27 Şubat 2010 Cumartesi
mutlulukta gizli acılar....
Bir zamanların güzel programı Meksika Sınırı'nın has çocuklarından biri de Tarık Tufan'dı, bilenler bilir..."Yağmur" dergisine
bir röportaj vermiş....Uzun ve güzel bir sohbet yapmışlar....Sonlara doğru bir yerde...söyledikleri ilginç geldi ve anılarım canlandı
birden....Önce T.Tufan'ın dediklerine bir bakalım...Özetle şöyle diyor.."...Bir kalabalıkta bile, insanların neşeyle izledikleri birşeyin içinde, küçücük bir ayrıntı, benim uzun uzun orada düşünmeme sebebiyet veriyor...Yani diyelim ki , varoşlarda bir düğün salo
nunda, gelinle damadın etrafına, ayağa kalkıp halaya duran insanlara herkes büyük bir mutlulukla bakarken, bu insanların
hayatlarındaki o derin yaralara, derin acılara, bir an ara verip o iki insanın mutluluğunu paylaşabilmek için canhıraş alaya dur
maları....bende başka bir duyguyu açığa çıkarabiliyor..." ...Bu sözler..Bir anda yıllar önceye götürdü beni.....Aynısını yaşadım çünkü.....Beykoz'da bir düğün salonu.....Herkes mutlu....Biri hariç....Gelinin babası olan, dayım....Kızına tapan bir baba....Evlen
mesine karşı çıkmış o güne, o ana kadar...Salonda mutsuz dolaşıyor....Tam gelinle damat, imzaları atmışlar ve anne-babalarını
öpmek için dolaşmaya başlıyorlar...Dayım, pistin ortasında kızına sarılıyor, onu öpüyor....kollarını açamıyor, öyle kalıyor....emi-
nim ki, gözlerinden yaşlar akıyor....Ama herkes onu bırakmış, benimle uğraşmaya başlıyor....Çünkü, ben, dayımın o halini görünce, müthiş bir duygusallığa kapılıyor ve ne olduğumu anlamama fırsat kalmadan ağlama krizine tutuluyorum...Çenelerim
birbirine vuruyor ağlarken....dakikalarca.....sonradan düşündüğümde.....çok sevdiğim bir insanın, hem mutluluğu, hem üzün-
tüyü aynı anda yaşamasına dayanamadığımı anlıyorum....Hala, böyle duygusal sahneler beni ağlatır....Herkes neşe içindeyken, objektif bakarım o anki duruma ve tutamam kendimi....İşte Tarık'ın röportajını okuyunca, ona yerden göğe kadar hak verdim...Demek ki yalnız ben değilmişim böyle dedim...Bazen de tam tersi durumlar oluyor....Herkes üzgün, bazıları ağlıyor
diyelim, bir olay karşısında....Yine bir ironi....Olayın dışına çıkıp bakıyor ve gülecek bir nokta bulup gülebiliyorum....Buna kızan-
lar oluyor o zaman da.....Ben mi acaipim, yoksa bu normal bir insani durum mudur?...Çözemedim doğrusu......Umarım norma-
limdir.....
OY BENİM SEVDİCEĞİM
"Trabzon büyük şehir.....uzaktan sevmek olmaz, yakına gel sevdiceğim....oy benim sevdiceğim.." diyor Fatih Erkoç...Ne de güzel
söylüyor.....Sabah değil ama saat 11 e doğru, Erenköy D&R'ına gittim ve aldım Fatih'in cd sini....Şimdi evimde dinlemekteyim...
Ruhumu okşuyor şu müzik..İyi güzel de, hani benim sevgili arkadaşlarım?.....Saat kaç oldu ( şu anda 13.38 ) ...Hala hiçbiri yok..
Doğum günün kutlu olsun diyen yok....Sabahın köründe 2 kutlayan oldu ancak....Biri Garanti Bankası, diğeri Turkcell....Güle
yim mi, ağlayayım mı halime, bilemiyorum.......Geçenlerde bir yazı yazmıştım..Ben onları iyi bilirim diye....Yoksa bilmiyor muyum?....Yoksa yanılıyor muyum?.....Arkadaşlık kalmadı mı?....Hayatın dişlileri arasında un-ufak mı oldu arkadaşlarım, dostlarım?...Kendi dertlerine kapılıp beni unuttular mı?....Hani bir söz vardır, " İnsan, herkesi kendi gibi sanırmış" ...Ben de san
dım ki, arkadaşlarım bana geceden yazacaklar, mutluluklar dileyecekler...Kendilerine gösterdiğim özeni, onlar da bana göstere
cek....Heyhat, yanılmışım....BİR kişi, evet sadece ummadığım 1 kişi, şu inceliği gösterdi....Ona, tüm kalbimle teşekkür ediyorum.
Bundan sonra, sevgimi sunarken insanlara, ben de nekes davranmayı seçeceğim galiba....Eskiden okullarda münazara günleri yapılırdı...Örneğin " İnsan doğuştan mı kötü olur, yoksa toplum mu onu kötülüğe iter?"...filan gibi....Demek ki, gerçekten top
lum, insanın huylarını etkiliyor....Yani şimdi ben, bundan sonra, dikkat etmezsem arkadaşların böyle günlerine.....Benden kaynaklanmış bir ihmal olmayacak bu.....Beni cemiyet bu hale getirdi diyebilirim...Bilsinler ki, bu günden itibaren Gönül, ilk
kutlayan olmayacak.....Fatih şimdi de Altın Kafes'i söylemekte...." Ben sana dayanamam yarim" diyor......Alın arkadaşlar siz de
bu cd yi....En azından, ilk tur gezimizde sizlere dinleteceğim ama o zamana kadar beklemeyin, dinleyin siz....Herkese yine de teşekkür...
İŞTE, 27 ŞUBAT
Bugün benim doğum günüm..Şubat ayında doğmuş olduğum için şanslı görüyorum kendimi....Asla bir yaz çocuğu olamazmı
şım ben....Kış, güzel....Ancak, dünkü güzel havaya kanıp bugün ince giyinmiş olduğumdan, aşırı üşüdüm doğrusu....Kentplus'ın
bahçesinde yürürken, sırtımın nasıl donduğunu anlatamam.....Temmuz geldiğinde, bugünü özleyeceğimden eminim.....Ayların
ne çabuk geçip gittiğine şaşarak, hatta yılların, üzülüyorum zaman zaman...Ama düşünüyorum ki, benim için geçen zaman,
yalnız benim için değil, herkes için de geçip gittiğinden, kaybımız fazla olmuyor....Örneğin...Evde bir tartı aleti var.....Kızım diyor
ki, "Bu alet bozuk..doğru göstermiyor..." Ben de diyorum ki: "Olabilir...İlk kullandığında yanlış göstermiş sayılabilir ama sonra
ki kullanışlarında, alet artık yanlış gösteriyor denemez.....Önceki rakamı bildiğin için, yeni rakamı doğru kabul etmek gerekir..."
