30 Eylül 2009 Çarşamba

EYLÜL SONU

Eylül sonu bir gün....Sıcak ama yaz sıcağı gibi değil..Sıcakta bile eylül hüznü var sanki...Nedense bu ve takip eden 2 ay, bir ömrün bitişi gibi...aralıkta tekrar bir canlanma..çünkü yeni yıl coşkusu başlıyor...her yeni yıl, yeni bir başlangıçtır benim için...artan yaşları hiç düşünmem...di...galiba artık düşünme zamanları geliyor veya geldi...hangisi bilmem... SHELLEY diye biri demiş ki: "Önce kayiflerimiz ölür.....Sonra umutlarımız....Sonra korkularımız.....Ve bunlar ölünce de, biz ölürüz"....Bu bir kıstassa eğer, ölmeye daha var...Çünkü, korkularım hiç ölmüyor...Hep var..Ama değilse, o zaman da endişe etmek yersiz demektir...Kim bilebilir ki...Tagore'un dediği gibi, " Gölge de durarak ışığı tutanlar" dan olmaya devam etmem gerek..Bu nedenle hayat da devam ediyor zaten...Öyleyse, dışarı çıkıp iki doğum günü hediyesi almalı...Ayşe'ye, yani Alp'in annesine..Ve Özen'e....ne alacağımı bir bilsem...onlara almaya çıkıp kendime de alabilirim birşey..Böyle de acaip bir huy var bende ..Neyse..Şaşkın'a gideyim en iyisi..By..

27 Eylül 2009 Pazar

Çaydanlık

Sabah 7.30 da, yatak odamın penceresinin altında, bir kadın sesi...biraz cıyak.."Buraya da girebi- lirsiniz" diyor...Uyandım tabii hemen ve yeniden uyumak imkansız....Oysa ki bu sabah 9 a kadar uyumak istiyordum..Sonrasında keyif yapacaktım "Yaşamdan Dakikalar" la.. Olmadı...Güne er kenden başlamış oldum..Kapının önünde, koca bir tır gibi uzanmış nakliye kamyonu görmek, ayıl mama yetti yani..Eh dedim, kalk Gönül..Şu çaydanlığı yıkamakla işe başla....Ne bu çaydanlık konusu? Anlatayım.. Küçük kızım çaysız duramaz...Onun için bir seramonidir çay demlemek, içmek...Budapeşteye götürülmesi gereken en önemli nesne de , tabii ki çaydanlık oldu bu nedenle..Yenisini almaktan sa,hergün kullandığımız küçük çaydanlığı götürmesini istedim ve çaydanlık gitti....E tabii bana da lazım..Diğer buyük çaydanlığı kullanmak gereksiz olurdu..Bostancı'ya inip aldım bir tane..Eve gelince hemen üstünü yıkadım, altına da su doldurup kaynatayım dedi birkaç kere..Ama daha ilk seferinde, mutfaktan çatır-çutur sesler gelmeye başladı..Taştı mı acaba diye koştum mutfağa.. Bir de koku, yanık gibi..Hayır, taşma yok...Dikkatle bakınca gördüm ki, çaydanlığın dibi, ana gövdeden ayrılmak üzere...Sapından tuttum, nerdeyse ayrılacak..Hemen kapadım ocağı..Telefon ettim aldığım mağazaya...Hata var demek ki, getirin dediler...Dün sabah ilk işim geri götürmek oldu...Yenisini seçin, alın demelerine rağmen cesaret edemedim tekrar almaya..Parasını verin dedim, aldım..Öbürleri de belki öyle hatalı olabilir fikri ağır bastı kafamda...Ama kaldım açıkta.. Bir başka dükkana gitmeye de zaman yoktu ve ben gittim Gizli Bahçe'ye...Alp'in mevlidine.. Orada otururken, büyük kızım aradı ..."M&S'dayız...Hediye veriyorlar..Ne istersin?" Bir yığın şey saydı..A, çaydanlık da var listede..O olsun dedim...Kayınvalidesi de elektrik süpürgesi istedi....1-2 saat sonra hediyelerimize kavuştuk..Geldim eve akşam....Çaydanlık, elektrikli çık tı...Olsun dedim, bu da bulunsun..Çeşit olur ve ilk çayımı yapıp içtim....İçerken de Haşmet'i okudum....Bugün bir yerde demiş ki, tam çello dinleme zamanıdır..Elhak doğru...Tesadüfe ba kın ki, küçük kızım Gizli Bahçeye beni arabayla götürüp getirirken, sahil yolu boyunca dinleyip mest olduğum ve artık bilgisayara yükleyip heran dinleme fırsatına kavuştuğum, sevgili "SCHUBERT'in Variatonları " fonda değil mi?....Off, ne zevk.....Bu durum şimdi saat 12-13 e kadar devam eder bende..Çünkü birazdan başlayacak bu sezonun ilk Yaşamdan Dakikaları... Onları özlememek olası mı? ....Hayatımızdan eksik kalmamaları dileğiyle...

