29 Nisan 2009 Çarşamba

TAHTAKALE

Bugün, 3 yıldan sonra ilk defa, Hülya ile birlikte karşıya geçtik...Özlediğimiz bir havayı koklamak ve bazı eksikleri tamamlamak için..Bizim göre bu gezi, tam bir maceraydı doğrusu...Yurdum insa nıyla beraber, o eski mekanlarımızı dolaşmak epey yorucuydu...Ancak bundan büyük bir zevk aldığımızı söyleyebilirim...Önce Sirkeciydi hedefimiz...Araya araya bulduk Hayyam Pasajını.... Elektronik aletler için aradığınız tüm parçalar burada imiş...Sony video kamera için pil ve adap töre gereksinim vardı..Orjinal parçalar takıldı...Kamera, tv ye bağlandı..İçinde bulunan gezi gö rüntülerini seyrettik..3 yıldan beri göremediğimiz Amerika seyahatinin anılarıydı bunlar.. Bizim için değerli anılardı...Sonra geze geze, köyden indim şehire misali herşeye hayran hayran baka rak Tahtakaleye ulaştık...Tüm dükkanlar bizimdi...Boncukçular, tam bir şenlik yeriydi...Renk renk, şekil şekil boncuklar, pullar, payetler..Aldık bi şeyler...Kullanmak üzere tabii...Sonra eşarp lar..Fularlar...Biz bakmaktan yorulmadık ama ayaklar, bir yerde isyan ediyor...O hale gelince turistik kafelerden birinde oturduk, dinlendik biraz...Taş aradık...Amatist, zümrüt, akik...Ne güzeldi hepsi...Gümüş bir sol anahtarı bulduk..Bazı dükkanlarda, sol anahtarı sorduğumuzda, ne anahtarı..anahtarlık mı? dediler..Güldük, çıktık....Çok hoş bir geziydi ..Birgün yetmiyor tabii gezmek için..Bir daha gitmek üzere sözleştik..ve balık kokuları içinde vapura döndük...Kadıköye geçince, memlekete gelmiş gibi olduk...Oralarda dolaşırken, gençliğim, öğrenciliğim aklıma gel mese olmazdı...Geldi hepsi bir film şeridi gibi...Bir ah çektim kimse duymadan...O zamanlarda oralarda gezerken yorulmazdı bu bacaklar, ayaklar..Şimdi öyle mi ya?..Ama olsun...Nostaljik bir gün geldi geçti işte...İyi akşamlar ...Dinlenelim biraz...

28 Nisan 2009 Salı

Dr.SAİP DENİZOĞLU

Bugün, uzun bi aradan sonra sevgili dişçime gittim...Bekleteceğinden adım gibi emin olduğum için, başladığım " en yeni" romanımı da yanıma aldım..Aslında " son" demek gerekir ama demi yorum..Çünkü, hocamız Ord.Prof.Dr.Süheyl Ünver, " son " demenin uğur getirmediğinden yola çıkarak, bu kelimeyi kullanmamamızı öğretti bize...Alıştık biz de..Her zaman " en yeni" deriz.. Limon Ağacı bitmedi ama o çok kalın olduğundan taşıması zor oluyor diye, yıllar sonra tekrar okumaya başladığım bir klasik eser olan Albert Camus' nun " Yabancı" sını aldım yanıma..Bekler ken okumak, insanın sıkılmasını önlediği gibi, okumak için de zaman yaratmanın yolu oluyor.. Unutmuşum bile..Öyle uzun zaman geçti ki... Neyse..Sonunda geldi Saip Bey...Dışarıdaymış... Doçentlik başvurusunu yapmış...Off dedim...Günlerdir neler çektiğinizi tahmin edebiliyorum... Bu öylesine çaba gerektiren bir iş ki, insanı allak bullak ediyor..Dosya hazırlamak dünyanın en zor işi...Saip Beyin, bu işten, yüzünün akıyla çıkacağından eminim...Doçent olmayı çoktan haket miş bence...Darısı kızıma diyorum...Mayıs içinde " ales" sınavına girecek..Olmazsa olmaz bir baş belası bu sınav...Ne gerek var, bir sanatçıya matematik yaptırmaya...70 puan almak çok zor.. Soruları okumak, zaman alan bir iş...Belki süre kısıtlaması olmasa 70 puan alınır..Ama süre yetmiyor..Her soru 1 dakika...Düşünmeye zaman yok..Okumak, yarısını alıyor 1 dakikanın... Ales yüzünden, bu meslek, başlamadan da bitebilir...Öyle görünüyor..Çünkü sözleşmeli olmak demek, bedava çalışmak demek...Ales olsa bile, yani kadroya geçse bile, alacağı maaş 1.250 lira....Bu da hiçbir şey...Yani, öğretim üyelerine yazık oluyor arkadaşlar..Bir " dekan" ın aldığı maaşın 4 bin lira olduğunu düşünürseniz, fakültelerde, hocaların nasıl özveriyle çalıştığını anlayabilirsiniz.. Yapılacak iş değil...Bu iş, tamamen duygusal ..Aynı,.o reklamdaki söz gibi.. Saip Beye bol şans diliyorum...Ama şimdiden tebrik de ediyorum..Olumlu sonuç alacağından çok emin olduğum için...Benim dişçim, profesör bile olacak..Biliyorum...Hakkıdır çünkü.... Dişçimden sonra yeni evime de gittim..Usta çalışıyordu...Balkonun yer taşlarını döşüyordu.. Şimdi sıra parkelerde...Umarım bu hafta sonuna biter... Eve gelince, kapıda kargo pusulasını buldum..Kızımın, konser davetiyeleri gelmiş..Mayıs için de, Avusturyalı çellist Adrian Brendel'le birlikte çok güzel bir program yapacaklar..Uzun ve zorlu günler bekliyor bizi...Heyecan ve hazırlık demek bu...Sanatçıların işi zor...Sahneye çıkan her neyse, ben çok değer veriyorum...Beğenmesem bile, takdir ediyorum ..Çok emek gerek tiren bir iş bu...Aşk olmasa yapılamayacak bir iş...Bu " aşk", tabii ki san'at aşkı...Tüm sanatçılar alkışı hak ediyorlar...Kim olursa olsun...Onlarsız bir hayat, çok kuru olurdu zaten...Anlamsız olurdu...Şimdiden alkışlıyorum kızımı da...Hepiniz davetlisiniz konsere sevgili arkadaşlarım.. İyi akşamlar..