İşte bunun gibi birşey.......Bu konular, aklıma şu güzel kitabi getiriyor.."Olasılıksızlık"... Bir daha okusam yeridir yani....Bazı
kitaplar var ki, işte böyle, bi daha bi daha okunabilecek kadar çekici...Bazıları da var ki, bir türlü bitmez....Şu günlerde okudu
ğum Floransa Büyücüsü örneğin...Döne döne okuyorum...Bazen bir sayfa öncesine, bazen bir cümle öncesine...ve özümsemeden
geçemediğim sayfalar oluyor.......Keçiboynuzu gibi de olsa, bitireceğim....S.Rüşdi'nin dili güzel....Tercümesinde çok başarılı olunduğunu söylemek zor ama yine de güzelliği anlaşılıyor...Sarmaşık gülleri gibi.....Girift, çok girift....Konu da, anlatım da....
Bittiğinde, okumaktan memnun kalacağımdan eminim yine de...Doğumgünüm anısına, D&R 'dan kendime bir roman ve bir cd
almak için, sabah kalkınca caddeye çıkacağım...Kitap ne olur bilmiyorum ama, cd, Fatih Erkoç'un en yeni cd'si olacak...Türkü
leri....Bu adam, her türlü müziği çok güzel icra ediyor......Müzik olmasaymış, hayat amma berbat olurmuş...Düşünmesi bile
korkutucu.....Herkese iyi geceler...
26 Şubat 2010 Cuma
Ring Seferlerim
Evimle Erenköy arasında mekik dokumaya başladım sayılır yine...Gece gece, neredeyse yatıp uyuyacağım bir saatte....hava soğuk ve yağmurlu iken...Çağır bir taksi, bin git Erenköy...Hiç akıl işi mi?....Değil tabii...Ama işte, ah annelik....Kalbiniz dayanmı
yor, çocuğunuzu üzmeye....Manhattan binaları gibi bir binanın 10.katı....Bir tuhaf oluyorum doğrusu...Unutmaya çalışıp yüksek
liği, sabahı bulacağım, çare yok....Aslında ilk zamanlar, daha bir tedirginlik çöküyordu ama sanırım yavaş yavaş kanıksamaya
başladım....Etrafı seyredebiliyorum....Burdan bakıldığında bazı gün, adalar ve deniz hiç görünmüyor...Bazen de pırıl pırıl her taraf....Doyamıyorsunuz ufuklara bakmaya...Hele günbatımının seyri, nefis doğrusu...Geçtiğimiz yaz boyu, taa eylüle kadar...
Gizli Bahçe dönüşlerinde, güneşin Fenerbahçe üstünde batışının, pembe-mavi bebek renkleriyle yarattığı o eşsiz panaromayı
unutmak mümkün mü?....Bunları düşünürken güzel güzel...birden gündemdeki olaylar aklıma geliverdi...Günlerdir süregelen
gözaltılar, moralimi bozuyor....Neler olup bittiğini bilmeden yaşadığımız yıllar.....Yavaş yavaş herşey ortaya çıkıyor ...Bugün, Taraf gazetesinde Evrim Alataş şöyle diyor : "......Samimiyseniz, sadece kendinize dönük darbe planlarını gündeminize almayın..
12 Eylülden başlayalım...Gözlerimiz adalet görsün...Biraz da biz oh çekelim...Çok mu şey istedik?..."....Bu sözleriyle Kenan Evren'i kastettiğini, yazısında anlatıyor zaten...Şimdi benim düşüncem şu : Herkes kendine dokunan konularda intikam almaya
kalkarsa, bu iyi bir süreç olmaz...Hakkaniyet olmaz....Geçmişte işlenmiş suçların, hangi tarihe kadar geri gidilerek irdeleneceği
sorunu, bence kafaları karıştırır.....Bunun bir ölçüsü olmalı....Bugün, sevgili arkadaşımız İst.Barosu Başkanı Sn.Muammer Aydın, radyoda yaptığı bir konuşmada, çok güzel teşhisler ortaya koydu...Ortalık nasıl durulur sorusuna karşılık, şöyle cevap
verdi...." Herkes, ( taraf ) olmayı bırakmalı....İlle de bir taraf olmaya gerek yoktur...Vatandaş olmak yeterlidir..." Doğru söze
şapka çıkarmak lazım....Olaylar karşısında, sadece bu vatanın evladı olarak hepimiz aynı duyguları taşımalıyız....Gerçeklerin
suyüzüne çıkmasını, suçların cezasız kalmamasını dilemekten başka birşey gelmez elimizden...
24 Şubat 2010 Çarşamba
AB
Sabah sabah bozulmak diye buna denir işte....Gazetelere gözatayım dedim....Sabah'ta Erdal Şafak ....Okurların tepkisini belirten
yorumlara çok önem verildiğini söylüyor.....Elektronik gazete haberlerinde....Çünkü, anında, halkın tepkisini görebiliyorlarmış...
Dünkü Le Monde'u örnek vermiş.....Şu sıralar, AB'nin dönem başkanı İspanya....Bizim Başbakan da orada ya?....İspanya'nın Başbakanı olan Zapatero, nezaketten olacak....Demiş ki : " Madrid, Türkiye'nin AB ile müzakere sürecini canlandırmak istiyor.."
Bu haber Le Monde'da yayınlanınca da okur tepkileri akmış....Bu akan tepkilere göre, Avrupa bizi istemiyoooor.....Bu yeni bir
şey değil....Amerika'yı yeniden keşfetmiyoruz....Biliyoruz biz istenmediğimizi.....Amma.......Acaba hiç düşünüyorlar mı bu sayın
okurlar.....Biz onları istiyor muyuz?.....Kendi adıma koca bir (Hayır..)..İstemiyorum...Ben AB ye girmek istemiyorum....Kalbim
istemiyor...Çünkü, insan, istenmediğini hissettiği bir yere girmek istemediği için....Sebep bu kadar basit yani....Bizi beğenmiyor-
lar, istemiyorlar...Onların gözünde, başı bağlı, ayrı dinden, yobaz insanlarız....Kaba, görgüsüz....Haklı oldukları yanlar olabilir..
Ama bakalım, kendileri dört dörtlük mü?....Biz onları pek mi beğeniyoruz?.....Soğuk....Bencil....Maddi....İnsani yönleri zayıf...
