bırakıp erkenden otele döndüm...Fazla güneş sevmi yorum çünkü....Gözlerim de çok rahatsız oluyor doğrusu...Evimi özledim, İstanbul'u özledim.... Her yıl, tatilimin beşinci gününde, daima bu duygu, gelir kaplar beni...Yine öyle....Yeter bana bu kadar...Döneyim ben....Yarını da geçireyim de...Görüşürüz arkadaşlar...

7 Ağustos 2009 Cuma

ADADA İLK GÜN

Sabahki yazımdan sonra, odamıza yerleşir yerleşmez hazırlanıp çıktık..Ayazma'ya yıllardır gidip gelen minibüsleri düşününce, bugün bindiğimizi oldukça iyi bulduğumu söyleyebilirim...Doğal kli malı bir minibüs....Yol boyu püfür püfür esen rüzgar, uykumu bile getirdi diyebilirim...Ancak şu çok önemli...Ada yolları çok dar..Şehir içi yanyana iki araba geçemez..5 metre en fazla ya var, ya yok..Hal böyleyken, koskoca lenduha gibi, uzun binek arabalarıyla gelen yerli turistler, trafiği allak bullak etmeye başlamışlar bile...Çok üzüldüm, içim cız etti...Şimdi böyleyse, bunun 5 yıl sonrasını düşünmek bile istemiyorum...Tehlike çanları çalıyor ada dostları...Benden söylemesi... Pırıl pırıldı deniz Ayazma'da...Sanki billur...O kum...İncecik, akıyor avuçlarınızdan...Sıcaktan kavrulunca suya attık kendimizi...Bir anda dirildik...Bu sıcağı, bu soğuk su paklar ancak...Ardın dan Vahit'de öğle yemeği..Sonra tekrar şemsiye altı, güneşlenme...17 de ayrıldık plajdan..Bugün ilk gün olduğundan fazla kavrulmak doğru olmazdı..Otelimize döndük..Sabah dolaşırken, tam zamanı olan üzümlerin, yol kenarlarında satıldığını görmüştük..Gözümüz kalmıştı doğrusu... Onun için otele girmeden biraz üzüm aldık...Nasıl güzel, anlatamam..Bu üzümü İstanbul'da bulmak olası değil....Araba ile gelmiş olsak, dönüşte küçük kasalarda satılan bu üzümden her kese getirmek isterdim..Ne yazık ki, otobüsle bunu yapmak çok zor...Sirke haline gelebilir çün kü....Evet, gün çabuk geçti..Saat 18...1 saat sonra Vahit'in şehirdeki yerinde akşam yemeği arkadaşlar..Anlatmakla bitmez bu yemekler....Şiir gibi....İşin güzel yanı..Sanıyorum, yıllardır ada dostumuz olan sevgili Pekin çiftiyle yiyeceğiz bu ilk akşam yemeğini...Şimdilik hoşçakalın..

BOZCAADA'DA aĞUSTOSTA ÜŞÜNÜR

Evet, nihayet adadayım....Rahat bir yolculuktan sonra sabahın 6 sında Geyikli iskelesindeydik.. İlk feribot, saat 9 da olmasına rağmen, 8 e ek sefer koymuşlar...Çok beklememiş olduk...Ve feribotta resmen donduk....Neyse ki yanımda tam kışlık bir yün hırka var...sarındım ona...Çok şükür dedim....Ağustosta böyle üşümek var mıydı? Olası mıydı bu? Öyle bir rüzgar vardı ki, feribot ara ara sarsılıyordu, titriyordu....Arazöz gibi sular sıçrıyordu. üstümüze....Sabah mahmur luğunu üzerimizden atamadan Bozcaada'ya indik.....Karşıdan görünür görünmez ada, uzun zaman dır hasret kaldığım bir sevgiliye kavuşur gibi oldum...Gönlüm huzurla doldu......Öğle 12 ye kadar odamız boşalmadığı için, şimdi bahçesinde oturmuş bunları yazıyorum...Güzel görüntüler elde ettikçe sizlere de sunacağım....Ancak ne yazık ki, hafta sonuna yakın oluşundan herhalde, ada bu yıl bana bir hayli kalabalık geldi...İnsan kalabalığı değil bu dediğim...Resmen trafik var..Çünkü herkes arabasıyla gelmiş...Yetkililerin bu duruma izin vermemeleri gerek...Çünkü adanın kendi ne has özelliği, bakir oluşuydu...Bekaretini kaybetmiş bir adanın, diğer turistik yerlerden pek far kı kalmaz....Kalmayınca da, ayrıcalığı yok olur..Bu tehlikeyi görememek, vizyon darlığıdır bence.. Adanın geleceğini düşünmemektir...Günü kurtarmak için, laissez passer, laissez faire davran mak adayı mahvetmek demektir....Yazık olur güzel ada'mıza....Kaymakam, Belediye Başkanı ve diğer tüm yetkililer kimse, adamızı koruyalım lütfen..