25 Eylül 2009 Cuma

MEKSİKA SINIRI

Evet, nihayet bu gece program başlıyor...Kanal değişmiş, bir de İsmail Küçükarslan gitmiş..Ço- cukların üçünü de çok seviyordum..İyi geçiniyor görünüyorlardı..Ama, her iş yerinde olduğu gibi geçimsizlik burda da varmış demek ki, İsmail yok artık..Yazık..Asimetrik diş yapısıyla değişik ve hoş bir görünümü vardı, ekrana yakışan bir tipti..Ağzı güzel laf yapıyordu..Akıllı, sevimli, kül- türlü bir kardeşimizdi..Mütevazı yapısıyla tanımıştık onu...Tarık da iyi, hoş çocuk ama anlaşama yıp ayrılmaları, sanki bizlere verilen bir ceza gibi geldi bana...Yani, bizim ne suçumuz var ki...Bu zevkten bizi mahrum etmek, haksızlık olmuyor mu?...İsmail ve Tufan..İkinize birden söylüyorum..Maddi çıkarları bırakın, maneviyata bakın kardeşlerim...Biz sizleri böyle tanıdık çünkü....Ayrılık tehlikelidir...Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak da var yani...İyi düşünün ve döndürün İsmail'i programa...

ÇÖP TENEKELERİ

Sabah sabah, bir yandan kahvaltı edip bir yandan da gazete okurken, birden gözüme çarpan şu iki kelime, beni dürttü sanki..."Hah işte..uzun zamandır yazmak istediğin konu bu...hemen şimdi" dedi....El mahkum...Sonra yine dalgaya düşer unuturum, yazayım bari dedim.. Küçüktüm ben de bir zamanlar..Öyle zamanlardan, iyi anımsadığım bir şey bu....Çöp atılacak kova mova olmazdı...Halk olarak hepimizin uyguladığı bir şey, şuydu... 20 kiloluk peynir, yağ vs.. tenekeleri kullanılır, boşaldığında kapak kenarları düzeltilir ve evin çöplerinin atılacağı bir nesne haline getirilirdi...Her ev de böyleydi bu...O nedenle çöp tenekesi denirdi...Tenekeydi gerçekten.. O derece yerleşti ki bu söz dilimize, çöp koyduğumuz her kaba "çöp tenekesi" deriz yıllardır.. İşin tuhaflığı şu ki, yaşı yetmeyenler de, neyin ne olduğunu bilmeden, anne babalarından duyup öğrendiler bu ismi, aynen kullanıyorlar..Hatta o denli ki, gazetelerde de, anlı şanlı köşe yazarla rımız da farkında olmadan hâlâ yazıyorlar....Yahu durun düşünün biraz...Herkes kullanabilir ama sizler, topluma yön veren kişiler olarak kullandığınız her kelimeye dikkat etmek zorundasınız.. Artık "teneke" mi kaldı..Çöptenekelerinin yerini, çöp kovaları, çöp bidonları, çöp sepetleri vs.. almadı mı? Nuh nebiden kalma bu tabiri, niye atmazsınız hâlâ?....Yeter, bıktım çöp tenekesinden. Toplu iğne, kaymak defter, kırmızı kalem diye ölüp bittiğimiz yıllardan kalma şu lafa son verin n'olur? Gelişim, gelişim....Bu kadar..

