23 Aralık 2010 Perşembe
yazamamak
Başlık bu olunca, neden bahsedeceğim de açıklığa kavuşmuş oluyor...Nisan ayından beri yazma
mışım...ben de şaştım bu duruma...ama sonra düşündüm...yazmak, benim için çok önemli bir işti...zevk duyduğum bir iş...bu zevkin önüne başka ne geçebilirdi ki, beni yazmaktan alıkoysun?..bir varlık...küçük bir şey....ama bende değeri evrene bedel...işte o zuzu......kızımın kızı.. 3.kızım....zuzu, 30 nisanda doğdu....şu anda 8 ayın bitmesine az bir süre kaldı...doğumundan beri hep yanındayım...gün gün gelişimini izliyorum...her mimiğini biliyorum...çıkardığı seslerin anlamını kavrayabiliyorum...onu göremediğim bazı hafta sonları oluyor, o günler onu çok özlüyo
rum....bu sevginin sıcaklığı, içimi ısıtıyor....bir bebeğin gözleriyle neler anlatabileceğine, şaşarak
bakıp kalıyorum...onun yürümesini, konuşmasını dört gözle bekliyorum...bazı resimlerini koyacağım, fazla söze gerek yok....
3 Ekim 2010 Pazar
ege'nin iki yanındakiler
Puslu bir ekim sabahına açıldı gözlerim bugün...Ama içimde bir kıpırtı vardı, bir sevinç....Yıllardır
özlediğim bir şey...Belki taa çocukluğumdan beri süregelen gizli bir sevgi....6-7 eylül de diyebiliriz
bu sevginin başlangıç tarihine...Onca eski....eski ama üzeri küllerle örtülmemiş, kapanmamış... Hep kalakalmış gönlümün bir köşesinde....Bugün o hüzünlü sevgi, tekrar cisimlendi sanki....ete kemiğe büründü....karşıma çıktı....tilda, tanas, yorgo, simi, sofi vd..oldu, konuştular benimle..içim
acıdı, gidenleri düşündükçe...sustum, yutkundum, utandım tarih adına... elimden ne gelir dedim tek başıma....ama belki birleşirsek, belki bir bir gönüllerini almaya başlarız, kanayan yaralarına melhem oluruz doğduğu toprağı özleyenlere......tahta masalarda yarısı içilmiş bardaklarını bırakıp gidenlere....buradan bir turunç fidesi olsun isteyenlere...hep bunlar geçti aklımdan....
Evet, bir 6-7 eylül günü, dehşeti yaşamıştım, küçük bir çocukken... şimdiki gibi tv, face, twitter
bile yokken....yapılanlar korkunçtu....anında haberini almıştık....Fatih, Malta Caddesinde oturu
yorduk....En çok Perşembe Pazarıydı, Karaköy'dü olay yeri....Ertesi gün gazetede fotoğrafları görmüş, korkmuştum...ve o oldu, gittiler....Onlar gitti, ben çok sonraları anladım değerlerini....
Sadece ben değil, aklı başında olan herkes.....Bu şehrin asıl sahiplerinin onlar olduğunu....Ama
gittiler bir kere...Yalnız İstanbul'dan değil....Bozcaada, sevgili ada'm....Tabii Gökçeada da öyle...
Bomboş kalmışlar adalar.....Nüfus sayımında, Bozcaada'yı kaza olarak gösterebilmek için, Ça
nakkale'ye geçip yalvar-yakar insan çağırmışlar adalılar...3 kişi, 5 kişi, neyse...o kadar boşmuş çünkü....Bunun ne acı bir şey olduğunu anlamak için empati yapmaya da gerek yok.....sizin vata
nınız olan bir yerden sille tokat kovuluyorsunuz....bu kadar....Gittiğiniz yerde de hoşgeldin de
miyor kimse.....Ne yaparsınız? Zor, çok zor....Burdan oraya giden ve henüz hayatta olanlar....
Ben şu anda onlara sesleniyorum.....Şahin beyin de dediği gibi.....Dönün kardeşlerim, yurdunuza
yuvanıza dönün....Neyimiz varsa paylaşalım....İlk günler, sizleri evimizde ağırlayalım....Bu ülke
yi iyi bilirsiniz...Misafiri çok severiz....Size biz misafir oluncaya, bir kahvenizi içmeye gelinceye kadar soframız açık olacaktır....Yeter ki, bu kabalığımızı affedin...
25 Nisan 2010 Pazar
gece, sessiz ve karanlık..
Karanlıktı gece, Yeditepe'den çıktığımızda....ama sessiz değildi....Saat henüz 21 di çünkü...Konserin ikinci bölümündeki koro şar-
kılarını dinleyemedim....Neden mi? Anlatayım....Macide, koro arkdaşlarıyla gideceğini söyleyince, Kayışdağı'na kadar yalnız
gitmem gerekiyordu...Kızım razı olmadı buna...Yalnız göndermem ben seni oralara gece vakti diyip, beni götürme görevini üstüne aldı..Bunca yıldır kendisine göz-kulak olan ben değilmişim gibi...İyi de, alaturkayı "hiç" sevmez ki....Daha salona girer
girmez söylenmeye başladı...." Yaş ortalamasına bak" dedi ilk önce....Kalabalık ve yaşlı bir salon...Daral geldi kızıma....Öf pöf
demeye başladı...İnsanın yanında böyle sıkılan biri olunca, müziğin de tadına varılamıyor doğrusu...Konuk sanatçının Ayşe Taş olması, durumu ağırlaştırdı..Çünkü, o ikinci bölümde çıkacak, 5 şarkı söyleyip yerini koroya bırakacak ve onlar sona erdirecek
konseri...Program böyle...Dolayısiyle, benim ikinci bölüme de kalmam gerek...Zar-zor razı oldu ve uzuuun bir ( ara ) dan sonra
sunucu sahneye çıktı, sazlar yerini aldı, neredeyse başlayacak ikinci bölüm....Ama.....millet daha dışarıda....İşte, Türk olduğumu
zun isbatı...Gerçi gong çalmadı ama, öyle uzun bir zaman geçti ki dışarıda, seyircilerin bunu düşünüp, salona daha çabuk dönmeleri ve yerlerine yerleşmeleri gerek...İlk bölümdeki koşmaları, patırtı ve gürültüleri henüz adapte olmadılar diye sineye çektik ama....İkinci bölümde de bunlar devam etti...Gelmeler, gitmeler, birbirlerine önden arkaya, sağdan sola konuşmalar, otur
malar-kalkmalar, ikide bir flaşlar......Yok, bizi almasınlar AB ye filan....gerçekten yapamayız biz....Başkasının hürriyetinin baş-
ladığı yerde benim hürriyetim biter...Bunu, kat'iyen beceremiyoruz...Saygısız bir toplumuz vesselam...Üstelik ter, lahmacun ve ağır parfüm kokuları da cabası...Yahu burası, Türkiye'nin en gözönünde okullarından birinin salonu....Burda da böyle davranıl
maz ki......Mahalle kahvesi halt etmiş yanında....Yazık, çok üzüldüm halimize....Zaten her zaman üzülerek dönüyorum eve...
İşte sırf kızım daha fazla sıkılmasın diye, konserin bitmesini beklemeden çıktık...Belki de iyi oldu..Bir de otoparktan çıkma
karmaşasını yaşamamış olduk...Mithat Bey'in korosunun çok güzel çalışmış olduğu belliydi...Seçilen eserler nefisti...Sololar
çok hoştu...İlk bölümde hicaz parçalar vardı:. . . . . . . Birkaçını sayabilirim. . .
- Terket beni artık yetişir, sende vefa yok, gül mevsimi gelmiş, ne çıkar, derde deva yok................... . . .
- Mah yüzüne aşıkanım, taze bitmiş gül fidanım...................... . . . . .
-Acaba şen misin, kederin var mı?..Ne kadar dertliyim, haberin var mı?......................... . . .
- Yalan değil, pek kolay olmayacak unutmak..öyle zor, öyle zor ki seni içimden atmak........ . .
- Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına, ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına........ . .
- El çek tabip el çek yaram üstünden, sen benim derdime deva bilmezsin..... ( bu şarkıyı yeni duydum )
- Aşkı seninle tattı hicranla yandı gönül................. ..................................... ................. .. .
İkinci bölümde Ayşe Taş, bir yaz imbatı gibi...geldi geçti sanki.....Güzeldi..ama yetmedi doğrusu....Bir o kadar daha söylese yeriydi..Segah şarkılar söyledi ki, en sevdiğim birkaç makamdan biridir...Bayıldımmmmm...... Şunları söyledi:.........
- Etti o güzel ahde vefa müjdeler olsun, ey âşık-ı şûride sana müjdeler olsun............. . . .
- Sûy-i Kağıthanede mecnun misal, bekledim râhın efendim, bi-mecaâl................. ....... ..... .......................................
- Gece sessiz ve karanlık yine herşey uyumuş, bilirim susmayacak kalb-i viranımdaki kuş........................ ........................
- Ayrılık yaman kelime, benzetmek zordur ölüme, kim uğrarsa bu zulüme, gündüzü olurmuş gece............................. . .
-Aşkın o sihirli elini hisseder gibiyim.... ......... ....................... ........................
Ve sonra çıktık.....Yine de Mithat Bey'in yılsonu konserini yaşamış olmaktan dolayı mutlu oldum tabii....Yarım da kalsa.....
Bu, pazar günleri, iyi şeyler olabiliyor işte böyle...Sabah, Yaşamdan Dakikalar da güzeldi bugün...Programa Oktay Kaynarca'yı
davet etmişler...Zafer Gündoğdu eşliğinde türküler söyledi.....Duyarak söylüyor, severek söylüyor Kaynarca...Bu işe gönül
vermişlerden o...Tarzını seviyorum doğrusu...Ardından Haşmet, bunca yıldır durduğu yerde hiç dikkat çekip gitme özlemi ya
ratmamış bir yapı hakkında konuştu.....Hıncal'ımın bile gidesi geldi...Muradiye Külliyesi.. Bursa'da....Tanpınar'ın şiirine konu
olmuş o asûde yer... Süheyl Hocamızın pekçok suluboyasında görüp tanıdığımız ata yadigarı bir eser....Bu külliye hakkında
detaylı bilgiyi, google'dan ednebilirsiniz...Ama Haşmet söyleyince kıymete biniyor nedense heryer...12 türbesi, imarethanesi ve medreseleriyle, kalabalığın içinde bir mücevher sanki....Erken Osmanlı ruhunun yaşadığı bir yermiş....Ya da " zamanın durduğu yer" de denebilirmiş filan...Bursa zaten hala Osmanlı şehri gibi geliyor bana.....Anneciğimin doğduğu şehir oluşundan mıdır, bilmem...Seviyorum ben de Bursa'yı.....İskender'inden mi acaba?....
22 Nisan 2010 Perşembe
GÜNLER GEÇERKEN
2 nisandan beri yazmamışım....şaşırdım bu duruma...ilk şaşkınlık, Ülker'den geldi....."Kaç gündür niye yazmadın?" diye...Dün gece...Haklıydı doğrusu...Bu karmakarışık kafa, hayat olayları karşısında tuşa gelmiş, havlu atmıştı çünkü...Arada olan güzel
şeyler sakinleşmeye yetmedi belli ki............................................................................5 nisan'da CKM' de Baro'nun konseri vardı...
Ne güzeldi o gece...Seçilen şarkılar, gerçekten çok hoştu...Gözlerinden içti gönlüm neşeyi, Gece sessiz ve karanlık..., Gün gelir de beni unutursun demiştin, Bir gönül hikayesi anlatırdı gözlerin, Mehtaplı gecelerde hep seni andım....vs... Tabii herkes bera-
ber söyledi bunları....Önümüzde, 25 nisandaki Yeditepe'nin konseri var, Yılmaz Beyin korosunun...Gitmek şart.........................
Sonra, aradaki günler, kah ajansa gidip gördüğümüz, kah eve gelen yardımcı adaylarını dinleme ve değerlendirmeyle geçti......
Netice sıfır...Henüz istediğimiz gibi birini bulamadık...Bulacağımız da şüpheli....İstemeden de olsa, birine razı olmak zorundayız.
18 nisan pazar günü, sabah erkenden, Hıncal'ımı feda edip gittiğimiz Boğaz turu çok güzeldi....Kızımla birlikte, erkenden yola
çıktık...Çünkü 11 oldu mu, kıyı kahvelerinde yer bulmak imkansız oluyor....Çengelköy'de alaminüt bir kahvaltıdan sonra, Kandil
li'ye geçtik....İskelede, 2 balıkçı, Suna'nın Yeri için kalamar temizliyorlardı..Uzun uzun seyrettim ve öğrendim..Zor ama yapılabi-
lir......Bozcaada'nın kalamarları aklıma geldi onlara bakarken...Serindi hava, üşümüştüm ama ada aklıma grelince içim ısındı sanki....Bir süre martıları izledik sessizlik içinde...Sonra Kanlıca'ya gittik....Deniz Okulunun önünden yukarı Boğaz'ın ucuna
doğru giderken....... yine Schubert çalıyordu...4.senfonisi....bitiyorum bu parçasına.....Beykoz'a gitmeden, Kavacık sapağından
eve dönüş yaptık, bagajda Çengelköy salatalıkları ve simitleri vardı....Boğaz'ın üst taraflarını bir başka pazara bırakarak geldik
eve...Gece de, apartmanımızın yıllık toplantısına gittim zorunlu olarak......ve yöneticiliği yüklenmiş olarak döndüm eve....Ne ka-
dar itiraz etsem de dinlemediler beni, size yardım ederiz diyerek.....Apartmanda terör estirmezsem namerdim....Hodri meydan..