5 Ağustos 2009 Çarşamba

KISA BİR TATİL

Yarın,. gece otobüsüyle ver elini Bozcaada....Biraz kalıp geleceğim dostlar...Özledim adayı....Bir yıl
geçsin de tekrar gideyim diye dört gözle beklediğim bir zaman bu..Aslında sonbaharda da olası tabii ama o mevsimde gidilecek başka güzel yerler olduğu için, ada bana hep yaz içinmiş gibi geli
yor...Kışın ise, hiç gitmemek daha iyi...Feribot veya vapur, herneyse, o dalgaların içinde, bir tahta parçası gibi alabora olurken yolculuğun hiçbir zevki kalmıyor...Bozcaada şimdi iyi işte ve gidiyorum yarın....Haftaya görüşeceğiz demeyeceğim...Dizüstümü beraberimde götürüyorum bu
sefer....Ayazma'da yoktur wireless ama otelimizde var...Sabah-akşam kısa girişler yapabileceğim sanırım....Öğle yemeklerinde, Vahit'de oturup, kocaman gözlemeleri yemek, sonra
sında sarı sıcağın altında pırıl pırıl parlayan akvaryum görünüşlü denizi seyredip mel mel oturmak.....Aman yarabbi!...Bu ne zevktir böyle...İşte o andır ki, dünyaya geldiğime sevinirim..Gideceğimi düşünmeden....Özgürüm o anda..Dünyadan kopmuuuş, belki gökyüzünde
uçuşan bir ruh ...Azade, sorumsuz, alabildiğine rahat.........Yanmış, kavrulmuş vücudunuzu jilet gibi soğuk suyun içine bir anda atıvermek....Bozcaada bu işte, bu!....

4 Ağustos 2009 Salı

3 G

Günlerdir birbirleriyle cevaplaşıp şu "3 G" denen kavramın, akıllarımıza girmesini sağlamaya çalı şıyorlar, farkındaysanız..Anladık, tamam...3 G iyi bir şey..İyi de, ne yani bu....bu "G" ler nedir? Lakin anlamaya da gerek yok...Hani "geçinmeye gönlüm yok ki" der gibi... G ha 3 tane olmuş, ha 1 tane...Ne farkeder bizim için...Hız demek herhalde..G ler çoğaldıkça, hız artıyor sanki..Ben öyle alıyorum mesajı...Meslekî olarak gazetecilere çok yararlı teknolojik özelliktir eminim..Bize ne faydası var, henüz onu çözemedim...Aslında beni hiç ilgilendirmez bu hız, mız...İnternetin bile hızlısını yakalayamadıktan sonra....Bütçelerimize büyük bir yük getirmiyor olsa, belki en hızlı interneti isteyip rahat edebilirdim ama şimdilik bu kadarla yetinmesini bilmem gerek.. Bir de şu var..Bu teknoloji ilerlemesini galiba ben de sevmiyorum..Galiba değil, kesin öyle...Hıncal'ım yer den göğe haklıdır aslında...Teknolojinin ilerlemesi, gazetecilik ruhunu öldürüyor ve de yazıların tadı-tuzu kalmıyor....Gazeteci olmadığım için beni pek ilgilendirmez amma ne demek istediğini çok güzel hissedebiliyorum...Haklı Hıncal...İşte burda şunu söylemem gerek artık..Hani Ameri- ka'da yaşayan bir topluluk var, Amish'ler.....Ona yakın bir hayat sürmek isterdim açıkçası...Bıra kın 3 G'yi...Adamların telefondan bile haberleri yok...Hiçbir teknolojik gelişimden faydalanmıyor lar..Doğayla başbaşa, tüm dünya sorunlarından uzak, kendi katı prensipleriyle yoğrulmuş bir hayat yaşıyorlar..Kötü tarafları vardır mutlaka ama ilk bakışta cazip gelen yanları da yok değil.. Bir tek şu internetleri olsa, kesim Amish olurdum arkadaşlar..Hoş geliyor yaşantıları bana... Serin günler dileğiyle..