23 Eylül 2009 Çarşamba

BP aşkım

Saat 18 de eve gelebildim...Benimki, adeta bir yolculuk, şehirlerarası..Hergün gidip gelenleri düşündüm de, nasıl beceriyorlar bu eziyete katlanmayı, anlayamadım doğrusu...Üstelik, havaala nı çıkışı hariç, yollar oldukça iyiydi..Buna rağmen15.40 da bindim Havaş'a, 18 de eve geldim..Bu biraz da benden kaynaklandı diyebilirim..Huyum kurusun, Taksim'e gittim mi, kesinlikle Saray' dan, Sütiş'ten kazandibi alacağım..Olmazsa olmaz... Bu zevki yaşamadan gelinir mi Taksim'den? Bu nedenle de uzadı tabii gelişim..Yani anlayacağınız, kızımı gönderdim ve döndüm..Benim eve girdiğim dakikalarda da, o inmiş olmalı..Henüz mesaj alamadan yazıyorum bunları..Yarın, hem benim için, hem de onun için, gün, yoğun geçecek..O, emlakçılarla olan randevularına yetişmeye çalışacak..Ben de Gizli Bahçe'ye gideceğim sabahın köründe..( evet, şimdi geldi msj..inmiş kızım) Akşama evde olacağım ancak..Şimdi by..Rapor gibi oldu bu yazı...

15 Eylül 2009 Salı

KODAK

Bugün kızımla beraber gittiğimiz Cafe Crown'da Ülker'le buluşacakken, öyle olmadı..Hiç aklıma gelmeyen biriyle karşılaştık...Dr.Haşim Bey..Zamanında, düzenli olarak kilo vermemi sağladığı için onu hiç unutmadım tabii...Konuşmasıyle insanı etkileyen bir hali vardı çünkü...Dr.Hatemi Beyin yanında asistandı o zamanlar..Şimdi, yılların rüzgarına kapılıp gidenlerden olmuş o da... Şu "zaman" denen şey çok gaddar...Ne kadar aldırmasan da, o kendini hissettiriyor insana...Acı yani, acı... Gelelim yazının başlığına..Eskiden Kodak marka fotoğraf makinem vardı...Oldukça güzel çekim ler yapmıştım..Sonra yeniler çıkınca, kızlarım o makinenin yüzüne bakmaz oldular..Kıyıda köşe de kalıp kayboldu sonra..Ne zamandır makinem yoktu..Eh artık küçük kızım gidiyor ya, kim çekecek gerekince...Bari kendime alayım basit bir makine dedim ve Suadiye Teknosa'sına geldik, çok model var....30 u bulur gibi...Seçe seçe yine Kodak seçmişim ...Olsun dedim, eski bir dostu görmüş gibi oldum...Aldık..Eve gelince bilgisayara yüklemesini de yaptım..Alışacağım tabii yeni sisteme..Çare yok..Çünkü çok seviyorum fotoğraf çekmeyi...Geçen yıl Spartaküs, gitmek istiyordu fotoğrafçılık kurslarına...Beceremedi zaman ayırmayı...Sanırım, benim de böyle bir olanağım yok...Aslında çok da iyi olur..Turlar filan tertipliyorlar birlikte, gidip, güzel kareler çekebilmek için...Olsun, ben amatörlüğümü kendi kendime yaşayacağım...BP ye gidince çok hoş fotoğraflar elde edebilirim herhalde...Az kaldı..Güzel kış gelsin, hepsi olacak...Byy...