Siz misiniz bana bu işi yapan?....İşte böyle....Herkese güzel baharlar dilerim...
2 Nisan 2010 Cuma
ZARİFİ BAR
"Biiir daalda i-kiii kirazzz..." diye başladı Suzan Kardeş....İlk şarkı bu....Gel de anımsama sevgili eniştemi....Çocuklarla bir olup
onların gönlünü kazanan bir insandı o....Bu şarkıyı, nedense o yıllar çok seviyorum ve mırıldanıyorum..Eniştem de duymuş olacak ki, ikide bir bana bakıp "Bir dalda iki kiraz" diye dalga geçiyor benimle...Kızıyorum..Kızgınlığıma gülüyor hepsi...Çocuk-
luk işte....Suzan hanım da böyle başlayınca repertuara, elimde değil, gözlerim doluverdi...Nur içinde yatsın sevgili eniştem....
31 mart çarşamba gecesi, 7 kişilik grubumuzla birlikte gittik Zarifi'ye....Gece çıkmaya hiç alışık olmadığım için garipsedim ama,
nasıl olsa kalabalığız diye de güven geldi ....İstiklal Caddesinden ürküyor herkes....Gündüz iyi de, gecesinde yaşananları duydukça insan irrite oluyor...Ama gereksizmiş bu duygular...Gece de, gayet medeni insanlar.. ara sokakta, oturmuşlar , çay-sigara içiyorlardı çıktığımızda...Kimse kimseye dönüp bakmadı bile....Zarifi'nin içi ise, söylemeye gerek yok, evimiz gibi, aile gibi bir yerdı doğrusu...Herkes eğlenmeye, şarkı söylemeye, kurtlarını dökmeye gelmişti...Kimse kimseyle ilgilenmiyordu...Suzan
Kardeş'i tv den, cd lerinden tanır ve severdim...On parmağında on marifet bir göçmen o...Şarkıları çok güzeldi..Her yöreden tür-
küler söyledi...Vardar Ovası, Çökertme, Osman Ağa, Batsın Bu Dünya,Damat Oyunu.....Daha bir dolu türkü ve şarkı....Folklorik
kıyafetleriyle 2 boşnak da oyunlarıyla türkülere eşlik edip, oturanları coşturdular...Menü zengindi..Yiyecekler, devamlı geliyordu.
Hizmet, hiç aksamadı....Özetle çok memnun ayrıldık...Pazartesi geceleri arabesk gecesiymiş, salıları da sirtaki....Yani bir de salı gecesi gitmek iyi olur diye düşünüyorum...Gecelere akıp hayatını yaşayanları kınardım ama demek güzel oluyormuş yahu....
Hiç haberim yoktu...Sevdim ben de....Şimdi sırada, daha Zeki Çetin vaaaar, Fındıklı'daki Sardunya vaaaar.....İyi, değil mi?
31 Mart 2010 Çarşamba
SAMATYA
İlkokula başladığım semt....Henüz 6 yaşını bitirmeden girdiğim Samatya İlkokulu...Adı böyle miydi, onu bile anımsayamıyo -
rum....3 katlı, yarı ahşap bir evdi oturduğumuz yer..O eve dair çok anım yok...Ancak, benim için önemli sayılanlar hariç tabii...
Mutlu bir 6-7 yaş diye düşünüyorum...Kapının önünde, merdiven taşına örtüler serip evcilik oynadığımız, çamurdan köfteler yapıp, gazoz kapaklarını tabak diye dizdiğimiz yıllar...Yılların hiç geçmeyeceğini sandığımız yaşlar....Sanki hep çocuk kalacağız
diye düşündüğümüz zamanlar...30 lu yaşlarındaki anne-babalarımız, ne kadar da yaşlıdırlar...Hele anneanne ve dedelerimiz...
Öfff, çok ihtiyarlar....Onların da bir zamanlar çocuk ve genç olduğunu hiç aklımıza getirmediğimiz o yaşlar işte....O yaşlarda ben, Samatya'dayım...Kısa bir süre oturduk o semtte...Ama caddelerini, o ünlü merdivenini, Langa'dan gelip Yedikule'ye doğru
giden tramvayları, köşedeki 10-15 basamakla çıkılan Karakolu....Merdivenden çıkıp Aksaray tarafına dönünce, hemen oradaki
Hayat Ablanın evini....( Şimdi Şaşkınbakkal'da, bize yakın oturuyor)...Bunları çok iyi hatırlıyorum...Başka şeyler de var tabii
ufak ufak...Tüm bunları yeniden yaşayabilmek için, hayattaki tek akrabam olan Teyzem'le, uzun zamandır Samatya'ya gitmek
istiyorduk...Onun derdi başka...O, flört bile etmeden nişanlandığı ve ömür boyu mutlu- mesut yaşadığı sevgili eşiyle gezdiği
Narlıkapı sahilini görmek istiyor.....Nişanlıyken, beni de yanlarına katarlardı, yalnız göndermemek için...6 yaşındayım...Enişte-
mi çok severdim...Harbiye öğrencisi o zamanlar...Çok yakışıklı....Yeşil gözlü, 1.80 boyunda, kumral bir adam...Birbirlerine görür
görmez aşık olmuş 2 genç....Teyzem de, yakan güzellerden...Ben de yanlarında çömez...Elhak eniştem çok iyi bir insan..Ölünce-
ye kadar, bütün aileye saygı ve sevgiyle yaklaşmıştır ve bizleri hep çok sevmiştir...Biz de onu tabii..İşte bu Teyzem, Samatya'yı görmek ister tekrar...Kimbilir ne anıları var oraya dair....Bu sabah....Greek music'in face'e koyduğu o güzel şarkıları dinlerken, bir yandan da alttaki yorumları okuyorum....Adminlerden Reha Bey, 5-6 gün izin istiyor...Neden diye soranlara da cevap veri-
yor.."4 Nisan Paskalya Bayramı..Bu yıl, ermeniler ve rumlar paskalyayı aynı tarihte kutlayacaklar..Ben de biliyorsunuz çörek-
çiyim....Samatya Şan Pastanesinde çörek yapıp satışa sunacağım"....Ehh, şimdi....Artık Samatya'ya gitme vakti gelmiş midir,
gelmemiş midir?....Bazı şeyler oluyor ki, kendiliğinden devamı geliveriyor...Bu da öyle birşey....Ben, bu pazar Samatya'dayım arkadaşlar.....Gelmek isteyen varsa, takılsın bana.....Yayan veya arabayla...Hiç farketmez...Sokaklarında dolaşacağım....Çok
geniş bir caddesi vardı yukardan aşağı inen...Dedem elimden tutar kendi evlerinden, bize getirirdi beni....İyi hatırlayamadığım
uzuuuuuun bir duvar var gözümün önünde, kaldırım buyunca sürüp giden....Onu bulacağım...Duruyorsa tabii...Fotoğraflar
çekeceğim..Sonra da bunları face'te yayınlayacağım......Görüşmek üzere.....Bir not: Bu gece Zarifi'deyiz...
26 Mart 2010 Cuma
KARA CUMA
Saat 17 gibi, Kadıköy çarşı içindeki Çiya'dayım...Nefis yemekler...İyi bir servis..Keyfim yerinde olmalı...ama herşey göründüğü gibi olmuyor ne yazık ki....Berbat bir durumdayım...En fena günlerimden biri diyebilirim...Sabahın 11 inde, Kozyatağı'ndaki Acıbadem Hastanesinde, ne doktoru olduğunu söylemiyeceğim bir bayana muayene olduktan sonra, yine hayatımı karartan bir günü yaşamaya başladım...Bir de ciltçi görsün dedi...." Parça alabilir, ağrılı bir işlem olduğu için genel anestezi uygulanır....O sırada ben de bir parça alırım ...2 işlem bi arada çıkar.." dedi....Aman yarabbi...Neler duyuyorum ben dedim içimden...Elime, ya-
pılacak işlemler yazılı bir kağıt verdi..."1.kata in..Laboratuara git..Kan alsınlar...Mr katına in sonra...Gün al mr için...Ciltçiye de gir bugün..."...Serseme döndüm tabii bunları duyunca...İndim katları robot gibi....Kan verdim..Mr katına gittim, pazartesiye
randevu aldım....6 saat önceden aç olmalıymışım...Sonra aptallaşmış bir halde caddeye çıktım...Gözlerimde yaşlar...Köşedeki
simitçi ağladığımı gördü diye yürüyüp öbür tarafa geçtim...Kızımı bekliyorum..Gelip beni alacak, Kadıköy'e ineceğiz...Hayat devam ediyor çünkü....Ajansa gidip, bakıcı adaylarıyla görüşeceğiz...Kaldırımda binbir karışık duygular içinde beklerken.....Aklı
ma Barış Bey geliyor....3 yıl önce zonamı iyileştiren, 23-24 yıl önce de annemi, 1 yıl çektiği yaradan kurtaran doktor...Ona güve
niyorum....Öyleyse niçin ilk önce ona gitmiyorum dedim...Telefonuma bakıyorum..Numarası var..Hemen, hiç düşünmeden bası
yorum, açılıyor..." Bugün beni görmeniz lazım" diyorum..."Trafikteyim...Muayenehaneyi arayın " diyor...Numara yok diyorum..
Söylüyor...Bu defa sekreteri çıkıyor karşıma..." Veremem bugüne" diyor...."Olmaz...Konuştum kendisiyle..Gel dedi" deyip yalan
söylüyorum...3 te gelin diyor bayan...O saate kadar, ajansta 5 adayla görüşüyoruz ve sonuç alamadan, Moda'ya doğru yürüyüp
Barış Beye gidiyoruz....Uzun uzun bekliyoruz....Korkudan midem bulanmaya başlıyor....Nerdeyse panik atak halindeyim..
Sıkıntıdan ölmek üzereyim....Kızım da sıkılıyor..Çıkıp Mango'ya gidiyor ve geliyor...Neyse, nihayet sıra geliyor....Muayene
sonunda , kanser tehlikesi bulunmadığını, ama yine de inceleme yapacağını, safha safha her analizi, her tahlili isteyeceğini,
bunun ancak mantar veya liken olabileceğini söylüyor.....Biraz rahatlamama rağmen, korkularım gitmiyor...Çıkıp biraz ileri
deki laboratura gidiyoruz....Orada 2 test için parça alınıyor...Acıyor.....Ağlıyorum...Saat 16 olmuş....Reks'in sokağından geçip
Çiya'ya gidiyoruz.....Düşünmeden yemeğe çalışıyorum...Çıktığımızda soğuk hava yüzüme çarpıp ayıltıyor biraz....İski'ye
doğru yürüyoruz uzun uzun...Otoparka ulaşmak zor geliyor....Hava kararmaya başlamış...Tıkalı trafiğe dayanıp adım adım
Yoğurtçu Parkından Stadın önüne, sahil yoluna ve eve....geliyorum...Ardından, binbir pislik varmış gibi üstümde, kendimi arındırma çabalarım başlıyor....Ahh güzel evim....Ne hoş bir limansın şu anda ....Dalgalardan uzak....Bu sükuneti seviyorum...
Gözlerim kapanıyor....Yine de yaşlı....Uyuyorum....
24 Mart 2010 Çarşamba
26 ŞUBAT 1992
Dağlık Karabağ'da Hocalı diye bir yer.....O gün, vahşetin en beteri yaşanmış orada....Sonradan gelip görenlerin tüyleri diken diken olmuş....Ermeniler, içlerindeki intikam duygusunu, hamile kadınların karnını yarmakla gidermişler....Kan gölüne dönmüş heryer....Bunlar, insanlığa sığmayan davranışlar....Bir canlının, bir başka canlıya hunharca saldırması için, nasıl motive edilmesi
gerekiyor, neler yapılıyor, beyinler nasıl yıkanıyor, bilmiyorum ama, Hocalı katliamını yapanları nefretle kınamak normaldir...
Ancak, benim sevgili ermeni komşularım....Pürastan..Nişan....Haçik amca....Madam Dona....böyle şeyler yapamaz.....yapmaz...
Yap diye zorlansalar da yapmazlardı...O zamanki Ermenilere, bu vahşeti yaptıran duygular neydi peki?....Herbirinin içdünya-
sında, ne fırtınalar esiyordu?...Yalnız Ermeniler miydi, tarih içinde, bir başka milletin fertlerini acımasızca öldürmeye koşan?...
Değildi tabii....Bugün gelen bir mailde, Amerikalıların, Kızılderililere uyguladığı imha yöntemleri açıklanıyor örneğin...2.Dünya
savaşında Yahudilerin uğradığı soykırım, zaten bilinen bir konu....İspanya, İngiltere, Fransa, Amerika.....birçok devlet, çeşitli
nedenlerle, ençok da toprak uğruna, bu gibi vahşet dolu geçmişe sahipler....Yani, tencere dibin kara...misali....Hal böyleyken,
bazı devletler, neden acaba, sütten çıkmış ak kaşık sayarak kendini, bir başka devleti suçluyor....veya, dinbirliğine dayanarak
konsensus oluşturup, örneğin bize, neden saldırıyor?....Bir dönüp baksalar kendi tarihlerine, daha beter yaşanmışlıklar bulacak
lar aslında....Ama hayııııırr....Hani trafikte ters yola girip de, karşıdan, doğru yolunda gelen araca küfür edip elkol işareti yapan
şoförler vardır ya....Aynı onlar gibi....Kendi ayıbını görmeyip, görmezden gelip, üste çıkan arsız yüzsüz tipler.....İşte, fertler gibi, devletler de böyle yapıyor.....Ermeniler Hocalı'da bunu yapmışlar....Bir başka zamanda da Osmanlı devletinde bunu yapmışlar....