26 Nisan 2009 Pazar

İLKER AKSUM

Ayın 26 sı olmuş, haberim yok arkadaşlar..kaç gündür yazmamışım, hayret..bugün pazar ( ama, kimse beni güneşe çıkarmadı....ben kendimi, kendim çıkarmalıyım..) uyanır uyanmaz çayı ocağa koyduktan sonra, Hıncal'ıma bir göz attım, tabii iyice bi göz attım..Haşmet'e de...yani şu son kalan romantik adama..ve arkasından saat 10 oldu hemen..Başladı Yaşamdan Dakikalar..değme yin Gönül'ün keyfine..İlham Gencer ve İlhan Feyman, insanın içini kaynatan bir müzik yapıyor lardı sabah sabah..Açıldım biraz..sonra reklam arası olunca, doğru Sabah'ın yazarlarına...Gözüm bi ara, Öncel'in yazısına takıldı...Halim diyordu...hemen çaktım, bu bizim İlkerdir yaa...okudum.. Benim gibi, İlker'in değerini anlayan birini buldum diye sevindim doğrusu...Bazı insanların şan sı yok hakikaten..Bu İlker'i ben ilk "Beşik Kertmesi" dizisinde Meltem Cumbul'la oynarken görmüştüm ve çocuğa hayran kalmıştım..Hatta kızlarımın da dikkatini çekmiştim..Bu çocuk çok sanatçı ruhlu diye..elhak, olağanüstü bir oyuncu İlker..onu gerçekten çok seviyorum..Girdiği rolü, oynamıyor, yaşıyor adam...Niye kıymet bilmeyen bir toplumuz biz...Bir Jack Nicholson neyse, bizde de İlker Aksum o yani...o derece önemli bir oyuncu..Öncel, Yabancı Damattan beri diyor..Atlamış bence Beşik Keertmesini...belki daha öncesi, belki değil, mutlaka daha öncesi vardır, onu da ben atlamışımdır..İlker bir harika arkadaşlar..Şimdi Canım Ailem'de izliyoruz onu..ve kalbimiz sızlıyor..sızlatıyor İlker...rolünden dolayı belki ama canlandıran da o ..Hakkını veriyor doğrusu...Acı çeken, seven, sevdiği için her fedakarlığı yapabilecek bir erkek o...Mimik leriyle, bakışlarıyla, konuşmasıyla duygularını o kadar mükemmel anlatıyor ki, içim ağlıyor onu seyrederken... Yönetmenler, onu ön plana çıkaracak iyi bir senaryoyla bir film, bir dizi yapsalar da, onu doya doya seyretsek ..Oscarlık bir oyuncu İlker....Oscarlık...Sen bi tanesin İlker...Çok yaşa, çok film yap, değerin anlaşılır birgün umarım...

21 Nisan 2009 Salı

LİMON AĞACI

Bu kitap, çok zor okunuyor arkadaşlar...Filmi de oynuyormuş..yeni farkettim...Bilseydim böyle zor okunan birşey olduğunu, hiç başlamazdım doğrusu..Filmine giderdim...Henüz 110.sayfada yım..Daha 300 sayfa var...Filistinin, yahudiler tarafından nasıl ele geçirildiğinden başladık....Şim di, arap ailelerin,, topraklarından nasıl çıkarılıp, belli bölgelere itildiğini anlatıyor henüz...Ve Bulga ristan'daki yahudilerin de, kendi evlerinden, topraklarından atılmak için neler yapıldığını okuyo rum..Bu iki tarafın genç çocukları, herhalde sonunda karşılaşacaklar...Gayretle okumaya çalışıyorum..O kadar çok isim ve tarihi olay var ki, kafam karıştı..Ama bitireceğim..Elim mah kum... Bu arada, bugün, marangozumun daveti üzerine, atölyesine gittim..Yapıp bitirdiği dolapları gös terdi...Bu kadar güzel yapacağını hiç tahmin etmiyordum...Sürgülü kapaklar, yağ gibi çalışıyor.. Şimdi, kapıları yapıyor...Pazartesi takabileceğini söyledi..Dolapları da, parkeler döşendikten sonra getirecek..Önümüzdeki hafta sonu, ev, bayağı derlenip toparlanmış olacak sanırım..Çelik kapı ile banyo henüz ortada yok...Tezgahların siparişi de verilmedi..Bunlar en az 10-15 günlük işler...Yani bu durumda 15 mayısı göze alıyorum da fazlası olmaz inşallah.. Bunlar bitmeden, digitürk, telefon, adsl, klima, alarm tertibatı gibi önemli detayların da halledilmesi gerek...Epey dolaşacağım yani...ve yorulacağım...Umarım, 1 hazirandaki Bodrum seyahatimi engellemez bu işler... Bugünkü resim dersimizde, yeni bir tabloya başladım...Kaç ay sürecek, kimbilir..Tembelliğim üzerimde çünkü...Belki de yaz girer araya...Yeni sezona kalabilir...Hangi işi yapacağımı şaşırı yorum bugünlerde...Artık bir tatil gerekiyor arkadaşlar...Biraz daha sabır...Sonra ver elini Bodrum...Belki bir de İzmir....Hoş gele...

19 Nisan 2009 Pazar

ZEİTGEİST

Kelime anlamı " Zamanın Ruhu"...Bu bir belgesel film..Aslında yeni çevrilmiş değil..Varolan kay naklar birleştirilerek, ortaya dev bir belgesel çıkarılmış.. Bugün, Akşam'da Serdar Turgut, kendisine, bu film hakkında bir soru geldiğini yazıyordu..Merak ettim..Araştırınca, çok ilgimi çeken bir belgeselle karşılaştım... Kızım, bu filmi, çok daha önce duyduğunu, Fazıl Say'ın bu konuda bir yazısını okuduğunu söyledi.. Ben daha yeni haberdar oluyorum..Kendimi ayıpladım doğrusu...2007 de çevrilmiş ilk bölümü...Bu film, din, ABD ve terör üzerine mükemmel bir belgesel.. İlk bölümde, İsa ve Musa peygamberlerin aslında yaşa madığı ispatlanıyor..Din kurumunun, vergi ödemeyen gizli bir kurum olduğu vurgulanıyor..İkin ci bölümde, 11 eylül saldırılarının, hükumet tarafından hazırlandığı, DTM kulelerine uçak çarp madan önce, temeldeki patlamayla çökmenin başladığı açıkça ortaya konuyor.Pentagon'un bahçesine dalan uçaktan da, tahmin edileceği gibi, en ufak bir parça bile bulunamıyor..Sanki bu harlaşmış uçağın madeni gövdesi..Bu komployu, ABD nin, İran, Irak ve Venezuella'ya rahatça girebilmek ve sonrasında da terör kanunlarını rahatlıkla çıkarılabilmek için düzenlediğini gözler önüne seriyor film...Üçüncü bölüm ise, dolar ve Amerikan Merkez Bankasıyla ilgili.. Bankanın nasıl zengin olduğu ve zengin kalmak için ne numaralar çevirdiğini anlatıyor... Oldum olası komplo teorileri çok hoşuma gider...Bu film de o nedenle bana hitap ediyordu.. Alt yazılısını ilgiyle izledim..Yıllar önce bir kitap okumuştum..."ılluminate"..O kitapta. dünya yı idare eden 3-5 aile olduğu anlatılıyordu..En birincisi, Rockfeller ailesi...Bu belgeselde de, bu aile öne çıkıyor yine...Sır dolu bir aile... Hatta, Kennedy' nin öldürülüşü bile bu olaylarla ilgili.. Filmi izlerseniz, eminim anlattıklarımdan çok daha fazlasını öğrenecek ve şaşırıp kalacaksınız.. Benden söylemesi...