14 Eylül 2009 Pazartesi

Schubert'in Variationları

Her hafta olduğu gibi, bugün de Gizli Bahçe'den akşam 19 gibi döndük....Yol uzun, normal olarak 35-40 dakika sürüyor...Eh bu kadar uzun yolda da, iyi müzik dinlemek gerek..Benim tercihim hep aynı oluyor..Schubert'ten Variationlar..Nedense bu parça, yolda çok hoş dinleniyor..Bitti mi, tekrar basıyorum...Dalıp gidiyorum notalara...6-7 ölçü müdür nedir, hep aynı şey..ama bu kadar güzel mi değişik bir şey gibi sunulur kulaklara, bu kadarcık melodi..şaşılacak şey..bıkmadan usan madan dinliyorum bunu...Tabii o arada hiç görmüyorum, sollayanları,sağlayanları..Özellikle Kar tal'da, arabalar çıldırıyor sanki...Yol darlaşıyor, hepsi birbirini geçmek telaşına kapılıyor...Nerede radar varsa, birden , bir usluluk geliyor hepsine..sakin sakin gidiyorlar..uzaklaşınca biraz, hadi tekrar bi hız, bi hız..Kızımda uyuyor bunlara.. Söyleniyor, kızıyor, işaret vermeden daldı diyor... Bunlar nasıl ehliyet almış diyor...Ve öyle böyle, Bostancı'ya geliveriyoruz....Sabah giderken,ak şam gelirken, güneşin gözleri kamaştırması artık bitiyor gibi...Ancak bu perşembeden sonra artık bu gidiş-gelişler sona eriyor...Çünkü kızım gidiyor BP ye....Nasıl gidip-geleceğim? yoksa hep orada mı kalacağım? Ben de bilmiyorum...Sahil yolundan Schubert dinleye dinleye gitmek ve gelmek, bir başka bahara kalıyor yani.. İyi akşamlar arkadaşlar..

12 Eylül 2009 Cumartesi

KADİR TOPBAŞ'a

An itibariyle, tv de izlediğim bazı sahnelerde, "İyi ki belediye başkanı değilim" dedirten görüntü ler vardı..Kadir Topbaş....Selimiye'ye gitmiş, ortalığın halini görmeye, acıları paylaşmaya...Herhal de gittiğine pişman olmuştur...Milletin içler acısı durumuna, elbette o da üzülmüştür ..Aksi insanlığa aykırı bir şey olurdu çünkü...Bu böyle değilmiş gibi, sokaklarda onu gören Selimiyeliler, balkonlarda birikmiş, adama bağırıyorlar.."Bi çay bile veremedin" diye.....Ne kadar dar kafalı bizim insanımız, anlamak mümkün değil...Sokağınıza kadar gelmiş bu adam, sizlere manevi ve arkasından tabii ki maddi destek olmak için, durumu anlamaya,görmeye...Bu böyle değilmiş gibi, çay may lafları ne oluyor.....Elbet yardım gelecek....Belediye başkanı olarak, onun ne kadar zor durumda olduğunu hiç düşünüyor musunuz? Çayı düşünecek hali mi var adamın? Nereye ne lazım, ne kadar kepçe, ne kadar vidanjör, ne kadar pompa, ne bileyim teknik bir yığın ıvırzıvır.. Belki bizim bilmediğimiz daha birçok önemli detay...Hem bu AKP sizi aç-susuz bırakır mı ramazan günü?.... Bol ve geniş zamanlarda bile bedava, neler dağıtan AKP...Ben Kadir Topbaş'ı ne tanırım, ne gördüm, ne konuştum..Uzaktan-yakından alakam yok..Ama elhak çok acıdım haline..Nerdeyse adamı linç edecekler...Evet, dara düşmüşler, ne bileyim, tutunacak dal arıyor lar ama böyle de yapılmaz ki....Hem hiç mi düşünmezsiniz, dere yatakları, kıyılar artık 1 numa ra risk alanları....Kaç deneyim yaşadınız bugüne kadar...Bundan sonra bunlar hep olacak...Kadı nın biri bağırıyor tutulan mikrofona..."Toki'ye filan gitmeyiz...Ölürüm de gitmem burdan"....İs tiyorlar ki devlet bedava cillop gibi ev versin bunlara....Bu devletin eti ne,budu ne....Sayılarınız ne kadar çok- bilmiyor musunuz? İstanbul'a göç edip geldiğinizde, devlet orda bedava ev veri yor, dediler mi size? Var mı böyle birşey..Herkes elinden gelen yardımı yapar, yine kampanyalar filan düzenlenir nasıl olsa....Bekleyin ..Ne diye , herşeyden sorumlu olan Topbaşmış gibi bağı rıyorsunuz? Bundan sonra çıkın gidin oralardan....İkide bir olacak bunlar ....Toki, az taksitlerle verse de evlerinizi, öpüp başınıza koysanız....Daha derim ama susuyorum...İnsanımı iyi tanırım ben....Toprak meraklısıdır...Her yıl, bi karış daha alayım da toprağımı büyüteyim diye bakar.. Özellikle kırsal kadınları...Onun için diyorum ki, üzülme Topbaş...Suçlu sen değilsin...