Biz de boş durmamışızdır herhalde....Ama bunlar, tek taraflı kötülükler değil ki....Herşey karşılıklı...Çünkü her canlı kendini
savunma içgüdüsüne sahiptir...Bu, doğal bir davranış....Tarih içinde bunlar olmuş bitmiş....Artık....Bu yeni zamanlarda...Ne
eskinin hesapları kurcalanmalı, ne de aynı yollara başvurulmalı....Bence doğru olan budur....Tabii kimse benim fikrimi öğrenme derdinde değil.....Değil ama....Nostradamus...uzun yılllar ötesinden, bu durumları görmüş ve yazmış....Dünyanın sonuna doğru
3 din birleşecek.....Savaşların çare olmadığı anlaşılacak...Dünyada tek bir devlet bulunacak, tüm insanları kapsayan....Barış
gelecek....Aklın yolu bir'dir...Nostradamus,doğru yolu göstermiştir ....Uygulaması, büyüklere düşüyor....
20 Mart 2010 Cumartesi
sirtaki
Başbakan, 170 demiş....70 i şu, 100 ü şu....bir hesap kitaptır gidiyor.....O 100 den bahsederken, 70 i üzmeye ne gerek vardı?...Doğru tabii, başka açıdan bakılmazsa....O 70, bizim insanımız....Ben kadar, sen kadar Türk o da....Din ayrı diye, milliyeti gözardı edemeyiz...veya tukaka diyemeyiz....Ben ne kadar hak ve görev sahibiysem, burada yaşayan bir ermeni vatandaş da aynı hak ve görevlere sahip veya sorumlu.....Bu böyleyken, ayırım yapar gibi sözetmek, onları rencide etmek
demek oluyor....Buna kimsenin hakkı yok....Üstelik, asırlardır birarada uyum içinde yaşamışız ermeni ve rumlarla....Bizler
birbirimizi severiz...Tek tek fert olarak ilişkilere bakıldığında, bunun böyle olduğu açıkça görülebilir....Yıllar içersinde, pekçoğunu
hem arkadaşlık, hem komşuluk bağıyla tanıdım ...Ve çok sevdim....Kıyas yapmak istemem ama nice dindaşımdan çok daha nazik ve kibar olduklarını da görmüşümdür...Yani ezcümle.... bizler halimizden hoşnuduz ey büyükler....Ayrımcılık yapıp
huzurumuzu bozmayın....Bunu böyle dedikten sonra, gelelim şu sirtaki konusuna.....Dansı çok sevdiğim , malum bir şey..
Hele ki, dans eden bir erkeği, özellikle erkeği seyretmek...ne yalan söyliyeyim, çok hoşuma gidiyor.....Bu erkek, bir de sirtaki
yapıyorsa, değmeyin gitsin keyfime....Seyrine doyum olmuyor.....Face'te Greek müzik, bize bu zevki her an yaşatıyor...onlara teşekkür etmek gerek....Ama ben, bundan da öte, sirtakiyi kendim yapmak isterdim doğrusu....Ben daha kendi folk danslarımı oynamayı bilmem...ama sirtakiyi çok isterim, çocukluğumdan beri....Pekçok kere, canlı da izledim...ama oynaması ne kadar hoş olurdu, kimbilir.....Nefesim yetmez, o ayrı....Bir daha dünyaya gelirsem, oralarda doğup bebekken başlarım belki....Ancak öylesi
güzel olur....Tıpkı, Brezilya, Cuba veya Meksika çocukları gibi...doğuştan görerek.....Bizdeki Kars-Artvin ve Ege bölgesi oyunları
hariç...diğerleri beni sarmıyor zaten...En iyisi bir Atina turu yapıp, sirtakiye doymak....Her an canlı sirtaki....Öfff...
17 Mart 2010 Çarşamba
ANILAR

Woody Allen, bir filminin sonunda şöyle diyordu: "Herşey, zaman geçtikçe hafızamda silikleşiyor, yok olmaya başlıyor..." Bu
bir gerçek tabii...Herkesin bildiği bir şey....İşte ben de bu gerçekten yola çıkarak, şu blog yazılarına başladım ya...Yitip gitmeden
anılar veya ben....yazmalıyım bunları diyerek....Öyleyse dün geçirdiğimiz güzel günü de kaleme almak gerek.....Ne, "kalem" mi?.
Yazık.....O tüm hayatımızın önemli detaylarından biri kalem.....Yıllarca, çocuk gönlümüzün sevgilisi, kalemler.....Yaşamımızda-
ki yeri, ne de çok olan, renk renk, cins cins kalemler...Artık önemini kaybetmeye başlayan bir nesne.....Bir yerde bir telefon numarası yazacak olsak, hemen cep telefonumuz devreye giriyor...Bir metni yazacak olsak, işte bu alet, elimizin altında...Not-
lar, yapılacaklar da aynı....Yani, kalemin işlevi azalmaya başladı doğrusu....Kendi küçüklüğümü anımsıyorumda, hey gidi eski günler hey....Yeşil-siyah çizgili Faber kurşun kalemler, bizim için, bayağı bir lükstü....Kuruboya kalemleri... hayallerimi süs-
ler, gece rüyalarıma girerdi...Bayram öncesi gecelerde, yeni alınmış ayakkabılarımızı başucumuza koyup uyuduğumuz gibi....
Kalemlerimi de büyük bir düzenle, neredeyse öpe koklaya masama yerleştirdiğimi, alıp çantama koyduğumu hiç unutmuyorum.
Çok değerliydi bizim için, 12 renk kuruboyalar...Hazineydi....Şimdiki durum bir facia....Bolluk içinde yüzüyor çocuklar....Çeşit
çeşit kalemin hiçbir değeri yok gözlerinde....Onlara mutluluk vermiyor bizlere verdiği kadar.....Yokluk vardı ama mutlu olabili-
yorduk 6 renk boya kalemiyle bile.....Neyse....Dönüyorum düne....Dün, Karamancı grubumla, Bostancı'daki Cercis Murat Ko-
nağı denilen yerdeydik....Eski Doktorlar Klubü...İlkokul muzuniyet törenimizi orada yapmıştık..Tabii ki çok değişmiş, güzel-
leşmiş...Yemekler ve servis güzeldi....Mırra acı ama kahveler çok nefisti.....Kahve servisine bakan Mecit delikanlı, öve öve biti-
remedi mırrayı da kahveyi de....Çıkarken, birçoğumuzun elinde yarım kiloluk kahve paketleri vardı....Çünkü, içtiğimiz güzel
kahvenin nefaseti, içine katılmış diğer maddelerden doğuyormuş....İçer içmez demiştim zaten..."Sanki krema var içinde" diye..
Süttozu, vanilya, ceviz yağını saydı ama bize söylemediği başka birşeyler de olabilir doğrusu...O da meslek sırrı tabii.....Gül-
dük, eğlendik.....herzamanki gibi, birbirimizi tanımaya neden olan sevgili çocuklarımızın neler yaptığını anlattık.....Önümüzdeki
günler için planda yaptık.... 31 Mart ve 13 Nisanda buluşup eğlenmek için sözleştik....Özetle, bol kahkahalı güzel bir gündü...
Sizleri seviyorum arkadaşlar.....Hiç eksik kalmayın hayatımdan....
14 Mart 2010 Pazar
ŞARKILAR
Zamanında, adamın biri karısına "boş ol" demiş 3 defa...Boşanmış sayılmış....Ancak, güzel karısını bırakmaya kıyamamış olacak
ki, "hülle" istemiş....Hülle, bir çare..Yani, boşadığı karısıyla evlenebilmek için, yapılması gereken bir yöntem..Bu yönteme göre,
kadın, önce, başka biriyle evlenecek... onunla 1 gün bile evli kalması yeterli....ertesi gün boşanıp, ilk kocasına dönebilecek...
Eh tabii, bunun için de, karısıyla evlenecek, ehl-i namus bir adam bulunmalı ki, o 1 gecede, karısına el bile sürmesin.....Bula bula
Rakım Elkutlu'yu buluyor tanıdık eş-dost...Çünkü, Rakım Bey, kendi halinde, efendi bir insan....Bir beyefendi.....Kadın, Rakım
Beyle evleniyor..ve ertesi gün ayrılıyor.....Hülle gerçekleşiyor.....Herkes mutlu....Ve iki gün sonra, Rakım Beyin en güzel
şarkılarından biri ortaya çıkmış oluyor.....Sözleri şöyle:.." Mümkün mü unutmak güzelim, neydi o akşam......Rüya gibi, hülya
gibi bir şeydi o akşam......İçtik kanarak, bir ezeli meydi o akşam....Rüya gibi, hülya gibi bir şeydi o akşam...."...............İşte, bu
şarkının hikayesi böyle....Sevgili Macide, ( değerli hazine avukatlarımızdan) bu şarkıyı uduyla çaldı, bizler de söyledik.....Bugün...
Günler öncesinden, bugün için sözleşmiştik.....Tıp Bayramını kutlayalım diye değil tabii....Biz hukuçuyuz, tıpla işimiz, ancak
hasta olunca.....Biz, Kandilli günlerimizi anmak, birbirimizi görmek için toplandık .....Günden güne genişleyen bir grubuz artık...
Yavaş yavaş sayımız artıyor....Bir dahaki toplantımıza iki arkadaşımızı daha dahil edebilmek için, telefon trafiği olacağa benzer..
Bugün 5 kişiydik....Macide, Ülker, Emel, Nükhet ve ben....Saatler yetmedi konuşmalarımıza diyebilirim.....Akşama doğru, sohbet koyulaşınca, Macide, udunu getirdi....ve başladık en güzel şarkıları söylemeye.....Bakın bakın... *Sevmekten kim usanır..........
*Ömrümüzün son demi, sonbaharıdır artık...........*Belki bir sabah geleceksin, lakin vakit geçmiş olacak...........*Bu ne sevgi ahh,bu ne ızdırap.....zavallı kalbim ne kadar harab...Nasibim olsun bir yudum şarab..Sun da içeyim yarin elinden....................
*Bir kerre bakanlar, unutur derdi günahı.....Görmem gözünün nuruna daldıkça sabahı.....Ben hiç bu kadar sevmedim, ömrümce
siyahı.......Görmem gözünün nuruna daldıkça sabahı....Sonuncusu da nefis bir segah.....*Gece sessiz ve karanlık, yine herşey
uyumuş.....Bilirim susmayacak kalbi viranımdaki kuş.....O yeşil bahçelerin gülleri solmuş kurumuş.....Bilirim susmayacak kalbi viranımda ki kuş.......Makamların hepsi birbirinden güzel.....İnsan, hangisinin daha güzel olduğuna bir türlü karar veremiyor.....Biz doymadık bu şarkılara ve dedik ki......Sahil yolunda, Maltepeye doğru giderken, Zeki Çetin'in bir yeri varmış....Gökhan Sezen'le birlikte
yanılmıyorsam, çarşamba ve cuma geceleri fasıl masıl yapıyorlarmış....Hıncal'ım da yazmıştı.....Geniş bir grup halinde oraya
gidelim ....Bu işi düzenleme görevi de benim tabii......Uzun bir masa ayırtacağım ve o gece, söylenecek şarkıları hep birlikte söy
leyeceğiz.....Önceki yıl ,Cankurtaran'da geçirdiğimiz gece gibi olacak bu da.....Macide'nin, 5 Nisan'daki CKM'de gerçekleşecek
Baro konserine kadar bunu yapacağız.....İyi akşamlar herkese......
7 Mart 2010 Pazar
GÜMÜŞLÜK
Gece...saat epey ilerlemiş....başucumdaki telli pencere açık...hafif bir rüzgar, yalayıp geçiyor saçlarımı....tepedeki lambanın sıcaklığını hissediyorum yine de...çünkü henüz söndürülmemiş...herkes yatmadığı için...arkamı dönmüş uyuyorum ama kulağıma birden konuşma sesleri gelince...."Macide, kapat şu lambayı" dediğimi hatırlıyorum... Ortalık birden karanlık oluveriyor...Yatıyorlar...Ülkerle Macide...ne zamandır fısır fısır konuşmaktaydılar oysa........
.Bu anı, nerden geldi aklıma.....Bir arkadaşa anlattım biraz önce...Ekran koruyucu olarak, yazın çektiğim
bir fotoğrafı koydum bilgisayarıma, dedim...Hep karşımda...pırıl pırıl bir su.....Suyun içinde çakıl taşları tek tek görünüyor...
Sol tarafta, kıyı kahveleri....restoranlar....tam karşıda Tavşan Adası....Harika bir görüntüye bakıyorum her zaman...Haziranın
o sıcak günlerini anımsıyorum...İçim mutlulukla doluyor....Bunları böyle düşünürken, birden anladım ki, benim seyahat zama-nım gelmiş yine...Oysa ki yaza daha 3-4 ay var....Üstelik bu yaz, önemli bir nedenle tatile gitmek hayal gibi görünüyor....