Yardım sevmeyen....Kısasa kısas yaşayan....Böyle işte....Çok da matah değiller ....Neden..... Türkiye'ye gelip tatil geçiren ve ülkesine dönünce, Türkiye'yi çok sevdiğini söyleyen binlerce turist oluyor?....Bildiğimiz gibi değilmiş, Türkiye bambaşka diyorlar...Okurların yorumlarına bakın..."İspanya,Türkiyeyi bıraksın, işsizliğe çare bulsun"..."Türkiye'nin üyeliğiyle AB nin
sınırları Suriye, İran, Irak'a dayanacak..Ne güzel.."..."Zapatero efendi, Türkiyenin üyeliğini isteyeceğine, Kıbrıs'tan askerlerini çekmesini istesin.." "Avrupa, barış için, bir Anglo-Amerikan Truva atı seçti.."..falan filan...Mide bulandırıcı sözler...Bunları söyleyen insanlarla birlik olmak isteyen kim?.... Bilin kardeşim, biz de sizi istemiyoruz.....Bizim istediğimiz, AB tarzı demokra-
si, hukuk, insan hakları, sosyal haklar vs....Bu da sizin tekelinizde değil ya....Gölge etmeyin, yeter.....Gelin, gezin, biz misafir-
perver insanlarızdır...Sizi yine ağırlarız, el üstünde tutarız, şaşar kalırsınız....Ama üyelik sizin olsun....Doğunun sıcak, samimi insanları olarak kalmaya razıyız biz....
23 Şubat 2010 Salı
APTAL AĞAÇ
Sabah erkenden, akşam yaptığım kuru köftelerin yanına patates kızartmak için mutfağa girdiğimde....Pencereden bahçeye
bakınca ne göreyim....Güzelim badem ağacı, çiçek açmış....Ah benim aptalım, kandın değil mi yine.....dedim....O anda, Sabahat
tin Bey aklıma geldi nedense....Eski apartmanımda, kat komşumuz beyefendi...Nur içinde yatsın....Av.Osman Oy'un babası....
Osman, bizden sonra mezun olmuşlardandır...Anne-babası da zarif insanlardı doğrusu...Sabahattin Bey, keman çalardı...Zaten
müzik öğretmenliğinden emekli bir beydi...Kibar, centilmen, feminist bir kişiydi....Güzelliğe hayrandı..Güzel olan herşeye...İltifat
etmeyi de, iltifat almayı da çok severdi....Hatta derdi ki: " Efendim, iltifat, iyi bir şeydir...Çünkü, eden de, alan da mutlu olur...Sa-
hici olmasa bile zararı yok....Bana iltifat edilmesinden çok hoşlanırım...O derece ki, yalan olduğunu bilsem de, hoşuma gider...O
gün moralim düzgün dolaşırım...Siz de öyle yapınız....Hele ki bayanlara, ( Bugün ne kadar güzelsiniz) demek, icabında hayat kurtarır..İltifattan asla zarar gelmez..."...Onun bu sözlerini hiç unutamam....Haklıydı..Denedim ben de.....Gerçekten, yalan da olsa hoşa gidiyor....İşte badem ağacı ... gariban, azıcık güneş yüzü görünce, koyvermiş çiçeklerini....İki tatlı ışığa kanmış....
Onun alacağı iltifat ne olur, güneşinden, suyundan başka....Umarım yine kar-kış bastırmaz da, aptallığının kurbanı olmaz...
İltifat almak güzel ama, ona kanıp da başınıza işler açmayacaksınız....Bahçemdeki badem ağacı gibi....Açılıp saçılmaya ne gerek
var, kınalım benim.....Dur bakalım, arkasında ne var bu iltifatın.....Doğru mu? Bekle azıcık, kendini garantiye al önce....
Sonra heder olup gitmek de var....Yaradan, tüm canlılara aynı duyguları vermiş demek ki.....Badem ağacı da sanki insan....Ya da, tüm insanlar, aynı badem ağacı gibi......neyse....geçiyorum bu konuyu.....bahar geliyor yani....ağaç mağaç..bunu gösteriyor
aslında...Ne güzel bahar....Güzel de, hayat olaylarının ağırlığı, bazen, baharı maharı farkettirmiyor insana...Önümüzdeki
çarşamba, çok sevdiğim biri, kendini Azmi Hocanın ellerine bırakacak....Hıncal'ımı kurtaran o güzel, o maharetli ellere.....
Bu sefer, benim en yakınım, en sevdiğim kişilerden biri.....sayesinde, inşallah, şu boyun fıtığından kurtulacak...Dua edin arkadaşlar.....Allahın izniyle Azmi Hoca bunu da başarsın....
22 Şubat 2010 Pazartesi
KANDİLLİ
İstanbul'un en güzel semtlerinden biridir burası....Anneannelerimizin, o kendine has kokusu olan sandıkları vardı eskiden hani...
İçinde, göznuru dantelli bohçalara sarılmış binbir değerli eşya....Ah işte, tıpkı o danteller gibidir Boğaz'ın kıyıları....Girintili çıkın-
tılı.....Kandilli.....Yahya Kemal'in ne de güzel anlattığı Kandilli....Bir çıkıntıya yerleşmiş, asude, ferah,gizemli bir semt....Tepede de
sevgili okulum, okulumuz....Güzelliğine meftun olduğum yapı....Ne güzel günlerim geçmiştir burada....Geceleri yattım mı, gözlerim henüz kapanmamışken, gördüğüm şey Rumeli Hisarı olurdu....Işıklar içinde Hisar....Daha güzel bir pano düşünemiyo-
rum...Ve burası için aklıma gelen ilk özellik, disiplindi....Müdüranım ve muaviniyle tam Reşat Nuri'nin kız okulu....Hiç unutmu-
yorum....İlk gece....Tuvaleti aşağı katta biliyorum....O katta da olabileceğini düşünememişim....Gece kalktım...Merdivenlerden
indim, tam geniş mermer holün ortasındayım...Bir koridordan, uzun boylu, siyah pelerin giymiş kocaman bir adam çıkmaz mı...
Gerisin geri, merdivenlere doğru nasıl koştuğumu unutamam...Ertesi gün öğreniyorum ki, gece bekçisiymiş bu...Dün işte....Hep
anılar serildi ortaya....Taşınma sırasında bulup çıkardığım ince bir hatıra defterim vardı...Onu gösterdim arkadaşlarıma...İlk sayfasına yazmışım, " Bana aittir, lütfen okumayınız.." Şimdi ben veriyorum okuyun diye...Severek, gülümseyerek okuyacağı
mız yazılar var çünkü sayfalarda....Kandilli defterim....Bitirme sınavlarında sorulan sorulara kadar, neler yazmamışım ki....