11 Eylül 2009 Cuma

DÜNYA ELDEN GİDİYOR

Nerdeyse otuz yıldır, yakınım olan kişiler, hava kirliliği için yaptığım konuşmalardan usandılar diyebilirim..Bir ara iyice kafayı takmıştım, panik atak başlamıştı bu yüzden..Eyvah, dünya elden gidiyor diye..Bahçe sulayanlara, araba yıkayanlara, halı yıkayanlara kızar olmuştum..Kızmak ne kelime...Gidip kavga edesim geliyordu, gördüklerimle..Sonradan, pilot bir akrabam "ooo..bi şey olmaz..dünyanın batmasına daha çoook var..Torunlarımız bile göremez " deyince bana bir rahat lık geldi..Panik atak filan geçti..Güvendim ona..Gökyüzünden görmüş, o anlamış,biliyor dedim .. Amaaa...işte buyrun..İstanbul'un son hali...Bu kadar güzel bir iklimde ve coğrafi konumda bulunan bir bölge...sanki muson kıyıları, pasifik kenarı vs...Her yıl dünyaya 26 milyar ton karbon gazı salınıyormuş..Birkaçyıl öncesine kadar diyor Refik Erduran, ölçümler,insanoğlunun bu gezegende yaşamını sürdürebilmesine fırsat verecek atmosferik karbon yoğunluğunun sınırı, milyonda 500 dü..Isınma derecesi artınca 45o ye inmiş bu sayı..Son ölçümleri yapan bilim adam ları ( biri Nasa uzmanı James Hansen) bu sayının aslında 350 oduğunu belirlemişler..Bugün için bu miktar 387 imiş..Batık durumdayız yani..Bu gidişin durdurulması için, 20-30 yıl içinde dünyadaki toplam karbon salımının % 80 azaltılması gerekiyor..Kesin bu..Çare yok başka.. 1997 de Kyoto'da anlaşamayan devletler, Aralık başında Kopenhag'ta biraraya gelecekler...Eski den Amerika ve Avrupa neydiyse, şimdi başta Çin ve Hindistan, "gelişmekte" olan ülkeler, karbon salgılaması yapıyorlar.....Batı "Ne yapıyorsunuz diye feveran edice , bunlar da "Ne yani? Sizin gibi yaşayamayacak mıyız biz? Önce siz durdurun, azaltın..Sonra bize söylersiniz.." diyorlar...Bu arada dünya elden gidiyooooor..... Çare var...Bu gazların salınımı kesilecek...Yapabiliyor musunuz bunu? Evetse cevap, buyrun eski yaban hayata dönelim hep birden....Ben hazırım "AMİSH"ler gibi yaşamaya...Klimasız gün geçirmeye...Kadıköye 1 gidip 1 saatte dönmeye tabanvayla...Karşı yakaya hiç geçmemeye.. Telefonsuz, televizyonsuz, laptopsuz kalmaya....Buz gibi bir su içememeye....Bunlara karşılık topraktan hormonsuz sebze almaya...Mis kokulu meyveleri dalından koparmaya..Karpuzu kuyuda soğutmaya....Akşam 8 oldu mu yatıp, sabah 6 da gün doğarken kalkmaya...Ne bileyim işin içine girince çareler bulunur gibi geliyor bana...Amaa....Böyle hayatın içine..diyen de çıkabi lir...Hangisi iyi acaba? Basit yaşamak mı, ölüp gitmek mi?...Bunda da referandum yapılmaz ki!...