Yine de ben ümidimi kaybetmiyorum..1 hafta, hiç olmazsa 1 hafta...belki kaçabilirim, kızımla birlikte....Bozcaada'ya...Gitmez-
sem, görmezsem adayı.....O rüzgarı, iliklerime kadar hissetmezsem.....Nasıl geçer kış?..... Aklımda Gümüşlük olmasına rağmen..
Ada'sız yapamam ben....O küçücük, dünya güzeli belde, Gümüşlük....Unutulacak gibi değil....Ne mutlu insanlardır kimbilir
orada yaşayannlar....Düşünüyorum da, o kıyıda...derme çatma bir evde....bir keten bermuda ve yırtık pırtık bir tişortla, yazı ge-
çirip kışa girer....herkes gidince de ıssızlığın içinde, hiç sıkılmadan yaşayabilirim....Hep orada yaşayabilirim...Bir tv ve bilgisaya-rım olsun, bana yeter.....Şehre kim gitmek isterki?...Aklıma bile gelmez....Öööööyle boş boş yaşarım....Okurum, yazarım....Bu kadar.....Keşke eski yıllarda, aykırı bir yazar olup yaşarken, beni de Gümüşlük'e veya Bozcaada'ya sürselerdi....Yazdıklarımdan
dolayı...Ben zaten tanıyorum kendimi....Şu annemin babamın baskıları olmasaydı, sürülecek bir hayatı yaşamış olurdum,
biliyorum....Kesin....Belki İsveç'e filan da kaçmış olurdum.....Nerden bilebilirdim böyle düzgün bir hayat yaşayıp, sıkıntıdan
patlayan bir ağaç gibi.....köhneyip gideceğimi....Ahhh Gümüşlük...Neler hatırlattın bana durduk yerde....Girme aklıma.....Git..
Git ki rutine döneyim ben de....
EYVAH EYVAH
Dün gece, Beyaz'ın programındaki Ata, bir harikaydı....Demet Akbağ da öyle...O yüzden bugün, onların filmine gitmek farz ol-
du doğrusu...Neden bugün?..Çünkü, yarınki pazar günü, Budapeşte yolcusu, öğle uçağıyla dönüyor....İzleme fırsatını kaçırma-
mak için, bugün gitmeliydik..Gündüz, veda ziyaretinden eve dönüş geç olduğu için, akşam 20.30 seansına Suadiye Mowieplex'e
gittik....Hava müthiş soğuktu....Adeta titredik....Salon, minnacık....ve ful dolu....herkes, ellerine mısırlarını almış, gülmeye hazır...
Daha başlar başlamaz, kahkahalar da başladı....Ata zaten hiçbir şey yapmadan, sırf bakışıyla güldürebilen bir insan...Eh bir de konuşunca....Makaraları koyuverdi herkes....Gözlerimizden yaşlar gelinceye kadar..... hoş bir filmmiş doğrusu...Sevdik....Gider
ayak, doping oldu bu film.....Arada, kızım büfeye gidip, frigo da aldı.....Frigo, onun için bile, nostaljik bir nesneye dönüşmüş...Öyle dedi....Oysa ki, bu konuda asıl nostalji yaşayan ben oldum....Küçükken veya gençliğimizde, her sinemaya gidişte, frigo yemeden çıkılır mıydı?..Tabii ki hayır...Bazen sıcaktan erirdi...çukulatası akardı...Yalaya yalaya bitirdiğimiz olurdu....Çocukluk işte.....Eve döndükten sonra, günlerdir yoğun uğraşlarım arasında bittiğini farkedemediğim Glucophage'ı
almak için, cepten, nöbetçi eczaneyi öğrendik ve yine çıktık... Gece soğuğu, titretti adeta....Sıcacık eve dönmenin güzelliği,
beni mutlu etmeye yetti.....................................Gece başladığım şu yazıyı bitirememiştim, sabah erkenden noktayı koymak
gerekti....Kızım, birazdan bavul hazırlamaya başlar.....Yola çıkanlara daima özenmişimdir....Şimdi de ona özeniyorum işte...
Bugün pazar...Hıncal'ım var....Size veda......
6 Mart 2010 Cumartesi
DİL
NewYork'ta, Brooklyn köprüsü üzerinde bir dilenci..Gözleri görmüyor..Oturmuş, gelen geçen para atıyor kutusuna....Göğsünde de bir yazı asılı..." Ben körüm, yardım edin.."..Birgün bir adam yaklaşıyor yanına, soruyor.."Ne kadar kazanıyorsun günde?.."
O da diyor ki: " 8-10 dolar"..."Ben şu boynundaki kartın arkasına başka birşey yazacağım ve 3 gün sonra geleceğim tekrar.." diyor..karta bir şeyler yazıyor... 3 gün sonra gelip duruma bakıyor yeniden..Dilenci çok memnun...." Kazancım arttı..Ne yazdın
karta, çok merak ediyorum.."diye soruyor.. Adam cevap veriyor: " Bahar geliyor, ama ben çiçeklerin açtığını yine göremeyece-
ğim..."....İşte dil'in önemi.....Herhangibir konu, öyle de anlatılabilir, böyle de...Önemli olan, en etkin ve en güzel şekilde sunabil-
mektir onu....Yoksa herkes konuşuyor...Şu okuduğum kitap örneğin..."Floransa Büyücüsü" ...Bitmedi, kolay da bitmeyecek...
Gülü koklar gibi, kokusunu içime çeker gibi okumaktayım çünkü...Bu adam gerçekten bir büyücü....Kelimelerle öyle güzel oynuyor ki, onları öyle güzel biraraya getiriyor ki, anlatılmaz....Zekasının pırıltılarını, heran görebiliyorum sayfalarda....İnsan
kendini, bir doğu ülkesinde, güllerle dolu bahçesi olan bir sarayda hissedebiliyor....Havuzlu salonunda, buhurdanlar arasında,
kabarık minderlere uzanmış, rakkaseleri seyrederken görebiliyor...O aleme götürüyor sizi...Evet, Salman Rüşdi, acaip bir adam...Bunca güzelliği ortaya koyabilen bir insan, nasıl bir akıla ve hafızaya sahiptir acaba?...Yıllar içinde, ne denli okumuş, biriktirmiş, bunları harmanlamış, gönlünde demlemiş....Ve sonra, kıvrak diliyle, olayları birbiri içinden geçirip yazabilmiş...
Bunun ilahi bir yetenek olduğundan şüphe yok....Birçok dili öğrenip konuşabilmek mi, yoksa sadece bir dilde böylesine mahir, böylesine usta olmak mı daha çok tercih edilir?...Bilemiyorum...Ama ne olursa olsun, insanın, kendi dilinde çok iyi okur ve çok
iyi yazar olabilmesi, her kula nasip olmayan bir ayrıcalıktır yine de...Nazım örneğin..Ne demiş: " Dört nala gelip uzak asyadan,
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan..." Burda, Türkiye haritasını ne kadar değişik ve çarpıcı bir biçimde anlatıyor...İnanılmaz
bir gözlem....ve bu gözlemi, herkesten farklı biçimde ortaya koyabilmek... Yazarlık da, şairlik de bence Allah'ın bir lütfu.....Ne
mutlu o kişilere....
5 Mart 2010 Cuma
Florence Nightingale Günlerim
Hastane gidiş-gelişlerimden dolayı günlerdir girmedim buraya....Çarşamba günü, altın eller sahibi Azmi Hoca, yakınım olan kişinin ameliyatını gerçekleştirdi nihayet..Uzun bir süreçti o günkü...Sabah 10 da alındı hastamız, 16 da odaya döndü....Mikro cerrahi değildi bu seferki yöntem....Bayağı kestiler, biçtiler....Ama o kadar ileri bir sistem kurulmuş ve hasta rahatı için herşey
o kadar güzel ayarlanmıştı ki, insanın ameliyat korkusu filan geri gidiyordu duruma bakınca...Bu beni çok ilgilendiriyor...Ufuk
ta öyle bir ihtimal, kendim için de gördüğümden, her ayrıntıya dikkat ettim tabii....Temmuzda gittiğim Makula Jenerasyonu bu hastanede olduğu için, hazır gitmişken kendim için de ravdevu aldım bugüne.....Sabah erkenden oradaydım...O üç işlem yine
yapıldı...3 odada 3 ayrı alet....Çeşitli testler.....ve sonunda göz anjiyosu....12 de yapıldı anjiyo , vücuduma verilen boyadan dolayı hala sarı renkteyim...saat 19....bol su iç dediler ki, çıksın...Ama bunu söyleyen Dr.Halil Bahçecioğlu değil...Böyle detaylar, onu
hiç ilgilendirmiyor....Anahatları konuşuyor ve çekip gidiyor..Şimşek gibi bir adam...Şimdi var, biraz sonra yok...Sorularınızı önce
den tesbit etmelisiniz ki henüz odadan kaçıp gitmeden, merak ettiklerinizi öğrenebilesiniz...Evet, dakikaları kıymetli, anlıyoruz
ve saygı duyuyoruz..Ama biraz daha ilgi göstermesini bekliyor hasta ruhu....Her işim bitse de, golfüme, squash'ıma çabucak gitsem dememeli doktorlar...Sarı nokta ilerlememiş ama kataraktın ameliyat zamanı gelmiş, dedi...Bu kadar....Çaresini bul kendi kendine demek istiyor....Bu beni ilgilendirmez demek istiyor.....Ama orası özel bir hastane....Devlet Hastanesi değil ki...Bu nedenle, biraz daha ilgi bekleyerek gidiyorsunuz zaten ve zınk diye bırakıyor sizi Halil Bey..Şok....Gözleriniz zaten hiçbir yere bakamıyor, açamıyorsunuz yürürken ....Kapalı olduğu halde aydınlık sizi allak bullak etmeye yetiyor...Ve bu saatlerce sürüyor...
Ağlamak geliyor içinizden sonrasında....Özetle, kötü birgün geçirmiş olarak döndüm eve....3 ay sonra gelsin kontrole dedi...
Size söylemiyor direk, yardımcısına söylüyor..Siz duyuyorsunuz....Soğuk bir davranış hastaya gösterdiği...Bu da beni çok
irrite etti doğrusu...Ama elim mahkum....Yine gideceğim zamanı gelince....Herkese sağlık diliyorum bu akşam....
1 Mart 2010 Pazartesi
GÜMÜŞHACIKÖY'lü HAMDİ
N'aptın sen Hamdi ? Hiç oldu mu bu? Hani ne diyordun.."Ölüm değil korkutan, çocukların geleceği.." Asıl şimdi ne olacak?...
Biliyordun bunu değil mi?...Onun için öyle dedin....Büyüklerin, isteklerine kulak verecek mi sanıyordun ?...Betonlarda yattın günlerce....Hiç ilgilendiler mi ?.. Sıcak, lüks yaşamlarından sıyrılıp, "Bunlar ne diyor?.." dediler mi?.....Sizi dinlediler mi?....İstek
lerinize burun kıvırmadan "Hadi bi inceleyelim.." diye yaklaştılar mı?....Bunları yapmaları için, ille de ölmen mi gerekiyordu
Hamdi ?...Ne olacak şimdi?....Hele ki biri engelli, yavrularına kim bakacak?...O arabanın sahibi alkollü kişi mi.....Yoksa, vatandaşlarına hertürlü sosyal hakkı sağlamış ilgililer mi?...Karınlarına, belki akşamdan akşama sıcak bir çorba giren çocuklarının ihtiyaçlarını kim temin edecek?...Haklıydın belki grev yapmakta....Seni ve senin gibileri düşünen yoktu, görüyor-
dun...Yasal hakkını kullanıp greve kalkıştın....Belki başarırız dedin....Kim başarmış ki böyle, sen başaracaktın?....İşte bunu bile-
medin....Küçükken demediler mi sana, "Bir baş ol da ne başı olursan ol..Bari soğan başı ol.."....Bunu yapabilseydin, greve filan
gerek kalmazdı...Böyle betonların üzerinden kalkıp, kara toprağa girmezdin....Garibim Hamdi, toprağın bol olsun...
27 Şubat 2010 Cumartesi
mutlulukta gizli acılar....
Bir zamanların güzel programı Meksika Sınırı'nın has çocuklarından biri de Tarık Tufan'dı, bilenler bilir..."Yağmur" dergisine
bir röportaj vermiş....Uzun ve güzel bir sohbet yapmışlar....Sonlara doğru bir yerde...söyledikleri ilginç geldi ve anılarım canlandı
birden....Önce T.Tufan'ın dediklerine bir bakalım...Özetle şöyle diyor.."...Bir kalabalıkta bile, insanların neşeyle izledikleri birşeyin içinde, küçücük bir ayrıntı, benim uzun uzun orada düşünmeme sebebiyet veriyor...Yani diyelim ki , varoşlarda bir düğün salo
nunda, gelinle damadın etrafına, ayağa kalkıp halaya duran insanlara herkes büyük bir mutlulukla bakarken, bu insanların
hayatlarındaki o derin yaralara, derin acılara, bir an ara verip o iki insanın mutluluğunu paylaşabilmek için canhıraş alaya dur
maları....bende başka bir duyguyu açığa çıkarabiliyor..." ...Bu sözler..Bir anda yıllar önceye götürdü beni.....Aynısını yaşadım çünkü.....Beykoz'da bir düğün salonu.....Herkes mutlu....Biri hariç....Gelinin babası olan, dayım....Kızına tapan bir baba....Evlen
mesine karşı çıkmış o güne, o ana kadar...Salonda mutsuz dolaşıyor....Tam gelinle damat, imzaları atmışlar ve anne-babalarını
öpmek için dolaşmaya başlıyorlar...Dayım, pistin ortasında kızına sarılıyor, onu öpüyor....kollarını açamıyor, öyle kalıyor....emi-
nim ki, gözlerinden yaşlar akıyor....Ama herkes onu bırakmış, benimle uğraşmaya başlıyor....Çünkü, ben, dayımın o halini görünce, müthiş bir duygusallığa kapılıyor ve ne olduğumu anlamama fırsat kalmadan ağlama krizine tutuluyorum...Çenelerim
birbirine vuruyor ağlarken....dakikalarca.....sonradan düşündüğümde.....çok sevdiğim bir insanın, hem mutluluğu, hem üzün-
tüyü aynı anda yaşamasına dayanamadığımı anlıyorum....Hala, böyle duygusal sahneler beni ağlatır....Herkes neşe içindeyken, objektif bakarım o anki duruma ve tutamam kendimi....İşte Tarık'ın röportajını okuyunca, ona yerden göğe kadar hak verdim...Demek ki yalnız ben değilmişim böyle dedim...Bazen de tam tersi durumlar oluyor....Herkes üzgün, bazıları ağlıyor
diyelim, bir olay karşısında....Yine bir ironi....Olayın dışına çıkıp bakıyor ve gülecek bir nokta bulup gülebiliyorum....Buna kızan-
lar oluyor o zaman da.....Ben mi acaipim, yoksa bu normal bir insani durum mudur?...Çözemedim doğrusu......Umarım norma-
limdir.....