Gündüzlüleri değil ama yatılıları, tek tek özellikleriyle anlatmışım..Huylarını filan....Sınıf planı yapmışım...Kürsü nerde, kitaplık nerde...Sıralarda oturanların isimleri.... Hocalarımız....Fransızca hocamız örneğin..Öylesine zarif bir hanımefendiydi ki....Oktay
Rıfat'ın eşi Sabiha Rıfat....Ben, asaletin ve kibarlığın somutlaşmış örneğini, ilk onda gördüm....Sonra Celile Hanım...Cebirci...Çok
sevdiğim....Ben de onun en kıymetli öğrencisiyim ya...Hayrandım ona...Tam bir anne idi....Yazılılarda beni kürsüye alırdı...Kim
seye yardım edemeyim diye, ya da belki beni düşünerek...Kimse rahatsız etmesin, rahat yazayım diye...Bir de Tomris Hanım...
"Git, getir o Beşiktaş'lıyı" daki sözü geçen....Ne güzel geçerdi edebiyat derslerimiz de....Dolu dolu....Aklıma geliveren bir anekdot da var.....Kandilli ile Kuleli Askeri Lisesi...Komşu okullar ya...Anlatırdı eski öğrenciler....Bahçe, daha yüksek bir toprak parçası-
nın altında kalırdı..Yani orada duran bir kişi, bahçeyi tepeden, stadyum gibi izleyebilirdi... İşte oraya, Kuleli'den askeri öğren-
ciler gelirmiş kızları seyretmeye....Çünkü ne voleybollar, ne yakantoplar oynanırdı orada...Genç delikanlılar da kızları oynarken
seyredermiş....Bunu gören Müdüranım, Kuleli'nin Müdürüne telefon edermiş...." Öküzlerinizi çekin tepeden" diye..O da cevap
verirmiş..." Önce siz çekin danalarınızı bahçeden".....Gülerdik biz de bu laflara..Çocukluk iste...O zamanlar, cumartesi günleri
yarım gün okul vardı...Biz yatılılar, öğle oldu mu, izin karnemize çıkma saati yazılarak salıverilirdik dışarı, evlerimize gitmek
üzere...Ah ne zevkti o çıkışlar....Yokuş aşağı güle oynaya iner, taaa Üsküdar'a kadar yürürdük iyi havalarda...Ordan vapura binerdik....Şimdi olsa, ancak Çengelköy'e kadar gidebilirim herhalde en fazla....Nerdee Üsküdar......Bir gemi geçmesin geceleri,
yatağımda sallanırdım beşik gibi....Hey gidi eski günler....Anısı bile güzel.....
sevgili güzel şubat'ım
Uykusuz geçen bir gecenin sabahına, erken başladım...Oturdum makinenin başına...Dünü yazıyorum...Canım arkadaşlarımla
birlikteydim dün....40 yıllık eski dostlarım....Anılarımız, yine bizimleydi....Ama yeniler de vardı hayatımızda....İnsan, 7sinde neyse 70 inde de odur diye bir söz vardır ya... Bazen katılıyorum buna....Çünkü huylar değişmiyor.....Değişen sadece zevkler oluyor, beğeniler oluyor....10 yaşındayken hiç sevmediğiniz bir şeyi, 40 yaşına geldiğinizde sever oluyorsunuz...O nedenle, 40 yıl-
lık da olsa arkadaşlığımız, değişmiş fikirlerimizden doğan yenilikler olabiliyor.....Konuş konuş, sözler bitmiyor ve bir baktık, karanlık çökmüş.....Sevgili Macide, bizi kırıp geçirdi her zaman olduğu gibi...Giderken de, Datça'daki yeni evi için topladığım
ıvırzıvır bardak çanağı kutulara koyduk, aldı gitti...14 Martta buluşmak üzere sözleştik tabii....3-4 buluşmamızdan sonra da, bir
bakacağız, yaz gelmiş.....Şu yazdan kurtuluş yok...Yılın 4 ayı kış, geri kalanı yaz artık....İşte benim sevgili şubatım da nerdeyse
bitiyor.....26 şubat, resim grubumla toplanacağız, ama ertesi gün, kendi günümde, bu yıl yalnız kalmak istiyorum....Tam da cumartesi....Gideceğim yeri söylemiyorum kimseye...Haşmet gibi ben de kafa dinleme gezisi diyeceğim buna...Gerçi ondaki
olanaklar bende yok....Ne gam...Kendime göre ben de bulurum bir yol....Dönelim Macide'ye.....Diyor ki (izin aldım, yazabilirim)
"Arıyorum arkadaşlar....Uygun bir kişi arıyorum...En önce kibar olacak....Ayı olmayacak...Oturdu mu, yayılmayacak...Anlayışlı,
düşünceli, sanattan-edebiyattan-müzikten konuşabileceğim....Orasını burasını kaşımayacak....Ayak parmaklarına ellemeyecek..
Temiz....bir kişi..." Özetle böyle dedi valla...Var mıdır acaba?...Varsa da, onu bulabilir mi? Orası şüpheli işte...Bu yaştaki akıl,
insanın gençliğinde olsa, yine de hatalar yapabilir mi?....Yoksa, insanlar, hata yapa yapa mı doğruyu bulabiliyor?....Ben örneğin.
Meslek seçimimde ne kadar yanlış yaptığımı, şimdi görebiliyorum....Fransız Filolojisinden korkup- kaçıp, kendimi Hukuk'a atar-
ken, biraz olsun düşünseydim....Bu iş bana göre değil......Çapa'nın Matematik bölümüne yazıl, 2 yılda Matemeatik hocası ol, çık.
Nasıl olsa kazanmışım, hazır bekliyor....Yoook, olmaz....Ya da annenin yasağına aldırma, Güzel Sanatlar'ın mimarlık bölümü
de güzel, oraya gir...Yoook, o da olmaz...İşte sonuç...Hiç sevmeden bir meslek...Bir de, örneğin, çanta ya da ayakkabı filan
alırken insanın başına daha çok geliyor böyle hatalar....Çok beğenip alıyorsunuz...Kullanmaya başlayınca, öfff....şurası dar,
burası yamuk....niye göremedim diye kendinizi suçluyorsunuz....Bir kenara, hiç kullanmamacasına atıveriyorsunuz onu...Bu
hadi bir eşya...Fazla önemi yok...Ama "insan" sa edindiğiniz, işte o zaman yandınız.....O hatadan pek dönüş olmuyor....Başınıza
kalakalıyor...Atsanız da o sizindir gene....Peşinizden gelir etkileri....Kesin kurtuluş olmaz...O nedenle, gençken, büyüklere danış-
mak, bence iyi olur...Tecrübeye güvenmek gerek...Ah gençlikteki " ben iyi bilirim" havaları....Bilmezsiniz gençler, bilemezsiniz..