süreyya plajı

Yıllar önceydi...Lise 1 deyken...yaş, sanırım 15-16...O zamanlar, avrupa yakasında oturuyoruz... İstanbul, oldukça tenha..Daha "kapıcı" sistemi yok...Zaten kapıcılar ve müteahhitlerden sonra İstanbul, İstanbul olmaktan çıktı..Neyse...Okulların tatiliyle beraber, İdealtepe'de, yazı geçirmek için bir ev bulduk...Oralarda, in cin top oynuyor o zamanlar..Bir ev burdaysa, öbürü taaa uzakta.. İşte o taa uzaktaki evde, şarkıcı Alpay, eşi, Şanar Yurdatapanlar filan oturuyorlar..Akraba hepsi.. Bizim ev 2 katlı..üstte ev sahibi..İki genç çocukları var bizim gibi...Gençler, arkadaş olduk hepimiz tabii..Alpayların kocaman bir sandalları var..Ufacık, derme çatma iskeleden, hergün bini yoruz sandala..9-10 kişi...şarkılar söyleye söyleye Süreyya Plajına gidiyoruz..Bu hergün böyle de ben şimdi ilk günü anlatıyorum..Doluştuk, isteyen kürek çekiyor..( ben de çektim ama ertesi gün avuçlarım su topladı) Fener vardı beyaz..Orda demir attık..Ve herkes atladı suya..Ben atlaya mam...Fobim var...Ama kardeşim ( o iyi yüzücüdür) ısrar ediyor..Atla, ben varım yanında..Bi şey olmaz..Ayıp..Utanmıyor musun herkesten?..Kışkırtıyor beni..Kandım ona..Kendimi suya bırakı verdim..Aman Allahım..İn in, bitmiyor..Nihayet dibe vurdu ayaklarım ve zınk diye çıktım yukarı..Yönümü bulmak olası değil..Ünal'ın sesini duydum..Bu tarafa yüz dedi...Hiç etrafıma bakamıyorum..Yüzdüm sese doğru..Bana yıllar geçti gibi geldi..Nihayet " Tamam..burası boy..Basabilirsin" dedi...Basmamla birden, yeniden panik olmam bir oldu..Çünkü, fenerin etrafı adam boyu yosun...tüm vücudumu kapladı...Bu sefer, başka tarafa deli gibi yüzüyorum yine.. Yüzdüm epey...Artık kumlu yere geldiğimi görünce bastım...Hepsi kumsalda güneşleniyor..Ben den haberleri yok...Neler çekiyorum..Neyse..Zaman geçti..Bunun bir de dönüşü var...Asla gitmem oraya kadar dedim kardeşime..Durumu anlattık onlara..Sandalı sahile yanaştırdılar.. Bindim...O yaz böyle geçti..Biraz korku, ama büyük bir zevkle...Nereden aklıma geldi bunlar..Onu da anlatayım.. Ülkerle 1 Haziranda Bodrum'dayız bu yıl, 15 gün..Bana dedi ki, birgün Kos'a da geçelim..İyi geçeriz, ama ben motordan atlamam...O atlar..Boğaz çocuğu benim tüm arkadaşlarım..Hepsi dereceli insanlar..Ben de böyle olmazdım ama ah babam! Ortaokuldayken, benim tıbba gitmemi istiyordu ve beni Adli Tıbba götürüp otopsi izlettiriyordu..Alışayım şimdiden diye..Elhak, çok alıştım...Birgün denizde boğulmuş bir adam cesedi gösterdiler...Adam şişmiş, dev gibi olmuştu.. İşte o korku, tüm hayatımı etkiledi sanırım...Asla boyumu geçemem ben.. Yani denizin keyfini uzaktan çıkaranlardan oldum...Seyirci gibi...Bana yetiyor bu, dert değil... Yaz geliyor...Sıcaklar başlayacak...Umarım kolay geçer...Hoşçakalın..

18 Nisan 2009 Cumartesi

AFFAN DEDE

Bozguna uğrayışımın üzerinden iki gün geçti...sinirlerim yatıştı...Dünyada bir yığın çarpıklık oldu ğunu, bunları düzeltmenin de insan elinde olmadığını biliyordum zaten..Ama kızıyor işte insan... Ve düzene nasıl uyulur, çarpık düzende işlerini nasıl idare edebilirsin? Bunun formülünü bulup rahatlama yoluna girebiliyorsun..Yani...çarşamba günü 1 yıllık şengen vizemi alıp, Prag'a nasıl gi dilirmiş? Prontotur'daki o kaba adama dersini vereceğim. Ama bugün, artık o modda değilim ar kadaşlar...Bahar geldi...Hertaraf yemyeşil...Hava mis gibi...Evim günden güne güzelleşiyor...Böy leyken, olumsuzluklarla işim yok...Derken, Affan Dede aklıma geldi...Birgün yazarım demiştim.. Tam sırası...İnsanın içi sımsıcak duygularla dolu iken, çocukluğun o dingin günlerini anımsamak ne de hoş geliyor doğrusu..İşte Affan Dede.. Affan Dede' ye para saydım../ Sattı bana çocukluğumu../ Artık ne yaşım var, ne de adım.../ Bilmiyorum kim olduğumu../ Hiçbirşey sorulmasın benden.../ Haberim yok olan bitenden.../ Bu bahar havası, bu bahçe.../ Havuzda su şırıl şırıldır../ Uçutmam bulutlardan yüce.../ Zıpzıplarım pırıl pırıldır.../ Ne güzel dönüyor çemberim../ Hiç bitmese horoz şekerim... Ruhun şadolsun Cahit Sıtkı...Ne de güzel anlatmışsın çocukluğu... Dünyanın sorunları vız gelmez mi bir çocuğa? Vizeymiş, dalgaymış, krizmiş...Bunlar da ne.. Sarı topacım ne de güzel dönüyor...Annem para verse de yarın, şu kırmızı misketlerden alsam 3 tane...Babam, bu cumartesi uçutma yapar mı acaba bize? Yeşil kuyruğu olan...İşte böyle dert leri vardı çocukların...Tabii bizim zamanımızdaydı bunlar..Şimdiki çocukların kaygıları bambaş ka...Ama ne olursa olsun, çocukluk, çok güzel...Farkında olmadan geçiveren, ah bir okula başla sam özlemiyle tükeniveren o güzel çocukluk yılları...Dedemin, bayramlarda, beni alıp götürdü ğü o bayram yerleri...Yandııııı...diye bağırırdı adam....İndirirdi salıncaktan...Üzülürdüm o yandı diyince...Hiç bıkıp usanmadan uğraşırdı canım dedem, elimden tutup...Horoz şekeri de alırdı, pembe kocaman o keten helvadan da....Saatler sonra, eve dönerken, cami avlusunda mola verip, arkadaşı olan şekercinin dükkanına da uğrardık...O cam kavanozlardaki rengarenk şekerlere bakıp, sessizce beklerken, yorgunluktan gözlerim kapanmaya başlardı..O zaman dedem kalkar, yine elimden tutup beni eve getirirdi..Ne güzel, sorunsuz günlerdi yarabbi... Dedemin sevgili torunu olduğum o günleri, öyle özlüyorum ki....