2 Ağustos 2009 Pazar

Kandilli Kız Lisesi

Bitmez Kandilli anlatmakla...Orda bir gün yaşamak, bir ömre bedeldir sanki....Anılar, aklıma öyle yer etmiş ki..Arkadaşlarım, hocalarım..O hocalar bir derya idiler, derya..Hepsi birbirinden değer li idi..Disiplin hele, dizboyu...Ne haddimize, koridorda yanlarından yürüyüp gitmek, bağıra çağıra..Şimdiki öğrenciler öyle...Koridorlarda hocayı gördüler mi, ağızlarında cak cak ciklet.... Hocaaam...diye yanaşırlar, abuk sabuk..Uyarma yapılamaz, üzülürler sonra, kalpleri kırılır..Erte si gün anneleri gelir okula, siz benim çocuğumu neden üzdünüz diye hesap sorarlar..Evet, şimdi okulların durumu bu..O nedenle de öğrencide saygının s'si yok öğretmenlere karşı.. O nedenle de hiç bi şey öğrenemeden çıkıyorlar..Disiplin, hiç de kötü bir şey değildir bence...Saygı şarttır, ailede olduğu gibi...Bunlar uzun ve derin konular...Bu kadar değinmem yeterli...Anlatacağım ko nular, kendi arkadaşlarım.. Taşınmadan dolayı hâlâ ortalıkta duran kitap paketleri vardı orda burda...Bugün biraz açtım onları....Lise son sınavları vardı o zamanlar..Öyle karne notuyla lise bitmezdi...Okul kapandıktan sonra, haziran ayında bitirme sınavları başlardı..İşte o günlere dair bir anı defteri tutmuşum... Sınavlarda neler gelmiş başıma, neler sorulmuş, her sorudan kaç puan almışım falan filan.... Sonra sınıf planımız..Sıralarda kim, nerede oturuyor.. Bir de bazı arkadaşlar için analizler yapmı şım...çok hoş, iyi ki yapmışım..Küçük kızım örneğin..Bir zamanlar, küçük yaşlarındayken, Hür FM 'de "Elma Şekeri" diye bir program yapıyordu, Yıldırım Abiyle beraber...Her hafta Hürri yet'de haberi çıkıyordu programın, bu hafta kim gelmiş, neler olmuş..Defter tutmuşum, her sayfasında yazı...Yapıştırmışım, etrafı renkli kalemle çizili.. Çok güzel bir anı olmuş kızıma.. Bayıldı.."Anne, ne kadar uğraşmışın benimle" diye..Uğraşmadan olur mu çocuklarla?...Eğitim demek, uğraşmak demek..Biraz da şimdiki veliler, şu öğrencilere saygılı olmayı öğretseler, bayağı iyi olacak ...İstisnalar, kaideyi bozmaz tabii...Kandilli 'li arkadaşlarım, nerelerde acaba şimdi? 5-6 kişi burdayız, görüşüyoruz..Ama Gönül hepsini görmek, bulmak istiyor...Ne yapsam bilmem...İyi geceler herkese..

1 Ağustos 2009 Cumartesi

MEKSİKA SINIRI

Dün gece, geç saatlere kadar izledim bu programı...Her konuşmanın sonunda biraz düşünmek gerekiyor, "vaaay be.." dedirtiyorlar adama..Geçmiş programlardan biriydi..O zamanlar izleme şansım olmamış.. Beni, yeni gibi etkiledi doğrusu...bayılıyorum bu çocuklara...Yaşlarından beklen meyecek olgunluktalar.." Hayır..Rabbin seni terketmedi, unutmadı da.." Vahiy imiş bu...Çok teselli edici, ferahlatıcı bir söz..Üstüme alınırım güzeli de, kötüyü de..O yüzden iyi geldi bana bu laf..Beni de unutmamış olsa, dedim içimden...Olur belki...Şiirler okudular..Hira dinginliği diye bir de mefhum tartıştılar...Bu konu başlıbaşına bir yazı konusu olabilir bence...Hz.Muhammed'in Hira dağına çıkıp yalnız kalması, kendini dinlemesi, Allah'ı düşünmesi filan..Beni aşar bu konular. Ama ucundan bucağından anlamaya çalışıyorum..Tasavvuf ilginç gelir zaten bana her zaman.. Bir dalsam, bi daha çıkamam sandığım için , hiç girişmiyorum.. Şu son elimdeki roman. Elif Şa- fak'ın Aşk'ı örneğin..Yavaş yavaş okuyorum, döne döne...Sindirmiş oluyorum konuyu..O da güzel işlenmiş bir kitap.. Harâbat ehlini hor görme şakir, Defineye mâlik virâneler var.... Bu bir beyit...Kimden, duyamadım...Hoşuma gitti...Orhan Gencebay burdan esinlenmiş galiba, "Hor görme garibi" derken...Deyişler çeşitli olabilir, ama anlamı güzel...Bu benim hayat pren sibimdir zaten...İnsanlara bakışım değişiktir...Değer veririm, anlamaya çalışırım o kimdir... Neyse, geçiyoruz bu konuyu.. Sonra mesela, şarkılar dinletiyorlar çeşitli ülkelerden..Hiç duymadığım, şaşırıp kaldığım..İranlı Niyaz grubu..Güzeldi..Etnik müzik örneği...Ama programın sonuna gelemeden, uykudan gözle rim kapanmaya başlayınca ayrılmak zorunda kaldım çocuklardan..pazar günü tekrarını yakala rım diye güvenerek..Umarım.. Gelelim şu "Küçük Prens" kitabına... Tilki ile Küçük Prens konuşuyor...Tilki diyor ki prense..Geleceğin zamanı bilmem lazım.."..Her hangibir zamanda gelirsen, yüreğim, saat kaçta senin için çarpacağını bilemez.." Olağanüstü bir duygu...Sevdiğinin ( bu herkes olabilir) geleceğini bilmek, nasıl çarpıtır insanın kalbini?...O ne hoş duygudur yarabbi....Birini beklemek.... Murathan Mungan'dan bir alıntı bu da: " Mutluluk, insanın boyu hizasındadır "... Yani, uzakta arama...Elini uzat, tut...Öyle mi acaba gerçekten? Biz mi göremiyoruz? Derya içindedir o mahiler ki, deryayı bilmezler...Yoksa böyle mi durum? Bir bilen var mı?