Bu sizin eksikliğiniz değil....Sadece gençlikten doğan azade ruhun uçmasıdır... Hayatta fazla uçmaya gelmez.....Ayaklarınız
yerden kesilmemeli....O zaman ancak, ileriki yaşlarda, yükseklerde olacaksınız...Acele etmeyin....Uçmayın.....
17 Şubat 2010 Çarşamba
Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver
Bugün 17 şubat....Sevgili hocamızın hem doğum, hem de ebedi aleme dönüş yıldönümü.....1986 da kaybettik bu eşsiz insanı....
Eşsiz diyorum, çünkü gerçekten öyleydi...O, herşeyden önce bir ilim adamıydı.... İlim adamı olmak, "eşsiz" olmayı sağlamıyor
tabii....Başka özelliklerdi onu böylesine yücelten...Neydi onlar?....Tevazu ilk başta....Hem de müthiş mütevazı bir insandı...Kendin
den küçük olanlara bile ayağa kalkacak kadar mütevazı...Bunu da o kadar güzel bir şekilde yapardı ki, özellikle ayağa kalktığını, hiç belli etmezdi....Çalışkan....Hassas...Düşünceli....Anlayışlı....Medeni....Asil...Kibar...Saygılı....Misafirperver....Cömert...Güzel
huyları, saymakla bitecek gibi olmayan bir varlıktı....Onu tanıma, ondan feyz alma şansına erenler, kendilerini zenginleşmiş hissederlerdi......Süheyl Hoca, bir tasavvuf ehliydi....Abdülaziz Mecdi Efendi ile 22 yıl süren muhabbetleri, sufilik yolunda yürüme
sini ve ilerlemesini sağladı....Ancak şunu söylemek gerek ki, bir insanda yetenek yoksa, ne yapsanız boştur....Hocamız, genler
itibariyle de buna yatkın olduğundan, hamura şekil vermek gibi bir durum ortaya çıkmıştır sadece....20 küsur yıl da bizim beraberliğimiz olmuştur ama, ne kadar yol alabildiğimizi takdir, bize düşmez....Yahya Kemal, birgün Topkapı Sarayının bahçe
sinde rastladığı Süheyl Hocamıza, şöyle durup bir bakmış ve demiş ki : "Çerçevesine uygun bir portre, karşımda duruyor.."....
Geleneksel ama bir o kadar da modern .....İkisini, çok güzel sentezlemiş bir insandı o...Kısa bir anımı nakletmek isterim....Pekço
ğunun içinden......Tezhip sanatına başladığım yıl.....Fırçam daha mükemmel hale gelmemişken....Bana, ufak bir çiçek buketi verdi hocam...."Al bundan bir kompozisyon yap...Yuvarlak olsun..." O gece, geç vakitlere kadar oturdum....Küçük bir ayna elimde.....Bu işin acemisiyim henüz....Deneye deneye, sonunda bir kompozisyon çıktı ortaya....Aydıngere geçirdim ve ertesi gün
götürdüm....Korkarak masasına bıraktım...Gelir gelmez baktı....Çağırdı içeriye beni..." Aferin" dedi...." Senin bu işi iyi yapaca
ğından emindim....Beni haklı çıkardın...Hadi bunu geliştirelim..."....Görüyor musunuz, insanı nasıl heveslendiriyor, kırmadan
yaptığınızı düzeltiyor, doğrusu nedir, öğretiyor....Onunla geçirilen bir ders, sadece ders olmakla kalmaz, manevi anlamda sizi
doyuran, yücelten bir terapi olur çıkardı....Ah hocam....Seni anlatmakla bitiremem ki.....Işığın hâlâ bizi aydınlatmaya devam ediyor.....
16 Şubat 2010 Salı
dostlarım
Birgün, sevmediğim, ama yakın olmak zorunda kaldığım birine şöyle demiştim...."İnsan, arkadaşlarını, akrabalarından daha çok sevebilir...Bu mümkündür..." Neden diye sordu bana ..."Çünkü akrabalarını seçemez, ama arkadaşlarını seçebilir...."....Şöyle
bir baktı, şaşırarak...Bu biraz da ona sitemdi tabii....Ama bu sözümde, yerden göğe haklıydım...Bugüne kadar yanıldın mı diye sorun bana....Hayır derim...Sevdiğim tüm arkadaşlarım, sevgimi haketmiş kişilerdi...Biri dışında beni hayal kırıklığına uğratan olmadı....Sema'dan sözediyorum...İlk blog yazımda anlattığım arkadaşım bu....O bile, birgün dönüp gelecek, biliyorum, bekliyo
rum ve kayıp saymıyorum.....Benim arkadaşlarım, dosttur...Dost.... Bu kelimenin anlamını bilen bilir....O öyle bir kişidir ki, yıllar
geçip görüşmesen bile, başın derde düşmüşse bi ara, hemen koşar gelir....Sormaz, bunca zamandır niye aramadın da şimdi çağırıyorsun diye..Sanki hiç ayrı ve uzak kalmamışsınız gibi davranır...Zaten sitem, alınganlık, haset, kınama gibi kötü duygular
"dost" ta barınmaz....Arkadaşlık duygusu, insanı hayata bağlayan en güzel insani bir durumdur sözün kısası....Şarkılara, şiirlere
konu olması da bundan değil mi?...Bu "girizgah" tan sonra.....diyeceğim şu ki: Arkadaşlarımı çok seviyorum, çooook......İyi ki
varlar....Onları zaman zaman kıran, aramayan ben oluyorum galiba....İstemeden de olsa, günler geçiyor bazen konuşmadan...
Ama hiç önemli değil....Biliyorlar beni...ve kalbimdeki yerlerini...Onlarsız bir hayat düşünemiyorum...Bu söylediklerime ters
gibi görünen bir anımı nakletmek istiyorum şimdi...........Yıllar önce....şeker komasına girmiş ve Göztepe SSK' ya düşmüşüm....Kendimi bilmeden yatıyorum, daha doğrusu "uyuyorum".....devamlı ama....3-4 gün sonra uykularım açılmaya başladı, etrafa bakar oldum.....Geleni gideni anlar oldum...Gözlerim kapıda...Kim gelecek ziyaretime diye....Aklımdan isimler geçiyor....Şu gelir, bu gelir diyorum.....Ama hayır.....Gelmiyorlar....Aklımdan hiç geçmeyen kişiler geliyor beni görmeye, geçmiş
olsun demeye....İyileşip hastaneden çıkınca durumu kavrıyorum......"Vay canına....Bunlar benim arkadaşlarım değil miydi yahu? Gelmediler"......Değilmiş.....O günden sonra "dost" un ne olduğunu anladım.....Gel-geç arkadaşlıkların bi anlamı olmadı
ğını da.....Şimdi iyi biliyorum artık....Kim dosttur, kim değildir.....Ben onları iyi bilirim.....