16 Nisan 2009 Perşembe

BEKLEME ARTIK PRAG

Çok öfkeliyim arkadaşlar, çok...Başlıktan da anlamışsınızdır, Prag'a gidemiyorum..Nedeni de, çok haksız bir şey...Çok bozuldum..Moral sıfır bugün bende..Evim yok, arabam yok, bankada param yok..İşte nedenler... Tüm gayrımenkullerimi çocuklarımın adına yaptım, paramı çocuklarım yönetiyor, arabayı da onlar kullanıyor desem , kim inanır...Belge gerek..O zaman da yurt dışına çıkmak, bize haram...Gidemezsin diyorlar..."Otur oturduğun yerde..Yıllardır kafanı kullansaydın da mal-mülk edinseydin...Hayatını boşa harcamasaydın.." demek istiyorlar..Elhak doğru...Şu kadarcık aklım olsaydı, birgün bunun başıma geleceğini bilseydim...Hayatta sırf kendimi düşün seydim..Fazlasıyla olurdu hepsi..Ama bugün, sıfıra sıfır, elde var sıfır...Kime kızacağımı şaşırmış durumdayım...Kendime mi, yoksa bu düzene mi?..Bugün, kafamın dank ettiği gündür...Şimdiye kadar, bu denli apaçık, bu denli çıplak gerçekle karşılaşmamışım demek ki...Şok oldum...Yaktım bir sigara...10 gündür içmiyordum, şimdi yaktım...İç be Gönül..Böyle yaşayacağına iç de bir an önce git bu dünyadan..Baksana, adam yerine koymuyorlar zaten...İnsan olacağına, paran olsun.. Daha iyiymiş..bilmiyordum bunu...Senin kendi devletin bile, bugün, hiç okumamış, okula bile gitmemiş bir vatandaşla, sonuna kadar okumuş, kitapları devirmiş, yalamış yutmuş bir vatandaşı bir seviyede görüp, aynı emekli maaşını veriyorsa, eloğlu tapu-para istemiş..Anormal değil yani...Kızmamak lazım... Evet..Artık Prag hayalim sona erdi...Birgün sayısaldan filan zengin olmayı bekleyeceğim artık.. Bankada trilyonum var diye cüzdan gösterirsem, gidebilirim...Kapılar açılır öyle olursa...Bekleme yani Prag!... Gelemiyorum....

13 Nisan 2009 Pazartesi

13 nisan / pazartesi

Saat 23.23...Antibiyotiğimi aldım ve yatmadan önce iki satır karalayayım dedim..Fonda Ahmet Özhan var...Rüzgar söylüyor şimdi o yerlerde..diyor..Bayılıyorum bu adamın sesine...Uzun yaşar inşallah...Hastalanmadan..Sağlık gidince, herşey tepetaklak oluyor çünkü...Ben artık iyileştim sayılır...Bugün dışarı çıktım..3 fatura, ödenmeyi bekliyordu...Onları hallettim..Kızım da, Gönen beye gitmişti..Kısırlaştırılan Toraman, iyileşmiş...Mahallesine kavuşsun diye, gitti, getirdi..Teşek kürler Gönen Bey..Ellerine sağlık.. Gecenin bu saatinde, aklımdan birçok şey geçiyor, yazılması gereken...Ancak, bunu yapmıyorum. En iyisi yatmak..İyi geceler..

12 Nisan 2009 Pazar

E M P A T İ

Artık ateşim düştü..İlaçları almaya devam edeceğim tabii...Gece boyu, rahat bir şekilde uyudum. Aslında, ağrımayan yerim yok henüz, ama geçecek, belli...Bugün ilk defa, okumak için oturabil dim...640 sayfalık Empati'yi üçyüzüncü sayfalardayken bırakmıştım...Aklım hep oradaydı ama kafa ve göz, izin vermedi kaç gündür...Nihayet bugün, kalan 360 sayfayı, hiç aralıksız okumak şartıyla bitirdim...Şimdi sorun, nasıldı diye?.. Birinci kitap kadar çarpıcı değildi...Bilim-kurgu... içinde gerçek olaylar, olgular da var..Ancak, biraz saçma geldi bana...300 sayfayı bi çırpıda okuta cak kadar ilginç ise bir kitap, güzel olmalı, değil mi?..Yazanın kafası, arı kovanı gibi çalışmış...Çok araştırma, inceleme yapmış..Gözünü, budaktan esirgememiş..Tüm verileri, yeteneği sayesinde gayet usta bir şekilde örgülemiş...Ama işte, her nedense "Olasılıksız" gibi değildi...Henüz olgunlaş madan koparılmış bir meyve gibi..Yine de okumuş olmaktan dolayı mutluyum.. Sırada 3 güzel kitap daha var bekleyen...Okudukça yazacağım...Şimdi 1-2 gün, ustamla ilgilenme zamanı geldi...Umarım, kontrole gidecek kadar güçlü hissederim kendimi yarın...Kızıma kalsa, 3 gün daha hiç çıkmadan yatmalıyım... Aman yeter, sıkıldım artık...Kalanı da ayakta dolaşırken geçer nasılsa... Herkese sağlık dilemeye devam...

11 Nisan 2009 Cumartesi

11 NİSAN

Bu geceyi, çok daha beter geçirdim..Ateş, ineceğine çıktı...38.2 oldu..O, virgülden sonraki rakam ların, neler yapabildiğini yaşadım...0.1 iniş bile, rahatlık sağlıyor insana...Öylesine bir ateş ki, cayır cayır yakıyor beni....Sabah, erkenden kalktım...Bir bardak süt ısıttım kendime...Biraz beyaz peynir ve kızarmış tostekmeği..Çünkü alınacak ilaçlar beni bekliyordu..Tüm donanımımla, oturdum, biraz yazıyorum...Yine yatacağım..Görüşmek ümidiyle...