OY BENİM SEVDİCEĞİM
"Trabzon büyük şehir.....uzaktan sevmek olmaz, yakına gel sevdiceğim....oy benim sevdiceğim.." diyor Fatih Erkoç...Ne de güzel
söylüyor.....Sabah değil ama saat 11 e doğru, Erenköy D&R'ına gittim ve aldım Fatih'in cd sini....Şimdi evimde dinlemekteyim...
Ruhumu okşuyor şu müzik..İyi güzel de, hani benim sevgili arkadaşlarım?.....Saat kaç oldu ( şu anda 13.38 ) ...Hala hiçbiri yok..
Doğum günün kutlu olsun diyen yok....Sabahın köründe 2 kutlayan oldu ancak....Biri Garanti Bankası, diğeri Turkcell....Güle
yim mi, ağlayayım mı halime, bilemiyorum.......Geçenlerde bir yazı yazmıştım..Ben onları iyi bilirim diye....Yoksa bilmiyor muyum?....Yoksa yanılıyor muyum?.....Arkadaşlık kalmadı mı?....Hayatın dişlileri arasında un-ufak mı oldu arkadaşlarım, dostlarım?...Kendi dertlerine kapılıp beni unuttular mı?....Hani bir söz vardır, " İnsan, herkesi kendi gibi sanırmış" ...Ben de san
dım ki, arkadaşlarım bana geceden yazacaklar, mutluluklar dileyecekler...Kendilerine gösterdiğim özeni, onlar da bana göstere
cek....Heyhat, yanılmışım....BİR kişi, evet sadece ummadığım 1 kişi, şu inceliği gösterdi....Ona, tüm kalbimle teşekkür ediyorum.
Bundan sonra, sevgimi sunarken insanlara, ben de nekes davranmayı seçeceğim galiba....Eskiden okullarda münazara günleri yapılırdı...Örneğin " İnsan doğuştan mı kötü olur, yoksa toplum mu onu kötülüğe iter?"...filan gibi....Demek ki, gerçekten top
lum, insanın huylarını etkiliyor....Yani şimdi ben, bundan sonra, dikkat etmezsem arkadaşların böyle günlerine.....Benden kaynaklanmış bir ihmal olmayacak bu.....Beni cemiyet bu hale getirdi diyebilirim...Bilsinler ki, bu günden itibaren Gönül, ilk
kutlayan olmayacak.....Fatih şimdi de Altın Kafes'i söylemekte...." Ben sana dayanamam yarim" diyor......Alın arkadaşlar siz de
bu cd yi....En azından, ilk tur gezimizde sizlere dinleteceğim ama o zamana kadar beklemeyin, dinleyin siz....Herkese yine de teşekkür...
İŞTE, 27 ŞUBAT
Bugün benim doğum günüm..Şubat ayında doğmuş olduğum için şanslı görüyorum kendimi....Asla bir yaz çocuğu olamazmı
şım ben....Kış, güzel....Ancak, dünkü güzel havaya kanıp bugün ince giyinmiş olduğumdan, aşırı üşüdüm doğrusu....Kentplus'ın
bahçesinde yürürken, sırtımın nasıl donduğunu anlatamam.....Temmuz geldiğinde, bugünü özleyeceğimden eminim.....Ayların
ne çabuk geçip gittiğine şaşarak, hatta yılların, üzülüyorum zaman zaman...Ama düşünüyorum ki, benim için geçen zaman,
yalnız benim için değil, herkes için de geçip gittiğinden, kaybımız fazla olmuyor....Örneğin...Evde bir tartı aleti var.....Kızım diyor
ki, "Bu alet bozuk..doğru göstermiyor..." Ben de diyorum ki: "Olabilir...İlk kullandığında yanlış göstermiş sayılabilir ama sonra
ki kullanışlarında, alet artık yanlış gösteriyor denemez.....Önceki rakamı bildiğin için, yeni rakamı doğru kabul etmek gerekir..."
İşte bunun gibi birşey.......Bu konular, aklıma şu güzel kitabi getiriyor.."Olasılıksızlık"... Bir daha okusam yeridir yani....Bazı
kitaplar var ki, işte böyle, bi daha bi daha okunabilecek kadar çekici...Bazıları da var ki, bir türlü bitmez....Şu günlerde okudu
ğum Floransa Büyücüsü örneğin...Döne döne okuyorum...Bazen bir sayfa öncesine, bazen bir cümle öncesine...ve özümsemeden
geçemediğim sayfalar oluyor.......Keçiboynuzu gibi de olsa, bitireceğim....S.Rüşdi'nin dili güzel....Tercümesinde çok başarılı olunduğunu söylemek zor ama yine de güzelliği anlaşılıyor...Sarmaşık gülleri gibi.....Girift, çok girift....Konu da, anlatım da....
Bittiğinde, okumaktan memnun kalacağımdan eminim yine de...Doğumgünüm anısına, D&R 'dan kendime bir roman ve bir cd
almak için, sabah kalkınca caddeye çıkacağım...Kitap ne olur bilmiyorum ama, cd, Fatih Erkoç'un en yeni cd'si olacak...Türkü
leri....Bu adam, her türlü müziği çok güzel icra ediyor......Müzik olmasaymış, hayat amma berbat olurmuş...Düşünmesi bile
korkutucu.....Herkese iyi geceler...
26 Şubat 2010 Cuma
Ring Seferlerim
Evimle Erenköy arasında mekik dokumaya başladım sayılır yine...Gece gece, neredeyse yatıp uyuyacağım bir saatte....hava soğuk ve yağmurlu iken...Çağır bir taksi, bin git Erenköy...Hiç akıl işi mi?....Değil tabii...Ama işte, ah annelik....Kalbiniz dayanmı
yor, çocuğunuzu üzmeye....Manhattan binaları gibi bir binanın 10.katı....Bir tuhaf oluyorum doğrusu...Unutmaya çalışıp yüksek
liği, sabahı bulacağım, çare yok....Aslında ilk zamanlar, daha bir tedirginlik çöküyordu ama sanırım yavaş yavaş kanıksamaya
başladım....Etrafı seyredebiliyorum....Burdan bakıldığında bazı gün, adalar ve deniz hiç görünmüyor...Bazen de pırıl pırıl her taraf....Doyamıyorsunuz ufuklara bakmaya...Hele günbatımının seyri, nefis doğrusu...Geçtiğimiz yaz boyu, taa eylüle kadar...
Gizli Bahçe dönüşlerinde, güneşin Fenerbahçe üstünde batışının, pembe-mavi bebek renkleriyle yarattığı o eşsiz panaromayı
unutmak mümkün mü?....Bunları düşünürken güzel güzel...birden gündemdeki olaylar aklıma geliverdi...Günlerdir süregelen
gözaltılar, moralimi bozuyor....Neler olup bittiğini bilmeden yaşadığımız yıllar.....Yavaş yavaş herşey ortaya çıkıyor ...Bugün, Taraf gazetesinde Evrim Alataş şöyle diyor : "......Samimiyseniz, sadece kendinize dönük darbe planlarını gündeminize almayın..
12 Eylülden başlayalım...Gözlerimiz adalet görsün...Biraz da biz oh çekelim...Çok mu şey istedik?..."....Bu sözleriyle Kenan Evren'i kastettiğini, yazısında anlatıyor zaten...Şimdi benim düşüncem şu : Herkes kendine dokunan konularda intikam almaya
kalkarsa, bu iyi bir süreç olmaz...Hakkaniyet olmaz....Geçmişte işlenmiş suçların, hangi tarihe kadar geri gidilerek irdeleneceği
sorunu, bence kafaları karıştırır.....Bunun bir ölçüsü olmalı....Bugün, sevgili arkadaşımız İst.Barosu Başkanı Sn.Muammer Aydın, radyoda yaptığı bir konuşmada, çok güzel teşhisler ortaya koydu...Ortalık nasıl durulur sorusuna karşılık, şöyle cevap
verdi...." Herkes, ( taraf ) olmayı bırakmalı....İlle de bir taraf olmaya gerek yoktur...Vatandaş olmak yeterlidir..." Doğru söze
şapka çıkarmak lazım....Olaylar karşısında, sadece bu vatanın evladı olarak hepimiz aynı duyguları taşımalıyız....Gerçeklerin
suyüzüne çıkmasını, suçların cezasız kalmamasını dilemekten başka birşey gelmez elimizden...
24 Şubat 2010 Çarşamba
AB
Sabah sabah bozulmak diye buna denir işte....Gazetelere gözatayım dedim....Sabah'ta Erdal Şafak ....Okurların tepkisini belirten
yorumlara çok önem verildiğini söylüyor.....Elektronik gazete haberlerinde....Çünkü, anında, halkın tepkisini görebiliyorlarmış...
Dünkü Le Monde'u örnek vermiş.....Şu sıralar, AB'nin dönem başkanı İspanya....Bizim Başbakan da orada ya?....İspanya'nın Başbakanı olan Zapatero, nezaketten olacak....Demiş ki : " Madrid, Türkiye'nin AB ile müzakere sürecini canlandırmak istiyor.."
Bu haber Le Monde'da yayınlanınca da okur tepkileri akmış....Bu akan tepkilere göre, Avrupa bizi istemiyoooor.....Bu yeni bir
şey değil....Amerika'yı yeniden keşfetmiyoruz....Biliyoruz biz istenmediğimizi.....Amma.......Acaba hiç düşünüyorlar mı bu sayın
okurlar.....Biz onları istiyor muyuz?.....Kendi adıma koca bir (Hayır..)..İstemiyorum...Ben AB ye girmek istemiyorum....Kalbim
istemiyor...Çünkü, insan, istenmediğini hissettiği bir yere girmek istemediği için....Sebep bu kadar basit yani....Bizi beğenmiyor-
lar, istemiyorlar...Onların gözünde, başı bağlı, ayrı dinden, yobaz insanlarız....Kaba, görgüsüz....Haklı oldukları yanlar olabilir..
Ama bakalım, kendileri dört dörtlük mü?....Biz onları pek mi beğeniyoruz?.....Soğuk....Bencil....Maddi....İnsani yönleri zayıf...
Yardım sevmeyen....Kısasa kısas yaşayan....Böyle işte....Çok da matah değiller ....Neden..... Türkiye'ye gelip tatil geçiren ve ülkesine dönünce, Türkiye'yi çok sevdiğini söyleyen binlerce turist oluyor?....Bildiğimiz gibi değilmiş, Türkiye bambaşka diyorlar...Okurların yorumlarına bakın..."İspanya,Türkiyeyi bıraksın, işsizliğe çare bulsun"..."Türkiye'nin üyeliğiyle AB nin
sınırları Suriye, İran, Irak'a dayanacak..Ne güzel.."..."Zapatero efendi, Türkiyenin üyeliğini isteyeceğine, Kıbrıs'tan askerlerini çekmesini istesin.." "Avrupa, barış için, bir Anglo-Amerikan Truva atı seçti.."..falan filan...Mide bulandırıcı sözler...Bunları söyleyen insanlarla birlik olmak isteyen kim?.... Bilin kardeşim, biz de sizi istemiyoruz.....Bizim istediğimiz, AB tarzı demokra-
si, hukuk, insan hakları, sosyal haklar vs....Bu da sizin tekelinizde değil ya....Gölge etmeyin, yeter.....Gelin, gezin, biz misafir-
perver insanlarızdır...Sizi yine ağırlarız, el üstünde tutarız, şaşar kalırsınız....Ama üyelik sizin olsun....Doğunun sıcak, samimi insanları olarak kalmaya razıyız biz....
23 Şubat 2010 Salı
APTAL AĞAÇ
Sabah erkenden, akşam yaptığım kuru köftelerin yanına patates kızartmak için mutfağa girdiğimde....Pencereden bahçeye
bakınca ne göreyim....Güzelim badem ağacı, çiçek açmış....Ah benim aptalım, kandın değil mi yine.....dedim....O anda, Sabahat
tin Bey aklıma geldi nedense....Eski apartmanımda, kat komşumuz beyefendi...Nur içinde yatsın....Av.Osman Oy'un babası....