15 Şubat 2010 Pazartesi
TOTALİTER DEVLET Mİ_
Geçen gün kısa bir haber vardı gazetede....Meclis Başkanı, milyonlarca arşiv evrakının, halka açılacağını, ancak İstiklal Mahke
mesi kayıtlarının gizli kalacağını söylüyordu...O gün, o haberi okuyunca babam geldi aklıma.....Çocuktum, o Milli Emlak'ta görevliydi...Zaman zaman giderdim yanına....Gülhane Parkının sol tarafında, Bab-ı Ali denilen yerde, bahçe içinde güzel bir bi-
naydı....Bu kapıdan girdiniz mi, arka kapıdan, Valiliğin yanından, Cağaloğlu yokuşuna çıkardınız....Aynı bahçe içinde, arşiv
binası da vardı....Başbakanlık Arşiv Dairesi....Başında da Sayın Mithat Sertoğlu.....Babamın sık sık oraya gidip bir şeyleri incelediğini görürdüm....Fermanlar, cönkler,eski yazılı herşey buradaydı....Hiç usanmadan, büyük bir sessizlik içinde beklerdim...Mithat Beyle sohbet de ederlerdi...Dinlerdim....Çocuk kalbim orayı sevmiş demek ki... Gazetedeki haberi okuyunca
anılar doldu kafama....Bazen beni, üstelik daha ilkokul, ortaokul yıllarımda, adli tıbba götürüp, nasıl da otopsileri seyrettirdiğini
filan anımsadım....Bu kötü anıları yok sayarak, arşiv binasını düşündüm...Sanırım 3 katlı, enine geniş bir binaydı burası...Şimdi
duruyor mu bilmem....Yıllar oldu, oralardan geçmeyeli...Fakültede okurken, otobüsle bazen Sirkeci-Eminönü tarafına gittiğim
de, otobüs, bu kompleksin bahçe duvarlarının dibinden geçerdi...Yüksek duvarlardı ve bu duvarlarda, delikler vardı....Trafik tıkanınca, o deliklerden akan yağmur sularını seyre dalar, çocukluğumu hatırlardım...Babamın beni , sabahtan akşama kadar nasıl yanında tutup, gezdirdiğini........ yokuştaki kitapçılarda, dakikalarca kitaplara bakarken, neden hiç sıkılmadan durabildiği
mi....kapalıçarşının içinden yürüyüp sahaflara götürdüğünü.....alçak saman taburelerde oturup o sahaflarla saatlerce neler ko
nuştuğunu.....İşte meclis başkanının bana anımsattıkları bunlardı...Bugün ise, Hasan Bülent Kahraman....o arşivlerden bahsedi
yor yazısında....Kayıtların açılacağını, ancak İstiklal Mahkemesine ait olanlarda kapalılığın devam edeceğini söylüyor ve bir
saptama yapıyor....."1925 te kurulan İstiklal Mahkemeleri kayıtlarının açılmasına, bir yerde gerek yoktur...Çünkü, o mahkeme
nin hukukdışılığı o kadar somuttur ki, yeni bir belge bulup bunu yeniden kanıtlamaya gerek bile yoktur"..Yerden göğe haklıdır
dediğinde....Yazısının devamında da, görüşlerine katılıyorum..Eklemek istediğim sadece şudur .....O devirde yapılması gereken neydiyse yapılmıştır....Devletin varlığı için yapılmıştır....1923-50 arası devlet yönetimi totaliter olmak zorundaydı, oldu...Tarih bunu böyle diyorsa desin....Devlet Baba olmak, ancak böyle olasıdır çünkü...Keşke devam edebilse....
14 Şubat 2010 Pazar
YAŞAMDAN DAKİKALAR
Pazar.....Tam bir hafta geçti yazmayalı...Olmadı mı hiçbirşey, ilginç..Oldu ama nedense içimden gelmedi yazmak..Ta ki bugüne
kadar..."Yaşamdan Dakikalar"....Gerçekten insana, yaşadığını hissettiren bir program bu...Onları dinlerken, hayatta önemli olan tek şeyin "insanlık" olduğunu anlıyorsunuz...Ve kavgaların, çirkinliklerin, kalp kırmaların olmadığı bir dünya, varmış gibi geliyor...Dünya, süt-liman bir yer gibi görünüyor gözünüze....Bugün Fatih Erkoç misafirdi programa..Ne güzel türküler söyledi..
Arkasından, Cemal Süreya anıldı...( tek y ile yazılmasını istermiş soyadının) Şiir dendi mi ilk akla gelen o değil midir zaten? ktunnelden bulup koydum face profilime bir şiirini ki, nefis arkadaşlar...Açabilirseniz, siz de bayılacaksınız...Cemal Süreya, son yıllarında Lokman Hekim'i benimsemiş, sevmiş..Ve onun "7 kartal ömrü biçtim kendime" sözünden esinlenerek ( ki 1 kartal
ömrü ortalama 80 yılmış) " ben 7 kırlangıç ömrü biçiyorum kendime" demiş...Ne yazık ki 1 kırlangıç ömrü 9 yılmış...63 yıl yaşa-
yacakken, garibim 59 da tamamlamış yolculuğunu...O bile kısmet olmamış yani....Uğur Mfumcu'nun "Okyanusta Fırat'ın Salı"
diye isimlendirdiği utangaç şair Cemal Süreya...Aşkı, ne de güzel anlatan bir adam..Günün anlamına uyan bir insan oldu yaşamdan dakikalarda.................... 18 şubat 1884 te Roosewelt, eşini kaybettiğinde şöyle demiş : " Hayatımın ışığı gitti.."......
Sevgi, güzel şey.....Aşk, daha güzel.....Şu sözü söyleyebilmek için, birini nasıl da sevmek gerek yarabbi?.....Hiç bitmemecesine....
Böyle sevgiler, sadece romanlarda, filmlerde, şiirlerde mi vardır hep?....Belki....Programda, Tuluhan Tekelioğlu'nun yeni çıkan bir kita-bını tanıttılar...Yaptığı o güzel röportajları toplamış sanırım kitabına ama, hep de uzun yıllar süregelen aşklara sahip ünlü çiftle-rimizi örnek göstermiş.........2 de güzel haber vardı arada....Beyoğlu Belediyesi, Turabi Baba Kütüphanesini
onarmış, yapmış, hizmete açmış galiba...Her hafta ilginç söyleşiler yapılıyormuş..Bir konuk yazar, sanatçı ile....Keşke gidebilsem.