10 Nisan 2009 Cuma

HIZIR TÜREL

Bugün bir ara, hergün okuduğum kişileri okumazsam, kendimi eksik hissettiğim yazarları oku dum...Ayşe Arman yazıyordu, Hızır Türel'i...İsmini duydum bir yerlerden ama hiç bilmediğim, tanımadığım biri bu kişi..Allah rahmet eylesin, gitmiş...Yıllardır, hayalini kurduğu, Ayvalık'ta bir taş evde....Onun, denize karşı olan yatak odasında...Bundan sonraki hayatında, güzel günler geçirmeyi düşlediği evde...Severek, isteyerek, belki de nice çabalarla ortaya çıkardığı bu evde... Çok üzüldüm arkadaşlar...Daha 53 yaşındaymış.... Sabahtan beri bu ateş, bir iniyor, bir çıkıyor...Ben de, öööyle yatıyorum...Sıkıldım artık...Hiperak tif bir insan olan ben, bu arada, yani ateşler içinde yatarken, neler düşündüm, neler..Yoksa, ben de gazeteci Hızır bey gibi, şu yeni evimde düşlediğim hayatı yaşayamadan mı gideceğim? Başka birine, pek küçük bir arzu gibi gelebilecek bu ev, benim için çok değerli...Zorda kalınca, huyum dur, hemen gözyaşlarım akıverir...Şimdi de işte ha aktı, ha akacak...Kendimi tutuyorum..Hele kızımın, biraz önce, kendi hasta haliyle bana hazırlayıp getirdiği tabağı, portakal suyunu, limonlu adaçayını görünce, tam ağlayacaktım ki, dur Gönül dedim..Çocuğu da üzme..Hasta psikolojisi herhalde...Ama ben ona bakacakken, o bana bakıyor...Kızım, akşam bulamadığımız ilaçları da al mış gelirken..SERETİDE DİSKUS...Acaip bir şey...Çok güzel bir düzenek hazırlamışlar..Kutunun içinde, her seferinde alacağınız 1 dozluk miktarı, ağzınıza yanaştırıp içinize çekiyorsunuz...Hiç birşey hissedilmiyor..Ama o neyse, ciğerlere ulaşıyormuş...Sabah-akşam 1 doz..Ciğerlerime doldurduğum nikotin,arsenik,katran vs..ne kadar öldürücü madde varsa, şimdi onları geri çıkarmaya çalışıyorum yani...Kendim ettim, kendim buldum...Sızlanmak yanlış..Bile bile..çek Gönül.... Evimde oturamadan, Prag'a gidemeden mekan mı değiştireceğim...Moralim bozuk arkadaşlar..

10 NİSAN / CUMA

Hastalığımın 3.günü....Dün gece "ateşler içinde yandım" desem yeridir...22.30 da Acıbadem Koz yatağı'na götürdü kızım beni..Zorla...Bu halde sabah olmaz dedi...Beni eve getirdi, nöbetçi eczane yi öğrendi..Kendi de hasta oysa ki...Taksi çağırdı, gitti...Ama reçeteyi evde unutmuş, döndü eve.. Bir daha çıktı, taksi yazıyor tabii bu arada..Nerden hasta oldun be Gönül..Sırası mıydı? Bir yığın para, boşa gitti...Kızıyorum kendime...Neyse, ilaçlar gelince, antibiyotiği hemen yuttum..Doktor bana Parol da yut demişti...O, gece 2.55 te uyanınca aklıma geldi..Fırın gibiydim çünkü..O anda ateşim 37.9....Saat 5.30 da tekrar uyandım...Biraz rahatlamış gibiydim..Ateş, 37.4 olmuş...Sabah 8 de ise 36.7 oldu...Kızım derse gitti..Eli mahkum..Salı günü kaçtı..Bugün de kaçarsam, şancılar için iyi olmaz dedi....Bu haldeyken insanda güç olmuyor ki...Ne yapacak, bilmem...Şimdi saat 12.. Benim ateş, yine tavan yapmış durumda..Kızım gidince, kalktım..Bir mercimek çorbası yapmak için...Dolaştım biraz, çıktı..Şimdi yatarsam belki düzelir yine..Bugün ve yarın, davetli olduğum yerler vardı..Gidemiyorum..Üzgün ve kızgınım....Başa gelen çekiliyor işte...Sağlık dilerim herke se ve kendime...

9 Nisan 2009 Perşembe

9 NİSAN / PERŞEMBE

Bugün evdeyim ve hastayım arkadaşlar..Boğazım, sanki yırtılıyor...Tabii sigaradan..3 gündür iç miyorum mereti...Ama, tıpkı Ayşe gibi, her an aklımda...Bir boşluk, o nedir, etrafa bakınmak ve algılayış...İçmiyorum..Hemen bir tane yakıvermek var..Olasılıksızlık işte burada...İçersem daha fena olacağım fikri...Korku...Bu birçok şeye etki ediyor, boşluk duygusu...İş, miş hakgetire...Ben de, kendimi unutmak için, deli gibi okuyorum..Neyi? Empati'yi....Çoook karışık...Kitabın başın dan itibaren ortaya çıkan kişilerin sayısını kaçırdım..Her bölümde yeni biri ortaya çıkıyor...Kim kimdi, haydaaa..dön önceki bölüme, yeniden oku...Haa, şimdi tamam, devam edelim...Böyle böyle ilerleyeceğim belli ki..Aynı "Mehter Takımı" gibi..2 ileri, 1 geri...Ne kadar zaman sürer, bil miyorum...Ama zevkle okuduğumu itiraf edeyim..Bu da "Olasılıksız" gibi, sarsıcı ve çarpıcı bitece ğe benziyor...Şimdiye kadar okuduklarımdan yararlı bir bilgi edindim...O da, bilgisayarların gece pilllerini çıkarmak, onları virüsten korurmuş....Ne derece uygulanabilir, biz tembellerde..Zor biraz... Bu arada, Prag turumuzla ilgili ön hazırlıkları yapmakta olduğumu bildirmek isterim..Arkada şım, 3 şehir yapalım diyor..Ben, tek şehirden yanayım doğrusu...Yorgunluk ve sindirememek, geziyi etkiler bence...Gittiğim kenti, özümsemeliyim ...Sahiplenmeliyim...Üçünü birden becere mem...Karmakarışık olur...Bakalım, henüz karar verilmiş değil, kaç şehir olsun diye..Orta yolu bulmamız gerek.. Hastalık kötü birşeymiş...Güya basit hastalık grip...Ama olunca anlıyor insan..Sanki, bir su yata ğının üstünde imişim gibi, kafam, içim...İşlerim var, dışarı çıkmam gerek..Çıkmak içinse enerji gerek...Kendimde o enerjiyi hissetmiyorum...Kızım da hasta ...2 gündür yatıyordu..Bugün çıkmak zorunda kaldı, ders boş geçemez...Yıl sonu yaklaşıyor...Çocuklar, notlarını düzeltme çabası içinde...Gitmemek, onların aleyhine olur diye, dökülen bir vücutla, taaa karşıya gidiyor...Akşamın 19 una kadar ders var....Trafikte, hasta kafayla beklemenin,ya da ilerlemenin ne zor olduğunu, bir anne olarak, içim sızlayarak düşünüyorum...Elimden birşey gelmiyor...12 de yutması gereken antibiyotiği, sms çekerek anımsatmam gerek... Şimdilik hoşçakalın arkadaşlar..