9 Eylül 2009 Çarşamba

BUDAPEŞTE

Masal diyarı BP..Alaattin'in Sihirli Lambası ...Bol ışıklı, geniş panoramalı,sessiz ve sakin diyar...Ya kında, kızım bir yıllığına tekrar gidiyor...Şimdiden, 40 metrekarelik küçük bir daire bulabilmek için araştırmalarına başladı bile...O gider de ben kalırmıyım....Yılbaşına doğru orda olmak gerek..Cafe Gerbaud'nun önündeki küçük meydanda,hepsi birbirinden renkli ve sevimli üstü kapalı pratik tezgahlar, kasım sonuna doğru kurulur..Geceleri, hava buz gibidir....İngiliz Konsolosluğunun köşesinden girdiniz mi meydana, ufak bir kalabalığı, ellerinde tarçınlı, karanfilli sıcak şarap bardakları ile, dolaşıyor ve alış-veriş yapıyor görürsünüz...O kalabalığa karışıp onların o canlı müziğini dinleyerek geçireceğiniz 2 saat, ömrünüzün en hatırlanacak zamanı oluve rir....Evet, kasım veya en geç aralık orda olmalıyım...Ki, görülüp yaşanacak en önemli bir diğer yer olan VASARCSARNOK yani üstü kapalı, giriş katında sadece yiyecek, ikinci katında ise turistik objeler satılan bir cins pazar...SZABADSAG köprüsünün başında bulunuyor.Güzel mi güzel....Hemen girişte, noel şekerleri satılır...Kilolarca alır herkes..Kuyruğa girmeniz gerekir.Ben en çok cappucinolu olanını sevdim...Bu bina, görülmesi gereken en güzel yerlerden biri...Tabii şekerler de öyle..Mutlaka almalısınız...Çıkınca da, önündeki duraktan VİLLAMOS (tramvay)a binip, başka heryere gidebilirsiniz....Şimdi ben hayalimde dolaşırken oraları, kızım bana bir link gönderdi.. http://www.dunatv.hu/kultura/ramadan_vacsora_budapesten.html Bunu tıklayın ve izleyin..Ne bu derseniz? Budapeşte'de, çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu İslam grubunun verdiği iftar yemeği..Sophia Loren'in oğlunun bir macar kızıyla evlendiği ve kızımın en son oturduğu evin hemen yanıbaşındaki SZENT ISTVAN ( ST. STEPHAN KİLİSESİ ) nın önündeki meydanda....Orda olmayı istedim açıkçası...Neyse, ramazan olmazsa noel de olur nasılsa..Geçenlerde birgün Haşmet yazıyordu, Viyana'daki DEMEL pastanesi ve oranın nefis pastaları...Ah bir imkan olsa da, Haşmet'le Cafe Gerbaud'da oturup bir pasta yesek...Ne derdi acaba? Demel'i arar mıydı? Unutulmaz bir tattır orada, pastanın tek lokması bile....Bugünlük bu kadar..BP anıları ve planları zaman zaman devam edecektir arkadaşlar.. ları..

ZAR ADAM

Gök gürültüleri ve bardaktan boşanırcasına yağmur,bu gece beni uyutmadı...Öyle olunca da, kitap okuyup karıştırmaya zaman bulmuş oldum...Günlerdir ortada olan "zar adam" da tamam lanmış oldu ..Turgur Reis'te dolaşırken, son gün, yolda okumak için aldığım bu kitabı bir türlü bitirememiştim...Yağmur sayesinde bitti, sevindim..O biter bitmez de, İnci Aral'ın "Yeşil" adlı romanına başladım..Aral'ın "Yeni Yalan Zamanlar" üstbaşlığını verdiği üç romanının ilki bu..Diğer leri "Mor" ve "Safran Sarı", arkadan okunmayı bekleyecekler, kitaplıkta.. Zar Adam, sevimsiz bir roman..Dünyada otuz ülkede yayınlanmış ve rekor ilgi görmüş..Konusu kısaca şöyle: Psikiyat rist Luke Rhinehart,Manhattan'da eşi ve iki çocuğuyla yaşıyor.. Hayatının giderek anlamsızlaşma sı onu bunaltıyor, basit zar atışlarıyla yaşamını renklendirmeye çalışıyor...Zamanla, "zar"lar, ailesinden daha önemli olmaya başlayınca, kalıp da onlara zarar vermektense, rutin yaşamını terk ederek geleceğini kökten değiştiriyor..Ve Luke Cumhuriyetinin kuruyor filan..Böyle gidiyor roman...Çok tutulmuş, çok beğenilmiş bir kitap olmasına karşın, hiç beğenmediğim bir kitap oldu bu...Kurgusunda bir incelik, bir özen yok..Çalakalem yazılmış gibi bir izlenim bıraktı bende....Yo rumlardaki "şok edici, eğlenceli" gibi özellikleri hiç bulamadım doğrusu... Vurdulu kırdılı ameri kan filmlerine benzettim bir ara...Kof ve içi boş..Size hiçbirşey katmayan cinsten..Roman ona derim ki ben, bittiği zaman sizi düşündürür, günlerce etkisi altına alıp dolaştırır, kalbinizi titre tir,acıtır, kanatır veya hülyalara bırakır...Tek örnek, Konstantif Simonof'un nehir romanı "İnsan Asker Doğmaz"...Sıralamak istemiyorum beğendiklerimi..Bu biri sadece..ama daha çok var... Çocukluğumda, bir Nil Sineması vardı Aksaray'da...Sabah bir girerdiniz, 3 film üstüste..Çıktığı nız zaman akşam olmuş olurdu..Eğlenceli gelirdi tabii bize..Boş filmler...İşte onlar gibi...Ancak şu yönden bir hoş tarafı vardı bu kitabın,benim açımdan..Borsa,hisse senetleri filan...O âlemi, en azından merak ettiğim için diyelim, okunur buldum..Yoksa herhalde yarım bıraktığım ikinci kitap olurdu..Çok şükür bitti...