15 şubat pazartesi ise, İşsanat Kulesinde, Birkiye kardeşlerden "Aşk Şiirleri" gecesi yapılacakmış...İçim gitti arkadaşlar ama git-
mesi gelmesi bir dert...İstanbul, tek bir şehir değil çünkü.....Havaalanından eve gelinceye kadar, uçak Avrupa'da bir yere iniyor
sa, tek bir şehir olduğunu söyleyemeyiz doğrusu...Gece vakti, arabasız veya taksisiz, taaa Levent'e gitmek..Akıl alacak gibi bir
şey değil... Hiç heves etmemek gerekiyor...Ama bu yüzden neler kaçırdığımı anımsadıkça, keşke karşıda otursaymışım diyorum..
En fazla 15 liraya, gece, istediği konsere, tiyatroya filan gidebilir insan....Neyse....Bunu unutuyoruz.......Geçen gün, bir arkadaşın evinde, Saatli Maarif Takvimine rastladım...Nostaljik bir obje benim için....Aneannemin, annemin evlerinde hep
gördüğüm, bir zamanlar....Fazla merakımdan olacak, küçük yaşlardayken, sayfalarını kaldırıp kaldırıp okuduğum için duruşu
bozulurdu, aneannem de bana kızardı şakacıktan.." Önceden önceden açma kızım..Bak bozulmuş duruşu...Hem hergün birer birer okusan daha zevkli olmaz mı?" derdi...Nedense yine yapardım, dedeme her gidişimde....Çoğunlukla o okurdu bana...
Yere diz çöküp, " Hadi dede...Okusana bana şunları" derdim...Yemk tariflerini, güzel sözleri, fıkraları, günün önemli olaylarını..
Saatli Maarif Takvimi, bir fenomendir Türkiye'de bence....Hah işte, böyle bir takvimin bir sayfasını okudum arkadaşın evinde...
Şu söz, ne kadar hoşuma gitti, anlatamam....Birden Süheyl Hoca aklıma geldi...."Büyüklüğün, yükselmenden değil, yükseldi-
ğin zamanki küçülmenden anlaşılır.." , bu söze, ne de güzel bir örnektir o....Ah hocam...Nur içinde yat...İşte geldi bir 17 şubat
daha...Toplanıp seni anacağız, buruk ama doyurucu birgün geçirteceksin bize....Sensiz hayat öyle kuru ve yoz ki.....Öyle in-
celikten uzak......Buluşuncaya kadar katlanmamız gereken dünyayı, hiç özlemiyorsun, eminim...Orada da, güller ve laleler
içinde olmanı diliyor bu Gönül....
7 Şubat 2010 Pazar
SANA SARI LALELER ALDIM.....
Bu sabah...7 şubat, pazar....Erkenden kalktım...Temizlikçi bayanı bekliyorum...İlk defa gelecek...Merak da var..Nasıl biri acaba?..
8.30 da zil çalıyor...40 yaşlarında düzgün giyimli biri geldi..Beğendim ilk anda..Hafif bir kahvaltıdan sonra işe başladı...Ben de
odamda "Yaşamdan Dakikalar"ı izlemeye başladım...İnsan bir şeye alışınca, kolay kolay bırakamıyor....Engeller çıksa da o devam ediyor...İş güç önemli değil....Bir baktım, Mazhar Alanson....Sevmiyorum onu....Soğuk bir adam..Ancak şarkılarına diyecek yok doğrusu..Söz de, müzik de hoş Alanson'da.....Son parçası " sana sarı laleler aldım çiçek pazarından.."....Bilirsiniz....
Düşünceye daldım...Kimsenin, bana , bırakın sarı laleyi filan, papatya bile aldığını, hiç hatırlamıyorum....Bu aklıma gelince içim cızz etti.....Neden böyle güzel bir duyguyu tadamamışım?....Ömrümün boşa geçmiş olduğunu anladım birden...Çok üzüldüm...
Hep derim ya...İnsan, 1 defa geliyor dünyaya...Geçmişse ömür, tekrarı yok....Acı bir gerçek, ama böyle..... Demek ki, benim için, artık, "çiçek alma" ümidi kalmamışşş...Bu gerçek "TAK" edince kafama, kendime geldim birden...Yoksa yok..dedim...geçtim...
Konuşmaları dinlemeye döndüm....Sunay, Mazhar ve Hıncal, ne güzel renkli renkli giyinmişler, Haşmet'le Nebil siyah...Ruh ka-
rartıcı..Bunu konuştular...Haşmet, "İspat edecek bir şey yok ki.."filan gibi bir söz etti....Gürültüye geldi, cevabı anlaşılmadı...
Bence, o anda onlara hak verdi, savunma yapamadı doğru dürüst....Renkli kıyafetin, ekranda çok hoş göründüğünü bilmeyen mi var? Bu yaşta hâlâ siyahı sevebilmesine şaşırıyorum doğrusu...İnsan, siyah rengi gençken sever...Yaşlandıkça, renkli giyim
daha cazip geliyor herkese....Moda güzeli gibi dolaşmadıktan sonra, sorun yok...Hele bazen zıt renklerde öyle bir armoni tuttu-
ruyor ki bazı insanlar, bayılmamak elde değil....Bir keresinde, kzımın bir konseri öncesinde, ısrar etmiştim...Üstüne turuncu,
altına kırmızı bir etek...Nefis olur diye....Kızım, ne yazık ki yapmadı bunu....Uzun siyah saçlarını açık bırakarak, bir de çıplak
ayakla piyano başına geçseydi.....Görün siz tepkileri....Ben olsam yapardım....Sahne, uçuk bir yer....O nedenle biraz uçuk olmak
iyidir diyorum....Dinletemiyorum...Dünyaya erken gelmenin dezavantajını yaşıyorum ben....Neyse, temizlik 5 te bitti...So nra
çamaşır yıkamaya başladım, salıya kadar ortalık düzelsin diye....Çünkü o gün evim şenlenecek...İyi akşamlar olsun herkese...