7 Nisan 2009 Salı

O YAZ

Zerrin söylüyor bu şarkıyı, bilirsiniz...Eski bir şarkı...Ama nefis...Beni, nerelere alıp götürüyoor, bi bilseniz....13-15 yaşlara...O günlerin Bostancı'sına....Güneşli, boş, asude sokaklarına...Dipleri gölgeli, üstünden mor salkımların sarktığı yüksek duvarları olan sokaklara..Sessiz, dingin, huzur veren günlere...Geçmiş zaman olur ki, der gibi konuştum..ama öyle..gerçekten, şu günlerde bir tat, bir huzur var mı? Süregelen bir itiş-kakış, bir telaş içinde yaşamaktayız...Ne yaptığımızın, ne yediğimizin bile farkında olamıyoruz...Sanki "son" a bir an evvel yetişmek amacımız...Belki de, farkında olmadan, yapmamız gerekeni yapıyor da olabiliriz...Neyse, derin konulara girmek, benim işim değil...Ben size Zerrin'in şu şarkısını yazmak istiyorum..Belki benim gibi uzun zaman dır bu şarkının sözlerini anımsamak isteyenler olabilir... Ne güzel geçmişti bütün bir yaz. / Başımda kavak yelleri eser o yaş, / Bense hanımeli kadar beyaz, / Çalmıştınız kalbimi bilmeden o yaz..../ Nasıl da koşuşurduk bahçelerde, / Şarkı söyler dik mehtaplı gecelerde, /Sen bana, ben sana komşu evlerde, / Kök sarmaşıklar gibi sarıldık o yaz.../ Eline değerdi safça elim, / Seninse arardı beni gözlerin, / Öpüşürken korkusu birşeylerin/ Sevgimize ilk hüzün getirdi biraz..../ Çocuk kalbimize dolan gamla, / Oturup ağlamıştık sessiz çardakta,/ Çaresiz erken inen akşamla,/ Veda edip ayrıldık biterken o yaz..... Ne güzel bir şarkı arkadaşlar.....Sevgilerdeki safiyet, doğallık, temizlik, yetinme duygusu.... Böyleydi eskiden evet sevgiler....O zamanı yaşamış olmaktan dolayı mutluyum...O duygular güzeldi....Gençlik, şimdi sanki 30-40 yaşın insanı gibi yaşıyor herşeyi..Hoş değil...Yazık bu ço cuklara...Çocukluğunu, gençliğini yaşamıyor..Derhal, olgunluğa geçiyor...Buna olgunluk denir se tabii...Ne demek istediğimi, bilmem analatabildim mi? Görüşmek üzere..

5 Nisan 2009 Pazar

BOŞ ZAMANLAR

Röportajlarda hep sorarlar ya, boş zamanlarınızda neler yaparsınız diye? cevap olarak da kitap, müzik, sinema filan derler...Ben arkadaşlar, boş zamanlarımda ev işi yaparım, ya da yapmayı zorunlu hissederim...Yani, bu şu demek oluyor ki, kitap, müzik, sinema filan esas işimdir...Ev isle ri için ancak, boş zamanlar yaratmaya çalışırım...Ama yaratamam, işler kalır, o da ayrı.. Bu sabah örneğin, dünden malzemesini alıp beklettiğim kabakları, dolma yapmam gerekti...Bi zor geliyor, bi zor geliyor, anlatamam..Yaşamdan Dakikalar bitince, sıra gazeteleri bitirmeye geldi...Sonrasın da ise, hadi basla Gönül dedim..Biraz sonra kızın yemek ister...O dereotlarını yıka, sirkeli suya bastır...Kıymayı hallet..Kabakları oy...O sırada kızım mutfağa geldi..Hadi bakalım, kabakların di bine tuz serp biraz dedim...Dolmada püf noktası budur dedim..Bana da annem öğretmişti..Yoksa tatsız, tuzsuz bi dolma olur yaptığın...Neyse, dolmayı ocağa koydum..Artandan da, yarın için, temizliğe gelecek bayana ekşili bir köfte hazırladım..Pişiyorlar..Öff yani, bıktım şu yemek işinden.. .Yarında ıspanaklarla uğraşmak gerekecek...Uzun uzun, ayıkla, yıka, sirkeli suya bastır, beklet...Aşçılar da yemek yapıyor ama onların işi kolay...Malzemeyi yıkanmış, kesilmiş, doğran mış buluyorlar önlerinde..Onu dedem de yapar..Velhasıl ev kadınlığı zor iş...Dünyaya erkek olarak gelmek varmış... Dün kasabımızdan et alıyorum..O da ünlü bir kasap..Andy Warol'un dediği gibi, herkesin bir an lığına ünlü olabilmişlerden o...Muharrem...Tv ye bile çıktı, "Yemekteyiz" programı nedeniyle... Babası Celal Beşer...O da orda..Adam maç hastası, Fener hastası..Fener bir yenilmeye görsün.. 4-5 gün ortalıktan yok olur...Çınarcık'taki evine gider, kapanır..Acısıyla başbaşa yaşar..Geçin ce yaraları, döner İstanbul'a....Ona dedim ki, "Anlamıyorum şu maç sevginizi"...Bir garip bak tı ki, anlatılamaz..Şaşırdı yani...Maçlar hayatı çünkü...İşte erkek olsaydım, ne güzel...Arkadaş larla oturup maç izlemenin zevki, herhalde çok hoş...Yazık, bu zevki tadamadan gideceğiz... Hele Hıncal!ımla birlikte izleme fırsatını hiç yaşayamadan gitmek daha acı valla... Neyse, yemekler pişti arkadaşlar....Empati!ye de yarın başlayabileceğim artık...İzlenimlerimi bekleyiniz...

KOLBASTI

Bu pazar, güne Sabahattin Ali'yle başladık...Ne güzel şiirler, şarkılar...Ruhu şad olsun S.Ali'nin ve de ellerine,gönlüne sağlık Ali Kocatepe'nin....Dünyanın en güzel mesleği mi desem, yoksa insan olmanın onuru mu.?..Bu san'atçılık, san'atkar olmak...Bir başka şey...Yaşamı anlamlı kılan ne var sa, o, resimdir, müziktir ve yazıdır...Başka söze gerek yok...Tartışılmaz bir şey bu...Olmasaydı san'at, hayvandan ne farkımız kalırdı?... Akatlar Kültür Merkezindeki sergi örneğin...Gezilmesi, görülmesi şart olan bir yer şu günlerde.. Öyle güzel resimler yapmış ki ressamlarımız, onca yolu göze alıp gitmek gerek...Ama ah İstanbul, sanki 6 şehirlik bir bölgedesin...Ulaşmak, zaman ayırmak ne kadar güç geliyor insana...Üstelik, dünya tatlısı bir Obama, bugünlerde, şehri kilitleyecekken.... Hiç unutmuyorum, bir bayram arifesinde, tam bardakları yıkarken, elim feci bir şekilde kesilmiş ve kanlar akarken...Taksi içinde, Şişli Etfal'e gitmek isterken...Trafik kitlenmişti, Özal geliyor diye....Geçecek diye..Mecidiyeköy'de, arabanın içinde, kolumu yukarı doğru tutmuş, turnike uy gulayarak, trafiğin açılmasını beklemek, işkenceydi..Tam 20 dakika... Bu hafta da belki daha beter olacak Beşiktaş....İşleri iptal etmek gerek bence... Yaşamdan Dakikalar'da bugün, kolbastı oynadı bir grup genç...Ama öncesinde kısa bir vtr gös terdiler...Tesadüfen, bir yoldan geçerken, mahalle delikanlılarının oynadığı kolbastıyı çekmiş ler....Keşke bu çocukları bulup getirselerdi stüdyoya...İnanılmaz kıvrak, ahenkli ve belden aşa ğısı serbest bırakılmış bir oyundu onlarınki...Bugün canlı çıkan grup oyunundaki ise, kalıp gibi sert ve acemi işiydi doğrusu...Haşmet'e de, Hıncal'a da duyurulur...Bulun o çocukları, bir de onları çıkarın..Farkı görsün herkes...Bu yaz, bu oyun, sahillerde, gençleri kaynatacakmış... Doğrudur ve de iyi olur...Dans, güzel şey...İnsan, gerçekten deşarj oluyor...Yapabilir misin diye sorarsanız , tabii ki hayır..Ama çok sevdiğim bir gerçek.. Keşke yapabilsem... Şimdilik hoşçakalın...