Osman, bizden sonra mezun olmuşlardandır...Anne-babası da zarif insanlardı doğrusu...Sabahattin Bey, keman çalardı...Zaten
müzik öğretmenliğinden emekli bir beydi...Kibar, centilmen, feminist bir kişiydi....Güzelliğe hayrandı..Güzel olan herşeye...İltifat
etmeyi de, iltifat almayı da çok severdi....Hatta derdi ki: " Efendim, iltifat, iyi bir şeydir...Çünkü, eden de, alan da mutlu olur...Sa-
hici olmasa bile zararı yok....Bana iltifat edilmesinden çok hoşlanırım...O derece ki, yalan olduğunu bilsem de, hoşuma gider...O
gün moralim düzgün dolaşırım...Siz de öyle yapınız....Hele ki bayanlara, ( Bugün ne kadar güzelsiniz) demek, icabında hayat kurtarır..İltifattan asla zarar gelmez..."...Onun bu sözlerini hiç unutamam....Haklıydı..Denedim ben de.....Gerçekten, yalan da olsa hoşa gidiyor....İşte badem ağacı ... gariban, azıcık güneş yüzü görünce, koyvermiş çiçeklerini....İki tatlı ışığa kanmış....
Onun alacağı iltifat ne olur, güneşinden, suyundan başka....Umarım yine kar-kış bastırmaz da, aptallığının kurbanı olmaz...
İltifat almak güzel ama, ona kanıp da başınıza işler açmayacaksınız....Bahçemdeki badem ağacı gibi....Açılıp saçılmaya ne gerek
var, kınalım benim.....Dur bakalım, arkasında ne var bu iltifatın.....Doğru mu? Bekle azıcık, kendini garantiye al önce....
Sonra heder olup gitmek de var....Yaradan, tüm canlılara aynı duyguları vermiş demek ki.....Badem ağacı da sanki insan....Ya da, tüm insanlar, aynı badem ağacı gibi......neyse....geçiyorum bu konuyu.....bahar geliyor yani....ağaç mağaç..bunu gösteriyor
aslında...Ne güzel bahar....Güzel de, hayat olaylarının ağırlığı, bazen, baharı maharı farkettirmiyor insana...Önümüzdeki
çarşamba, çok sevdiğim biri, kendini Azmi Hocanın ellerine bırakacak....Hıncal'ımı kurtaran o güzel, o maharetli ellere.....
Bu sefer, benim en yakınım, en sevdiğim kişilerden biri.....sayesinde, inşallah, şu boyun fıtığından kurtulacak...Dua edin arkadaşlar.....Allahın izniyle Azmi Hoca bunu da başarsın....
22 Şubat 2010 Pazartesi
KANDİLLİ
İstanbul'un en güzel semtlerinden biridir burası....Anneannelerimizin, o kendine has kokusu olan sandıkları vardı eskiden hani...
İçinde, göznuru dantelli bohçalara sarılmış binbir değerli eşya....Ah işte, tıpkı o danteller gibidir Boğaz'ın kıyıları....Girintili çıkın-
tılı.....Kandilli.....Yahya Kemal'in ne de güzel anlattığı Kandilli....Bir çıkıntıya yerleşmiş, asude, ferah,gizemli bir semt....Tepede de
sevgili okulum, okulumuz....Güzelliğine meftun olduğum yapı....Ne güzel günlerim geçmiştir burada....Geceleri yattım mı, gözlerim henüz kapanmamışken, gördüğüm şey Rumeli Hisarı olurdu....Işıklar içinde Hisar....Daha güzel bir pano düşünemiyo-
rum...Ve burası için aklıma gelen ilk özellik, disiplindi....Müdüranım ve muaviniyle tam Reşat Nuri'nin kız okulu....Hiç unutmu-
yorum....İlk gece....Tuvaleti aşağı katta biliyorum....O katta da olabileceğini düşünememişim....Gece kalktım...Merdivenlerden
indim, tam geniş mermer holün ortasındayım...Bir koridordan, uzun boylu, siyah pelerin giymiş kocaman bir adam çıkmaz mı...
Gerisin geri, merdivenlere doğru nasıl koştuğumu unutamam...Ertesi gün öğreniyorum ki, gece bekçisiymiş bu...Dün işte....Hep
anılar serildi ortaya....Taşınma sırasında bulup çıkardığım ince bir hatıra defterim vardı...Onu gösterdim arkadaşlarıma...İlk sayfasına yazmışım, " Bana aittir, lütfen okumayınız.." Şimdi ben veriyorum okuyun diye...Severek, gülümseyerek okuyacağı
mız yazılar var çünkü sayfalarda....Kandilli defterim....Bitirme sınavlarında sorulan sorulara kadar, neler yazmamışım ki....
Gündüzlüleri değil ama yatılıları, tek tek özellikleriyle anlatmışım..Huylarını filan....Sınıf planı yapmışım...Kürsü nerde, kitaplık nerde...Sıralarda oturanların isimleri.... Hocalarımız....Fransızca hocamız örneğin..Öylesine zarif bir hanımefendiydi ki....Oktay
Rıfat'ın eşi Sabiha Rıfat....Ben, asaletin ve kibarlığın somutlaşmış örneğini, ilk onda gördüm....Sonra Celile Hanım...Cebirci...Çok
sevdiğim....Ben de onun en kıymetli öğrencisiyim ya...Hayrandım ona...Tam bir anne idi....Yazılılarda beni kürsüye alırdı...Kim
seye yardım edemeyim diye, ya da belki beni düşünerek...Kimse rahatsız etmesin, rahat yazayım diye...Bir de Tomris Hanım...
"Git, getir o Beşiktaş'lıyı" daki sözü geçen....Ne güzel geçerdi edebiyat derslerimiz de....Dolu dolu....Aklıma geliveren bir anekdot da var.....Kandilli ile Kuleli Askeri Lisesi...Komşu okullar ya...Anlatırdı eski öğrenciler....Bahçe, daha yüksek bir toprak parçası-
nın altında kalırdı..Yani orada duran bir kişi, bahçeyi tepeden, stadyum gibi izleyebilirdi... İşte oraya, Kuleli'den askeri öğren-
ciler gelirmiş kızları seyretmeye....Çünkü ne voleybollar, ne yakantoplar oynanırdı orada...Genç delikanlılar da kızları oynarken
seyredermiş....Bunu gören Müdüranım, Kuleli'nin Müdürüne telefon edermiş...." Öküzlerinizi çekin tepeden" diye..O da cevap
verirmiş..." Önce siz çekin danalarınızı bahçeden".....Gülerdik biz de bu laflara..Çocukluk iste...O zamanlar, cumartesi günleri
yarım gün okul vardı...Biz yatılılar, öğle oldu mu, izin karnemize çıkma saati yazılarak salıverilirdik dışarı, evlerimize gitmek
üzere...Ah ne zevkti o çıkışlar....Yokuş aşağı güle oynaya iner, taaa Üsküdar'a kadar yürürdük iyi havalarda...Ordan vapura binerdik....Şimdi olsa, ancak Çengelköy'e kadar gidebilirim herhalde en fazla....Nerdee Üsküdar......Bir gemi geçmesin geceleri,
yatağımda sallanırdım beşik gibi....Hey gidi eski günler....Anısı bile güzel.....
sevgili güzel şubat'ım
Uykusuz geçen bir gecenin sabahına, erken başladım...Oturdum makinenin başına...Dünü yazıyorum...Canım arkadaşlarımla
birlikteydim dün....40 yıllık eski dostlarım....Anılarımız, yine bizimleydi....Ama yeniler de vardı hayatımızda....İnsan, 7sinde neyse 70 inde de odur diye bir söz vardır ya... Bazen katılıyorum buna....Çünkü huylar değişmiyor.....Değişen sadece zevkler oluyor, beğeniler oluyor....10 yaşındayken hiç sevmediğiniz bir şeyi, 40 yaşına geldiğinizde sever oluyorsunuz...O nedenle, 40 yıl-
lık da olsa arkadaşlığımız, değişmiş fikirlerimizden doğan yenilikler olabiliyor.....Konuş konuş, sözler bitmiyor ve bir baktık, karanlık çökmüş.....Sevgili Macide, bizi kırıp geçirdi her zaman olduğu gibi...Giderken de, Datça'daki yeni evi için topladığım
ıvırzıvır bardak çanağı kutulara koyduk, aldı gitti...14 Martta buluşmak üzere sözleştik tabii....3-4 buluşmamızdan sonra da, bir
bakacağız, yaz gelmiş.....Şu yazdan kurtuluş yok...Yılın 4 ayı kış, geri kalanı yaz artık....İşte benim sevgili şubatım da nerdeyse
bitiyor.....26 şubat, resim grubumla toplanacağız, ama ertesi gün, kendi günümde, bu yıl yalnız kalmak istiyorum....Tam da cumartesi....Gideceğim yeri söylemiyorum kimseye...Haşmet gibi ben de kafa dinleme gezisi diyeceğim buna...Gerçi ondaki
olanaklar bende yok....Ne gam...Kendime göre ben de bulurum bir yol....Dönelim Macide'ye.....Diyor ki (izin aldım, yazabilirim)
"Arıyorum arkadaşlar....Uygun bir kişi arıyorum...En önce kibar olacak....Ayı olmayacak...Oturdu mu, yayılmayacak...Anlayışlı,
düşünceli, sanattan-edebiyattan-müzikten konuşabileceğim....Orasını burasını kaşımayacak....Ayak parmaklarına ellemeyecek..
Temiz....bir kişi..." Özetle böyle dedi valla...Var mıdır acaba?...Varsa da, onu bulabilir mi? Orası şüpheli işte...Bu yaştaki akıl,
insanın gençliğinde olsa, yine de hatalar yapabilir mi?....Yoksa, insanlar, hata yapa yapa mı doğruyu bulabiliyor?....Ben örneğin.
Meslek seçimimde ne kadar yanlış yaptığımı, şimdi görebiliyorum....Fransız Filolojisinden korkup- kaçıp, kendimi Hukuk'a atar-
ken, biraz olsun düşünseydim....Bu iş bana göre değil......Çapa'nın Matematik bölümüne yazıl, 2 yılda Matemeatik hocası ol, çık.
Nasıl olsa kazanmışım, hazır bekliyor....Yoook, olmaz....Ya da annenin yasağına aldırma, Güzel Sanatlar'ın mimarlık bölümü
de güzel, oraya gir...Yoook, o da olmaz...İşte sonuç...Hiç sevmeden bir meslek...Bir de, örneğin, çanta ya da ayakkabı filan
alırken insanın başına daha çok geliyor böyle hatalar....Çok beğenip alıyorsunuz...Kullanmaya başlayınca, öfff....şurası dar,
burası yamuk....niye göremedim diye kendinizi suçluyorsunuz....Bir kenara, hiç kullanmamacasına atıveriyorsunuz onu...Bu
hadi bir eşya...Fazla önemi yok...Ama "insan" sa edindiğiniz, işte o zaman yandınız.....O hatadan pek dönüş olmuyor....Başınıza
kalakalıyor...Atsanız da o sizindir gene....Peşinizden gelir etkileri....Kesin kurtuluş olmaz...O nedenle, gençken, büyüklere danış-
mak, bence iyi olur...Tecrübeye güvenmek gerek...Ah gençlikteki " ben iyi bilirim" havaları....Bilmezsiniz gençler, bilemezsiniz..
Bu sizin eksikliğiniz değil....Sadece gençlikten doğan azade ruhun uçmasıdır... Hayatta fazla uçmaya gelmez.....Ayaklarınız
yerden kesilmemeli....O zaman ancak, ileriki yaşlarda, yükseklerde olacaksınız...Acele etmeyin....Uçmayın.....
17 Şubat 2010 Çarşamba
Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver
Bugün 17 şubat....Sevgili hocamızın hem doğum, hem de ebedi aleme dönüş yıldönümü.....1986 da kaybettik bu eşsiz insanı....
Eşsiz diyorum, çünkü gerçekten öyleydi...O, herşeyden önce bir ilim adamıydı.... İlim adamı olmak, "eşsiz" olmayı sağlamıyor
tabii....Başka özelliklerdi onu böylesine yücelten...Neydi onlar?....Tevazu ilk başta....Hem de müthiş mütevazı bir insandı...Kendin
den küçük olanlara bile ayağa kalkacak kadar mütevazı...Bunu da o kadar güzel bir şekilde yapardı ki, özellikle ayağa kalktığını, hiç belli etmezdi....Çalışkan....Hassas...Düşünceli....Anlayışlı....Medeni....Asil...Kibar...Saygılı....Misafirperver....Cömert...Güzel
huyları, saymakla bitecek gibi olmayan bir varlıktı....Onu tanıma, ondan feyz alma şansına erenler, kendilerini zenginleşmiş hissederlerdi......Süheyl Hoca, bir tasavvuf ehliydi....Abdülaziz Mecdi Efendi ile 22 yıl süren muhabbetleri, sufilik yolunda yürüme
sini ve ilerlemesini sağladı....Ancak şunu söylemek gerek ki, bir insanda yetenek yoksa, ne yapsanız boştur....Hocamız, genler
itibariyle de buna yatkın olduğundan, hamura şekil vermek gibi bir durum ortaya çıkmıştır sadece....20 küsur yıl da bizim beraberliğimiz olmuştur ama, ne kadar yol alabildiğimizi takdir, bize düşmez....Yahya Kemal, birgün Topkapı Sarayının bahçe
sinde rastladığı Süheyl Hocamıza, şöyle durup bir bakmış ve demiş ki : "Çerçevesine uygun bir portre, karşımda duruyor.."....