6 Şubat 2010 Cumartesi
UKALA VE KOMİK
Şu bizim insanlarımız....Niye böyle? Çıkaramıyorum nedenini?....Kocaman, süslü püslü ama içi boş....Nihat Doğanla biri röportaj yapmış...Ettiği laflara herkesin hayran kalacağını filan mı düşünüyor acaba?....Traji-komik bir hali var adamın...Kültür,
asalet,karizma...paçalarından akıyor sanki....öff ki öff..Yalnız o değil böyle olan....Çok kişi böyle..Kendini dev aynasında gören bir millet olduk vesselam...Yemekteyiz'e bakıyorum örneğin....Çok eğlenceli doğrusu....Katılan herkes bir gurme....Öyleleri mi
seçiliyor acaba? Yani gurmeler arası bir yarışma mı bu? Bildiğim kadarıyla sıradan insanlar alınıyor bu programa..Öyle gurme filan değiller..ama işte hepsi allame kesiliyor buraya gelince...Ben şöyle yaparım, böyle doğruyum, benim yaptığım güzel, doğru..Aaaa, niye böyle yaptın?..Yanlış yapıyorsun?...Güzel olmamış....Bence, insanlarımız bu kadar kitch değil....Bu program
sanki Trumann Show...Herşey ezberletiliyor, yaptırılıyor,öğretiliyor....İyi de kardeşim, siz bu milleti bu kadar da aptal, salak yerine koymayın....Milleti dejenere etmeye ne hakkınız var?....Yapacaksınız, dürüst-ahlaklı-öğretici bir program yapın...Bu
RTÜK ne işe yarıyor acaba?...İlle de sakıncalı sözler,görüntüler mi düzeltilmeli?....Böyle içerikler düzeltilemez mi? Yani ana konu, anafikir..Ne boş yere, ne maaşlar veriliyor?...Bol sıfırlı....Hakedilmeyen...Ulufe gibi dağıtılan....Bankamatiklere uğrayıp
o ayki maaşını alıveren, 29 günde de yangelip yatan memurlar bu kadar iş yapar.....Herşeyi görüp bilen ama elini kolunu sallamaktan üşenen vatandaşların olduğu bir ülkede, TV de bunların gösterilmesi de çok normal...Böyle başa böyle traş...Ancak
işin kötü tarafı, insan etkileniyor...Zaman içinde, bakıyorsunuz, sizin zevkleriniz de değişmeye başlamış....Korktuğum bu....On-
lara benzemek...
TAKSİM MEYDANI
5 şubat.....Birgün önceden, havanın berbat olacağı, kar yağacağını öğrenmiştim...Üstelik, tv de "hayat duracak" kadar büyük
olacağı söylenmiş "greve destek olaylar" ihtimali de vardı...Buna rağmen karşıya, yani avrupa yakasına geçme zorunluluğu doğdu....Güzel Sanatlar Fakültesine gidip doktora harcı yatırmalıydım, kızım için...Çünkü Sosyal Bilimler Enstitüsü, bu binanın içindeydi...Fındıklı'daki güzel bina..Ahhh..Yıllardır, her önünden geçişte iç çekerek izlediğim bir yapıdır burası....Nedeni...?..
Zamanında, üniversiteye ilk girecekken, orada mimarlık okumak istediğimi söylemiştim evdekilere...Annem..engel oldu..."Ne gerek var? Hippiler var orada...Ben seni oraya göndermem..." Aynen böyle demişti, nur içinde yatsın...Eh işte, benim içimde de
ukde olarak kaldı bu okul....Halbuki tam bana göre bir meslekti mimarlık..Şimdi düşünüyorum da....Matemeatiği ve çizgisi kuvvetli, temiz-düzenli, sabırlı, yaptığını iyi yapan bir insan olarak bu işe çok uygunum doğrusu...Kısmet değilmiş...Sabah 10 da
koyuldum yola...Allah Allah dedim, şaşırdım..Yollar bomboş...Rahat geçtik köprüyü....Beşiktaş'ta indim, bir taksiye bindim, Fakültenin kapısında indim...Ufff, içeri girerken bir hoş oldum ki sormayın..Ben...Öğrenci olarak şu kapıdan girememiştim ama
işte buyrun...Öğrenci annesi olarak ancak, içeri girmekteydim....Hiç girememek de vardı ...Bu da bir sevinçti benim için...Tut ki girmişim de bitirmişim...Ne gam...Sonunda gene emekli olmuyor muyuz? Bu kadar..Daha pekçok güzel işlere heves etmişim, olmamış..Buna da üzülmeye değmez dedim hayatta....İşimi yaptım, çıktım...Ve deniz otobüsüne, vapura binmek istemediğim
den...yine bir taksi, Taksim'e çıktım...Doooğru otobüse-dolmuşa gitmeden, sağa çark...İstiklal Caddesine doğru yürüdüm..ve
düşündüm...Meydan kültürü yok bizde....İşte Taksim Meydanı..Ne kadar güzel..İnsanı mutlu etmeye yetiyor...Mütevazıyız biz
doğrusu..Burası, öyle çok da şatafatlı bir meydan değil aslında....Havuzlar, ağaçlar, banklar, bol heykel yok..Ortada ufak bir
şey....Etrafında 3-5 sarı-mor hercai....dön dur...Meydanlar, eski Avrupa ülkelerinde, başlıbaşına bir kültür ....Sık sık çıkıveriyor
karşınıza..Soluk alıyorsunuz, ferahlıyorsunuz, hayat sevinci doluyor içinize....Kendinizi daha bir sosyal varlık olarak görebili_
yorsunuz....Neyse, lafı uzatmayayım...Tam, suların aktığı duvarın önünde, sırayla dizilmiş polis arabalarını görüyorum birden..
ve sokakların niye boş olduğu anlaşılıveriyor tarafımdan...Hayat duracak'ın nedeni bu...Olaylar...Hiç tınmadan yürüyorum..
Olay olacaksa olsun..Kim korkar hain kurttan?...Katılıveririm içlerine olur biter....Ama Sütiş'e girmeden dönülür mü Taksim-
den?....Yanımda arkadaş olsa, daha içlere doğru yürüyüp Saray'a giderim ama şimdi buna gerek yok, Sütiş yeter diyip giriyorum..Çıkıca dolmuşa giderken, heykelin etrafında ve metronun üzerinde, bir yığın tv kameramanı, üstü antenli tv araba-
ları, 2 ambulans görüyorum...Size iyi işler diyorum içimden..Kısa bir süre sonra da evdeyim........Şimdi bu sabah....Gazeteleri
okurken, Engin Ardıç'a sıra geliyor..Bakayım bugün kimlerle dalga geçiyor diyorum? Dün beklenen olayları anlatıyor....
Beklenen ve gerçekleşmeyen...Adam haklı..Haklı da....Araştırma veya tez konusu olacak kadar önemli sosyolojik bir durum
var bence ortada.....Bize ne oldu ey dostlar?....Bu gençlik nerede?....Ülke olarak UYUYORUZ...Acaba diyorum, bir gaz veya
toz filan icat etti de bu Amerika, İllüminati vs...Havadan....Arasıra....gelip atıp,sıkıp gidiyorlar....Biz de, bebekler gibi uyuyoruz..
Suskun, düşünmeyen,sessiz bir toplum olduk...Ses ne zaman çıkıyor? Eller havaya...diyince biri, zil takıp oynuyoruz...Bu kadar..
Anlayamıyorum....Yazık bu ülkeye.....Manda altına girmemek için uğraşmışız yıllarca ama...Biz şimdi manda altındayız gibi
geliyor bana..Hem de büyük bir manda.....Sağlıcakla kalın...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)