4 Nisan 2009 Cumartesi

SPARTAKÜS

DOĞUM GÜNÜN KUTLU VE MUTLU OLSUN...NİCE YAŞLARA..

Vet.Dr.GÖNEN KAYA'ya

Bugün 4 nisan.....Toraman'ın, ameliyat olalı 3.günü...Gönen Bey'de yatıyor Toraman...Mahallemi zin , hatta apartmanımızın kedisi diyebileceğim, yavru bir kedi bu...Zebercet'in kardeşi....Zeber cet gidince, ona bağlandı kızım...Pencerden devamlı kontrol ediyor...Daha 10 aylık bir yavru olma sına karşın, sokağın tüm erkek kedileri, Toraman'a musallat oldular...Rahatsız ediyorlar bebeği.. Öyle de tatlı bir şey ki...Mühürlü gözleriyle bir baksın, hayran olursunuz...Bu böyle olmayacak, hamile kalacak, daha kendi bebekken dedi kızım...Ve zar-zor bir taksiye atıp, Gönen Beye götür dü...Bayıltılmış ve kısırlaştırma işlemi yapılmış...Kızım öğrenci diye, tabii ki eksik ücret almış... Şimdi nekahet döneminde Toraman...Birkaç güne, mahallesine dönecek..Bu arada, kızımın tüm kedilerine isim bulmak, hep bana düşüyor nedense...Belki de kendiliğinden gelişiyor bu olay...Pa ris'teyken aldığı kedi için isim sorduğunda, ismin fransızca olmasını doğal bulan ben, derhal, daha ilk anda Michel diyivermiştim..Öylece kaldı..Bu işte çok başarılı olduğumu söylüyor kızım...Sade ce kendi çocuklarıma isim koyamadığımı da eklemek isterim...Çeşitli ve haklı nedenlerdi bunlar tabii...Hamile annelerin, bu işi önceden düşünüp kesin karar vermeleri, sonradan pişman olma mak için, yapmaları gereken doğru bir davranış olur bence.. Bahar geldi..Ne güzel...Güzel de, yaz geliyor, o fena..Kavurucu sıcaklar, insanı bezdiriyor...Her yer, Haşmet'in bugün anlattığı Cunda,Alaçatı gibi yerler olmuyor, rüzgarı, insanı yalayıp giden.. Ya da Bozcaada gibi, yaz geceleri insana palto giydiren...Vay İstanbul'da kalanların haline..Bir de trafikte inleyenlere.. Yoksa, bahar güzel tabii...arkası olmasa....Böyle de söyleyince korkuyo rum doğrusu..Hadi olsun canım, yazın sıcağını yaşayıp bunalalım...Ondan mahrum etmesin Yüce Allah'ım tabii...En iyisi, yapabildiğimiz kadar az dışarı çıkarız, olur biter...Güneş batınca hava almak için bir yerlere, pekala gidilebilir.... Zamanında,Hukukta okurken, Gazetecilik bölümü, henüz bir Fakülte statüsünde değilken, (sanıyorum İktisat'a bağlı bir Enstitü idi o zaman) birçok arkadaşım devam ediyordu oraya... Gazeteciliği de çok severdim...Çetin Altan hayranıydım o zamanlar..Milliyet'in kütüphanesin de çalışan bir de arkadaşım vardı...Abdi İpekçi oradayken...Sık sık giderdim Milliyete..Olan biteni izlemek, havayı koklamak için....Ortaokul sıralarında okurken düşlediğim bir meslekti gazetecilik...Ama mesleğin zorluğunu yakından dinlediğim için, gözüm yemedi...Keşke yesey miş aslında...Tam da bana göre bir işmiş..İnsan sonradan anlıyor herşeyi...Hayatta hiçbir şeyi doğru yapamadım ki zaten...O nedenle kzım Kompozisyon ( veya müzik diyelim) bölümünü istiyorum dediğinde, hiç vazgeçirmeye çalışmadım...Neyi seviyorsa onu yapmalı herkes... Yoksa, yaptığı iş, insana azap veren bir çark haline geliyor...Sonunda kazanacağın paranın öne mi, bir yerde var ama, bir yerde de yok aslında...Önemli olan, zevk aldığını yapmak..Gerisi tamamen duygusal....Şunu demek istiyorum ki, bir Hıncal, bir Haşmet, bir Ayşe...kolay ve o denli zevkli bir yoldan para kazanıyorlarsa ( şimdi bunu okusalar, amma da kolay derler ya, o da ayrı bir konu) bu, onların, baştan doğru karar verdiklerini gösteriyor..Ama şu Olasılıksız kitabı na göre, bu kararlarının doğru çıkabilmesi de, çevrelerindeki kişilerin karalarına bağlı olarak gelişmiş sonuçta..Yani bu kitaba göre, sen, binlerce şıktan birine karar verebilirsin ama, bu karar da binbir olasılık taşıyor..Doğru çıkması onlara bağlı tamamen..Yani duygusal..Olasılıksızı okuyun arkadaşlar...Okumazsanız, çok şey kaçırmış olacaksınız...Bunu üzerine kitap tanımam artık...Şimdi bu kitabı, damadıma verdim, not da koydum içine..Derhal başlamanı öneriyorum diye...Size de aynı şeyi söylüyorum..Ben, ikincisine başlıyorum aynı adamın..EMPATİ..Şu elim deki LUİCİTO bu gece biter nasılsa...Empatiyi bugün alacağım D&R' DAN..Yarın da ona başla rım... ıvır-zıvırla kafanızı şişirdimse affola...İyi hafta sonları..