Geleneksel ama bir o kadar da modern .....İkisini, çok güzel sentezlemiş bir insandı o...Kısa bir anımı nakletmek isterim....Pekço
ğunun içinden......Tezhip sanatına başladığım yıl.....Fırçam daha mükemmel hale gelmemişken....Bana, ufak bir çiçek buketi verdi hocam...."Al bundan bir kompozisyon yap...Yuvarlak olsun..." O gece, geç vakitlere kadar oturdum....Küçük bir ayna elimde.....Bu işin acemisiyim henüz....Deneye deneye, sonunda bir kompozisyon çıktı ortaya....Aydıngere geçirdim ve ertesi gün
götürdüm....Korkarak masasına bıraktım...Gelir gelmez baktı....Çağırdı içeriye beni..." Aferin" dedi...." Senin bu işi iyi yapaca
ğından emindim....Beni haklı çıkardın...Hadi bunu geliştirelim..."....Görüyor musunuz, insanı nasıl heveslendiriyor, kırmadan
yaptığınızı düzeltiyor, doğrusu nedir, öğretiyor....Onunla geçirilen bir ders, sadece ders olmakla kalmaz, manevi anlamda sizi
doyuran, yücelten bir terapi olur çıkardı....Ah hocam....Seni anlatmakla bitiremem ki.....Işığın hâlâ bizi aydınlatmaya devam ediyor.....
16 Şubat 2010 Salı
dostlarım
Birgün, sevmediğim, ama yakın olmak zorunda kaldığım birine şöyle demiştim...."İnsan, arkadaşlarını, akrabalarından daha çok sevebilir...Bu mümkündür..." Neden diye sordu bana ..."Çünkü akrabalarını seçemez, ama arkadaşlarını seçebilir...."....Şöyle
bir baktı, şaşırarak...Bu biraz da ona sitemdi tabii....Ama bu sözümde, yerden göğe haklıydım...Bugüne kadar yanıldın mı diye sorun bana....Hayır derim...Sevdiğim tüm arkadaşlarım, sevgimi haketmiş kişilerdi...Biri dışında beni hayal kırıklığına uğratan olmadı....Sema'dan sözediyorum...İlk blog yazımda anlattığım arkadaşım bu....O bile, birgün dönüp gelecek, biliyorum, bekliyo
rum ve kayıp saymıyorum.....Benim arkadaşlarım, dosttur...Dost.... Bu kelimenin anlamını bilen bilir....O öyle bir kişidir ki, yıllar
geçip görüşmesen bile, başın derde düşmüşse bi ara, hemen koşar gelir....Sormaz, bunca zamandır niye aramadın da şimdi çağırıyorsun diye..Sanki hiç ayrı ve uzak kalmamışsınız gibi davranır...Zaten sitem, alınganlık, haset, kınama gibi kötü duygular
"dost" ta barınmaz....Arkadaşlık duygusu, insanı hayata bağlayan en güzel insani bir durumdur sözün kısası....Şarkılara, şiirlere
konu olması da bundan değil mi?...Bu "girizgah" tan sonra.....diyeceğim şu ki: Arkadaşlarımı çok seviyorum, çooook......İyi ki
varlar....Onları zaman zaman kıran, aramayan ben oluyorum galiba....İstemeden de olsa, günler geçiyor bazen konuşmadan...
Ama hiç önemli değil....Biliyorlar beni...ve kalbimdeki yerlerini...Onlarsız bir hayat düşünemiyorum...Bu söylediklerime ters
gibi görünen bir anımı nakletmek istiyorum şimdi...........Yıllar önce....şeker komasına girmiş ve Göztepe SSK' ya düşmüşüm....Kendimi bilmeden yatıyorum, daha doğrusu "uyuyorum".....devamlı ama....3-4 gün sonra uykularım açılmaya başladı, etrafa bakar oldum.....Geleni gideni anlar oldum...Gözlerim kapıda...Kim gelecek ziyaretime diye....Aklımdan isimler geçiyor....Şu gelir, bu gelir diyorum.....Ama hayır.....Gelmiyorlar....Aklımdan hiç geçmeyen kişiler geliyor beni görmeye, geçmiş
olsun demeye....İyileşip hastaneden çıkınca durumu kavrıyorum......"Vay canına....Bunlar benim arkadaşlarım değil miydi yahu? Gelmediler"......Değilmiş.....O günden sonra "dost" un ne olduğunu anladım.....Gel-geç arkadaşlıkların bi anlamı olmadı
ğını da.....Şimdi iyi biliyorum artık....Kim dosttur, kim değildir.....Ben onları iyi bilirim.....
15 Şubat 2010 Pazartesi
TOTALİTER DEVLET Mİ_
Geçen gün kısa bir haber vardı gazetede....Meclis Başkanı, milyonlarca arşiv evrakının, halka açılacağını, ancak İstiklal Mahke
mesi kayıtlarının gizli kalacağını söylüyordu...O gün, o haberi okuyunca babam geldi aklıma.....Çocuktum, o Milli Emlak'ta görevliydi...Zaman zaman giderdim yanına....Gülhane Parkının sol tarafında, Bab-ı Ali denilen yerde, bahçe içinde güzel bir bi-
naydı....Bu kapıdan girdiniz mi, arka kapıdan, Valiliğin yanından, Cağaloğlu yokuşuna çıkardınız....Aynı bahçe içinde, arşiv
binası da vardı....Başbakanlık Arşiv Dairesi....Başında da Sayın Mithat Sertoğlu.....Babamın sık sık oraya gidip bir şeyleri incelediğini görürdüm....Fermanlar, cönkler,eski yazılı herşey buradaydı....Hiç usanmadan, büyük bir sessizlik içinde beklerdim...Mithat Beyle sohbet de ederlerdi...Dinlerdim....Çocuk kalbim orayı sevmiş demek ki... Gazetedeki haberi okuyunca
anılar doldu kafama....Bazen beni, üstelik daha ilkokul, ortaokul yıllarımda, adli tıbba götürüp, nasıl da otopsileri seyrettirdiğini
filan anımsadım....Bu kötü anıları yok sayarak, arşiv binasını düşündüm...Sanırım 3 katlı, enine geniş bir binaydı burası...Şimdi
duruyor mu bilmem....Yıllar oldu, oralardan geçmeyeli...Fakültede okurken, otobüsle bazen Sirkeci-Eminönü tarafına gittiğim
de, otobüs, bu kompleksin bahçe duvarlarının dibinden geçerdi...Yüksek duvarlardı ve bu duvarlarda, delikler vardı....Trafik tıkanınca, o deliklerden akan yağmur sularını seyre dalar, çocukluğumu hatırlardım...Babamın beni , sabahtan akşama kadar nasıl yanında tutup, gezdirdiğini........ yokuştaki kitapçılarda, dakikalarca kitaplara bakarken, neden hiç sıkılmadan durabildiği
mi....kapalıçarşının içinden yürüyüp sahaflara götürdüğünü.....alçak saman taburelerde oturup o sahaflarla saatlerce neler ko
nuştuğunu.....İşte meclis başkanının bana anımsattıkları bunlardı...Bugün ise, Hasan Bülent Kahraman....o arşivlerden bahsedi
yor yazısında....Kayıtların açılacağını, ancak İstiklal Mahkemesine ait olanlarda kapalılığın devam edeceğini söylüyor ve bir
saptama yapıyor....."1925 te kurulan İstiklal Mahkemeleri kayıtlarının açılmasına, bir yerde gerek yoktur...Çünkü, o mahkeme
nin hukukdışılığı o kadar somuttur ki, yeni bir belge bulup bunu yeniden kanıtlamaya gerek bile yoktur"..Yerden göğe haklıdır
dediğinde....Yazısının devamında da, görüşlerine katılıyorum..Eklemek istediğim sadece şudur .....O devirde yapılması gereken neydiyse yapılmıştır....Devletin varlığı için yapılmıştır....1923-50 arası devlet yönetimi totaliter olmak zorundaydı, oldu...Tarih bunu böyle diyorsa desin....Devlet Baba olmak, ancak böyle olasıdır çünkü...Keşke devam edebilse....
14 Şubat 2010 Pazar
YAŞAMDAN DAKİKALAR
Pazar.....Tam bir hafta geçti yazmayalı...Olmadı mı hiçbirşey, ilginç..Oldu ama nedense içimden gelmedi yazmak..Ta ki bugüne
kadar..."Yaşamdan Dakikalar"....Gerçekten insana, yaşadığını hissettiren bir program bu...Onları dinlerken, hayatta önemli olan tek şeyin "insanlık" olduğunu anlıyorsunuz...Ve kavgaların, çirkinliklerin, kalp kırmaların olmadığı bir dünya, varmış gibi geliyor...Dünya, süt-liman bir yer gibi görünüyor gözünüze....Bugün Fatih Erkoç misafirdi programa..Ne güzel türküler söyledi..
Arkasından, Cemal Süreya anıldı...( tek y ile yazılmasını istermiş soyadının) Şiir dendi mi ilk akla gelen o değil midir zaten? ktunnelden bulup koydum face profilime bir şiirini ki, nefis arkadaşlar...Açabilirseniz, siz de bayılacaksınız...Cemal Süreya, son yıllarında Lokman Hekim'i benimsemiş, sevmiş..Ve onun "7 kartal ömrü biçtim kendime" sözünden esinlenerek ( ki 1 kartal
ömrü ortalama 80 yılmış) " ben 7 kırlangıç ömrü biçiyorum kendime" demiş...Ne yazık ki 1 kırlangıç ömrü 9 yılmış...63 yıl yaşa-
yacakken, garibim 59 da tamamlamış yolculuğunu...O bile kısmet olmamış yani....Uğur Mfumcu'nun "Okyanusta Fırat'ın Salı"
diye isimlendirdiği utangaç şair Cemal Süreya...Aşkı, ne de güzel anlatan bir adam..Günün anlamına uyan bir insan oldu yaşamdan dakikalarda.................... 18 şubat 1884 te Roosewelt, eşini kaybettiğinde şöyle demiş : " Hayatımın ışığı gitti.."......
Sevgi, güzel şey.....Aşk, daha güzel.....Şu sözü söyleyebilmek için, birini nasıl da sevmek gerek yarabbi?.....Hiç bitmemecesine....
Böyle sevgiler, sadece romanlarda, filmlerde, şiirlerde mi vardır hep?....Belki....Programda, Tuluhan Tekelioğlu'nun yeni çıkan bir kita-bını tanıttılar...Yaptığı o güzel röportajları toplamış sanırım kitabına ama, hep de uzun yıllar süregelen aşklara sahip ünlü çiftle-rimizi örnek göstermiş.........2 de güzel haber vardı arada....Beyoğlu Belediyesi, Turabi Baba Kütüphanesini
onarmış, yapmış, hizmete açmış galiba...Her hafta ilginç söyleşiler yapılıyormuş..Bir konuk yazar, sanatçı ile....Keşke gidebilsem.
15 şubat pazartesi ise, İşsanat Kulesinde, Birkiye kardeşlerden "Aşk Şiirleri" gecesi yapılacakmış...İçim gitti arkadaşlar ama git-
mesi gelmesi bir dert...İstanbul, tek bir şehir değil çünkü.....Havaalanından eve gelinceye kadar, uçak Avrupa'da bir yere iniyor
sa, tek bir şehir olduğunu söyleyemeyiz doğrusu...Gece vakti, arabasız veya taksisiz, taaa Levent'e gitmek..Akıl alacak gibi bir
şey değil... Hiç heves etmemek gerekiyor...Ama bu yüzden neler kaçırdığımı anımsadıkça, keşke karşıda otursaymışım diyorum..
En fazla 15 liraya, gece, istediği konsere, tiyatroya filan gidebilir insan....Neyse....Bunu unutuyoruz.......Geçen gün, bir arkadaşın evinde, Saatli Maarif Takvimine rastladım...Nostaljik bir obje benim için....Aneannemin, annemin evlerinde hep
gördüğüm, bir zamanlar....Fazla merakımdan olacak, küçük yaşlardayken, sayfalarını kaldırıp kaldırıp okuduğum için duruşu
bozulurdu, aneannem de bana kızardı şakacıktan.." Önceden önceden açma kızım..Bak bozulmuş duruşu...Hem hergün birer birer okusan daha zevkli olmaz mı?" derdi...Nedense yine yapardım, dedeme her gidişimde....Çoğunlukla o okurdu bana...
Yere diz çöküp, " Hadi dede...Okusana bana şunları" derdim...Yemk tariflerini, güzel sözleri, fıkraları, günün önemli olaylarını..
Saatli Maarif Takvimi, bir fenomendir Türkiye'de bence....Hah işte, böyle bir takvimin bir sayfasını okudum arkadaşın evinde...
Şu söz, ne kadar hoşuma gitti, anlatamam....Birden Süheyl Hoca aklıma geldi...."Büyüklüğün, yükselmenden değil, yükseldi-
ğin zamanki küçülmenden anlaşılır.." , bu söze, ne de güzel bir örnektir o....Ah hocam...Nur içinde yat...İşte geldi bir 17 şubat
daha...Toplanıp seni anacağız, buruk ama doyurucu birgün geçirteceksin bize....Sensiz hayat öyle kuru ve yoz ki.....Öyle in-
celikten uzak......Buluşuncaya kadar katlanmamız gereken dünyayı, hiç özlemiyorsun, eminim...Orada da, güller ve laleler
içinde olmanı diliyor bu Gönül....