3 Nisan 2009 Cuma

CHERBOURG ŞEMSİYELERİ

Bu güzel film, gençlik yıllarıma ait ....Hiç aklımdan çıkmayan, çok hoş bir filmdi..Bilmem, anımsa yan çıkar mı? Catherine Deneuve'ündü....Müzikal bir film..Fakültede okurken, sık sık gittiğimiz en yakın sinema, Beyazıt'taki Marmara sinemasıydı...Orada izlemiştik grubumuzla...Deneuv'ün en güzel yıllarıydı...Çok zarif bir kadındı o....Kuğu gibi...Şu anda, (fızy.org.a ) da dinlediğim, o yıllarda kalan bas bir ses Jacques Brel...Ne me quitte pas ' yı söylüyor...Nedense bu filmi anımsat tı bana...O denli lirik bir şarkı ki, ağlatıyor insanı...Genç yaşta öldü bu adam da..Tıpkı Tanju Okan.. Benzerler birbirlerine zaten...Ders çalışırken, radyoyu açar, dinlerdik o zamanlar...Koca man Grundig teypler vardı..Ya da, borulu gramafonlar...Biz, ancak radyoyle yetinebilirdik..Öğren ci bütçesi, ne olacak...Şimdiki gibi, herşey bulunmazdı ki o zamanlar... Öğrenciyken gittiğimiz tek sinema Marmara değildi tabii..Beyoğlu'nda, Yeni Melek, Konak, As... sık sıkı giderdik...Ne güzel filmlerdi onlar Yarabbi...Bir Batı Yakasının Hikayesi örneğin...5 defa gittim...Dr.Jivago, Kiev'deki Adam vs..Çıkınca da hemen derse dönerdik...Güzel günlermiş... İnsan özlüyor...Gecenin bu saatinde, bunları aklıma getiren J.Brel oldu tabii...Eski filmler, şarkı lar mı daha güzeldi, yoksa bunlar gençliğimizi anımsattığı için mi daha güzel görünüyorlar bana, bilemiyorum...Bunu, ancak Hıncal bilebilir...O Hıncal'ım ki, seçtiği parçaları cd haline getirmiş ler...Dinlemeye doyulmayan şarkılar var içinde iki cd'nin de..Diyorum ya, zevklerimiz aynı diye.. Haksız olmadığımı, bir de buradan anlamış oldum böylece...Şimdi benim Isparta'lı sevgili arka daşım içinden ne diyor acaba?...Haa, bu arada...Bu Isparta'lı Spartaküs'ün, yarınki 4 Nisan, doğum günü...Kaç yaşına gireceği önemli değil...İnsan, her zaman, hissettiği yaştadır zaten... Tüm dileklerini gerçekleştirmiş bir insana, daha ne dilenir Allah'tan? Sağlık bence..O olmazsa neyin anlamı kalıyor ki...Sağlık diliyorum ona..Datça'ya yerleşip, azade günler, yıllar geçirmesi ni diliyorum...Şarkı söylemeye devam etmesini, yaşamın tadını çıkarmasını diliyorum...Ne me quitte pas Spartaküs...

1 Nisan 2009 Çarşamba

NİSAN 1

Bugünün gereğini yerine getirdim...Ne yaptım? Anlatayım biraz...şakalarımı..Aslında, gün daha bitmedi..Devamı da gelebilir..Belli olmaz... Önce, bir yakınımdan işe başladım..Sıhri hısım bir bayandı bu...Telefon ettim....Ben evleniyorum dedim.." Hiç havamda değilim Gönül hanım..Şaka yapmıyorsunuz, değil mi?" dedi..Ama nisan 1 dan habersiz olduğu belli...Yoo..dedim...İnandı tabii..Hayırlı olsun filan dedi..Kimmiş, anlattım.. "Bu yaz kampa gideriz artık" dedim...Sonradan söylüyor, gelir miyim demiş içinden...Bozuldu biraz...Devam ettim ben...İyice inandırdım.. En sonunda açıkladım..."Nasıl da yuttum ben bunu" diyerek hayıflanmaya başladı...Öyle bir şey yapmayacağıma emin çünkü... Ardından, tam resim dersime girerken, gruptan birini aradım, tam kapıda.." Derstesiniz değil mi? Ben gelemeyeceğim.." "Neden?" " Akşama Prag'a yolcuyum".."Aaa, hiç haber vermeden mi" "E, veriyorum işte..Hadi çok işim var. Sonra görüşürüz." dedim ve kapadım telefonu..Sonra zili çalmamak için, biraz bekledim, apartmandan biri çıkarken daldım binaya..9.kata çıkınca çal dım zili...Bir açtılar, ben..Nasıl şaşırdıklarını anlatamam...Kızdılar kendilerine..Sazan gibi inandık diye...Seneye görürsün sen, dediler..İnşllh görürüm dedim... Şakalar, zararsız olduğu sürece güzel, bence....Eşşek şakası olmadıktan sonra, mesele yok...Öğ renciyken yaptıklarımız aklıma geliyor da, ne hoşmuş o günler diyorum kendi kendime..Hayat ta, insanın elinde ne kalıyor zaten yıllar geçince..Sadece anılar....Güzel anılar olsa keşke her zaman...Çünkü, kötüleri anımsamak, insanın içini acıtıyor... Sırada Ispartalı arkadaşım vardı ama, hastaymış..Hadi o kalsın dedim içimden...Yoksa, onu da bir güzel aldatmak vardı ...Seneye...Bu arada, acil şifalar diliyorum kendisine...İyi ve temiz bir insandır..Bu yıl kurtuldu benden... Gece, biri daha var aklımda...Ona da bir mail fikri var kafamda...Rahat inanacak..Bu yazıyı okumadan, halletmeli....Sevgili Ülker arkadaşım..Dünya kibarı... Şimdilik iyi akşamlar diliyorum...

HINCAL'IMA TEŞEKKÜR

Bugün Nisan 1......Kafamın içindeki binbir düşünce ile dolu olarak geçirdiğim gecenin ılık sabahına uyanmak, güzeldi..Ancak daha güzeli, gözümü açar açmaz okuduğum Hıncal'dan geldi...Ona da bir arkadaşından gelmiş....Bir internet sitesi..(fızy.org.a).. Bu kadar..Giriyorsunuz ve...Aklınıza takılan bir şarkının sözleri...Hatırlayamadığınız...Bölük pörçük...Yazıyorsunuz...Anında karşınıza bir liste çıkıyor...Tıklayın hangisini istiyorsanız, doya doya dinleyin arkadaşlar...Şu anda benim yaptığım gibi...Dinlemek isteyip de özlediğim bir şarkıydı bu....Ahmet Özhan'dan.."Rüya gibi uçan yıllar, biraz durun, durun biraz...../ Kaybolan günlerim için, hesap sorun, sorun biraz.../ Güzel bir kumral uğruna, küstüm esmer beyazlara.../ Bu akılsız garip başa, şimdi vurun, vurun biraz.." 4 kez dinledim...Devam edeceğim daha..Bıkıncaya kadar....Oh, dünya varmış.... Teşekkür ede rim sevgili Hıncal.....Bana kalsa, bütün bir gün, o şarkıdan bu şarkıya, akşamı bulurum..Ne yazık ki, bunu yapamayacağım..İşler beni bekliyor....Ve resim dersim var...Gitmek gerek..Yalnız, şim di biraz kafa çalıştırıp güzel bir aldatmaca bulmalıyım resim grubuma..Rahat duramam..Yap malıyım birşey..Görüşürüz arkadaşlar...