7 Şubat 2010 Pazar
SANA SARI LALELER ALDIM.....
Bu sabah...7 şubat, pazar....Erkenden kalktım...Temizlikçi bayanı bekliyorum...İlk defa gelecek...Merak da var..Nasıl biri acaba?..
8.30 da zil çalıyor...40 yaşlarında düzgün giyimli biri geldi..Beğendim ilk anda..Hafif bir kahvaltıdan sonra işe başladı...Ben de
odamda "Yaşamdan Dakikalar"ı izlemeye başladım...İnsan bir şeye alışınca, kolay kolay bırakamıyor....Engeller çıksa da o devam ediyor...İş güç önemli değil....Bir baktım, Mazhar Alanson....Sevmiyorum onu....Soğuk bir adam..Ancak şarkılarına diyecek yok doğrusu..Söz de, müzik de hoş Alanson'da.....Son parçası " sana sarı laleler aldım çiçek pazarından.."....Bilirsiniz....
Düşünceye daldım...Kimsenin, bana , bırakın sarı laleyi filan, papatya bile aldığını, hiç hatırlamıyorum....Bu aklıma gelince içim cızz etti.....Neden böyle güzel bir duyguyu tadamamışım?....Ömrümün boşa geçmiş olduğunu anladım birden...Çok üzüldüm...
Hep derim ya...İnsan, 1 defa geliyor dünyaya...Geçmişse ömür, tekrarı yok....Acı bir gerçek, ama böyle..... Demek ki, benim için, artık, "çiçek alma" ümidi kalmamışşş...Bu gerçek "TAK" edince kafama, kendime geldim birden...Yoksa yok..dedim...geçtim...
Konuşmaları dinlemeye döndüm....Sunay, Mazhar ve Hıncal, ne güzel renkli renkli giyinmişler, Haşmet'le Nebil siyah...Ruh ka-
rartıcı..Bunu konuştular...Haşmet, "İspat edecek bir şey yok ki.."filan gibi bir söz etti....Gürültüye geldi, cevabı anlaşılmadı...
Bence, o anda onlara hak verdi, savunma yapamadı doğru dürüst....Renkli kıyafetin, ekranda çok hoş göründüğünü bilmeyen mi var? Bu yaşta hâlâ siyahı sevebilmesine şaşırıyorum doğrusu...İnsan, siyah rengi gençken sever...Yaşlandıkça, renkli giyim
daha cazip geliyor herkese....Moda güzeli gibi dolaşmadıktan sonra, sorun yok...Hele bazen zıt renklerde öyle bir armoni tuttu-
ruyor ki bazı insanlar, bayılmamak elde değil....Bir keresinde, kzımın bir konseri öncesinde, ısrar etmiştim...Üstüne turuncu,
altına kırmızı bir etek...Nefis olur diye....Kızım, ne yazık ki yapmadı bunu....Uzun siyah saçlarını açık bırakarak, bir de çıplak
ayakla piyano başına geçseydi.....Görün siz tepkileri....Ben olsam yapardım....Sahne, uçuk bir yer....O nedenle biraz uçuk olmak
iyidir diyorum....Dinletemiyorum...Dünyaya erken gelmenin dezavantajını yaşıyorum ben....Neyse, temizlik 5 te bitti...So nra
çamaşır yıkamaya başladım, salıya kadar ortalık düzelsin diye....Çünkü o gün evim şenlenecek...İyi akşamlar olsun herkese...
6 Şubat 2010 Cumartesi
UKALA VE KOMİK
Şu bizim insanlarımız....Niye böyle? Çıkaramıyorum nedenini?....Kocaman, süslü püslü ama içi boş....Nihat Doğanla biri röportaj yapmış...Ettiği laflara herkesin hayran kalacağını filan mı düşünüyor acaba?....Traji-komik bir hali var adamın...Kültür,
asalet,karizma...paçalarından akıyor sanki....öff ki öff..Yalnız o değil böyle olan....Çok kişi böyle..Kendini dev aynasında gören bir millet olduk vesselam...Yemekteyiz'e bakıyorum örneğin....Çok eğlenceli doğrusu....Katılan herkes bir gurme....Öyleleri mi
seçiliyor acaba? Yani gurmeler arası bir yarışma mı bu? Bildiğim kadarıyla sıradan insanlar alınıyor bu programa..Öyle gurme filan değiller..ama işte hepsi allame kesiliyor buraya gelince...Ben şöyle yaparım, böyle doğruyum, benim yaptığım güzel, doğru..Aaaa, niye böyle yaptın?..Yanlış yapıyorsun?...Güzel olmamış....Bence, insanlarımız bu kadar kitch değil....Bu program
sanki Trumann Show...Herşey ezberletiliyor, yaptırılıyor,öğretiliyor....İyi de kardeşim, siz bu milleti bu kadar da aptal, salak yerine koymayın....Milleti dejenere etmeye ne hakkınız var?....Yapacaksınız, dürüst-ahlaklı-öğretici bir program yapın...Bu
RTÜK ne işe yarıyor acaba?...İlle de sakıncalı sözler,görüntüler mi düzeltilmeli?....Böyle içerikler düzeltilemez mi? Yani ana konu, anafikir..Ne boş yere, ne maaşlar veriliyor?...Bol sıfırlı....Hakedilmeyen...Ulufe gibi dağıtılan....Bankamatiklere uğrayıp
o ayki maaşını alıveren, 29 günde de yangelip yatan memurlar bu kadar iş yapar.....Herşeyi görüp bilen ama elini kolunu sallamaktan üşenen vatandaşların olduğu bir ülkede, TV de bunların gösterilmesi de çok normal...Böyle başa böyle traş...Ancak
işin kötü tarafı, insan etkileniyor...Zaman içinde, bakıyorsunuz, sizin zevkleriniz de değişmeye başlamış....Korktuğum bu....On-
lara benzemek...
TAKSİM MEYDANI
5 şubat.....Birgün önceden, havanın berbat olacağı, kar yağacağını öğrenmiştim...Üstelik, tv de "hayat duracak" kadar büyük
olacağı söylenmiş "greve destek olaylar" ihtimali de vardı...Buna rağmen karşıya, yani avrupa yakasına geçme zorunluluğu doğdu....Güzel Sanatlar Fakültesine gidip doktora harcı yatırmalıydım, kızım için...Çünkü Sosyal Bilimler Enstitüsü, bu binanın içindeydi...Fındıklı'daki güzel bina..Ahhh..Yıllardır, her önünden geçişte iç çekerek izlediğim bir yapıdır burası....Nedeni...?..
Zamanında, üniversiteye ilk girecekken, orada mimarlık okumak istediğimi söylemiştim evdekilere...Annem..engel oldu..."Ne gerek var? Hippiler var orada...Ben seni oraya göndermem..." Aynen böyle demişti, nur içinde yatsın...Eh işte, benim içimde de
ukde olarak kaldı bu okul....Halbuki tam bana göre bir meslekti mimarlık..Şimdi düşünüyorum da....Matemeatiği ve çizgisi kuvvetli, temiz-düzenli, sabırlı, yaptığını iyi yapan bir insan olarak bu işe çok uygunum doğrusu...Kısmet değilmiş...Sabah 10 da
koyuldum yola...Allah Allah dedim, şaşırdım..Yollar bomboş...Rahat geçtik köprüyü....Beşiktaş'ta indim, bir taksiye bindim, Fakültenin kapısında indim...Ufff, içeri girerken bir hoş oldum ki sormayın..Ben...Öğrenci olarak şu kapıdan girememiştim ama
işte buyrun...Öğrenci annesi olarak ancak, içeri girmekteydim....Hiç girememek de vardı ...Bu da bir sevinçti benim için...Tut ki girmişim de bitirmişim...Ne gam...Sonunda gene emekli olmuyor muyuz? Bu kadar..Daha pekçok güzel işlere heves etmişim, olmamış..Buna da üzülmeye değmez dedim hayatta....İşimi yaptım, çıktım...Ve deniz otobüsüne, vapura binmek istemediğim
den...yine bir taksi, Taksim'e çıktım...Doooğru otobüse-dolmuşa gitmeden, sağa çark...İstiklal Caddesine doğru yürüdüm..ve
düşündüm...Meydan kültürü yok bizde....İşte Taksim Meydanı..Ne kadar güzel..İnsanı mutlu etmeye yetiyor...Mütevazıyız biz
doğrusu..Burası, öyle çok da şatafatlı bir meydan değil aslında....Havuzlar, ağaçlar, banklar, bol heykel yok..Ortada ufak bir
şey....Etrafında 3-5 sarı-mor hercai....dön dur...Meydanlar, eski Avrupa ülkelerinde, başlıbaşına bir kültür ....Sık sık çıkıveriyor
karşınıza..Soluk alıyorsunuz, ferahlıyorsunuz, hayat sevinci doluyor içinize....Kendinizi daha bir sosyal varlık olarak görebili_
yorsunuz....Neyse, lafı uzatmayayım...Tam, suların aktığı duvarın önünde, sırayla dizilmiş polis arabalarını görüyorum birden..
ve sokakların niye boş olduğu anlaşılıveriyor tarafımdan...Hayat duracak'ın nedeni bu...Olaylar...Hiç tınmadan yürüyorum..
Olay olacaksa olsun..Kim korkar hain kurttan?...Katılıveririm içlerine olur biter....Ama Sütiş'e girmeden dönülür mü Taksim-
den?....Yanımda arkadaş olsa, daha içlere doğru yürüyüp Saray'a giderim ama şimdi buna gerek yok, Sütiş yeter diyip giriyorum..Çıkıca dolmuşa giderken, heykelin etrafında ve metronun üzerinde, bir yığın tv kameramanı, üstü antenli tv araba-
ları, 2 ambulans görüyorum...Size iyi işler diyorum içimden..Kısa bir süre sonra da evdeyim........Şimdi bu sabah....Gazeteleri
okurken, Engin Ardıç'a sıra geliyor..Bakayım bugün kimlerle dalga geçiyor diyorum? Dün beklenen olayları anlatıyor....
Beklenen ve gerçekleşmeyen...Adam haklı..Haklı da....Araştırma veya tez konusu olacak kadar önemli sosyolojik bir durum
var bence ortada.....Bize ne oldu ey dostlar?....Bu gençlik nerede?....Ülke olarak UYUYORUZ...Acaba diyorum, bir gaz veya
toz filan icat etti de bu Amerika, İllüminati vs...Havadan....Arasıra....gelip atıp,sıkıp gidiyorlar....Biz de, bebekler gibi uyuyoruz..
Suskun, düşünmeyen,sessiz bir toplum olduk...Ses ne zaman çıkıyor? Eller havaya...diyince biri, zil takıp oynuyoruz...Bu kadar..
Anlayamıyorum....Yazık bu ülkeye.....Manda altına girmemek için uğraşmışız yıllarca ama...Biz şimdi manda altındayız gibi
geliyor bana..Hem de büyük bir manda.....Sağlıcakla kalın...
30 Ocak 2010 Cumartesi
YETER Kİ GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN
Ocak ayının son cumartesi günü bugün...Ne çabuk geçiyor " zaman"....Sabah...Kalkar kalkmaz aklıma geliveren bu oldu....Kötü
bir gecenin ardından, yeni günden umutlu uyandım ve bir şarkı belirdi birden, sisler_puslar arasından...Hey gidi Cahit Sıtkı..Ne
güzel demiş diyeceğini................." Ne doğan güne hükmüm geçer, ne halden anlayan bulunur....Ahh, aklımdan ölümüm geçer.."
Devam edip gidiyor...Sonunda da şöyle diyor...."Ve gönül Tanrısına der ki : Pervam yok verdiğin elemden, her mihnet kabulüm...
Yeter ki gün eksilmesin penceremden....."...Bayılıyorum bu dizelere....Şair olup en güzel şiirleri yazmak isterdim doğrusu....İnsan
uzun uzun yazmadan, derdini anlatabilir böylece...Ben örneğin....Dün gece birinin kalbini kırdım... Hiç sevmediğim bir şey...
Kalp kırmak....Ama bazen oluyor işte..Kafanıza, gönlünüze uymayan bir şeye itiraz edebiliyorsunuz....O zaman, karşınızdaki
kişi çok üzülüyor....Sonradan empati yaparak düşününce onun da haklı olabileceğini farkediyorsunuz....Ve üzüntü başlıyor....
Öyle oldu bana da....Bu gibi durumlarda da çark etmek, karşınızdakinin gönlünü almak gerekiyor...İşte beni bozan da budur..
Çark etmek....Hocamız Prof.Dr.Süheyl Ünver derdi ki: " Doğru olun, olun ama bir selvi gibi doğru olun...Kuvvetli bir rüzgar esti mi, başınız, selvi gibi, azıcık eğilsin...." Anlamı açık...Kazık gibi olma, eğilmesini bil....Ben de öyle yaptım...Eğildim...Nedeni,
o kişiyi kaybetmemek...Seviyorsanız, kaybetmek istemezsiniz....Hayat bu..Oluyor işte olaylar...Şimdi şu sözü yazınca Hocam aklıma geldi...Bir 17 şubatta doğdu, bir 17 şubatta gitti....Bu ay onu anacağız ....Hayatımızı etkiledi, görüşlerimizi değiştirdi,
insanlığı öğretti....Büyük insandı o.....Tam bir sufi....Sonra onu anlatacağım bir gün..Bugünlük bu kadar...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)