6 Eylül 2009 Pazar

ADALARA NAZIR

Pazar akşamı..saat 18 civarı...Netteyim..Tülin...Nerdesin, hadi çıkıp hava alalım diyor..Yaa ne ha vası, ben memnunum halimden diye cevap veriyorum ama öyle asılıyor ki, çare yok, dediğini yap mam gerek..İsviçre'den geldiğinden beri buluşamadık bi türlü..Gezip gördüklerini anlatacak..Pek ala dedim..Nereye gideceğiz? Açık bir yer olsun, havadar esintili bi yer olsun..Çamlık dedi..Hiç gitmedim, yıllardır önünden gelip geçtiğim halde..Tam 19 da ordayım, sakın bekletme dedim ve saat 19, o bahçede bir koltukta buldum kendimi..5 dakika bile gelmese birisi, ben ona geç kaldı derim..O da öyle yaptı..Geç kaldı..Etrafa bakınarak zaman geçirdim..Masaların yarısı, tavla ve okey oynayanlarla dolu..Manzarayı görmüyorlar bile..Çamların mis kokusu ve önümüzde serili Prens Adaları..İnci bir gerdanlık gibi dizili adalar.Beş adadan sadece ikisine gidebildiğimi anımsı yor ve ayıplıyorum kendimi..En kısa zamanda, diğerlerini de görmeli diye geçiriyorum aklımdan. O sırada geliyor Tülin...Fikrimi ona da söylüyorum, katılıyor bana, kararlaştırıyoruz onları da gör meyi...Çaylar geliyor, nefis...Hiç, evimin dışında böyle güzel çay içmemişim..Hayret ediyorum.. Burası, antika şövalye yüzük gibi yerleşmiş sahil yolunun kenarında..Hoş ve rüzgarlı bir yer.. Geldiğime seviniyorum..Vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorum...Nargile içenleri seyrediyor ve bir zamanlar, Kapalıçarşı'da bir kahvede, arkadaşlarla beraber denediğimiz nargileyi anımsıyorum.. Dumanı göğsüme oturmuş ve başım fırıldak gibi dönmüştü...Bir daha da asla içmedim zaten.. Eski adamlar, nasıl dayanıyordu saatlerce nargile fokurdatmaya, anlamak çok zor..Beyazıt'ta zamanında Güllük diye bir kahvehane varmış, ben yetişemedim ama anılarda hep okurum.. Elhak hoş bir yermiş..Hele oraya gelen ilim ve bilim adamları, şairler filan..Kimbilir ne zevkli olurdu, o tarihte orada oturup onları dinlemek, saatlerce...Neyse..Biz de havadar iki saat geçir miş olduk...Dönüşte, ışıl ışıl yanıp sönen adaları izleyerek, sahilyolunda yürüdük biraz...Kalaba lık şaşırttı beni..Gece evden çıkmayan ben " Niye herkes dışarıda" diye şaşkınlık içinde mütevazi evime döndüm...Esen kalsın herkes...

BOZCAADA'da BAĞBOZUMU

Bugün, Hürriyet'te Ferai Tınç yazmış, okuyunca üzüldüm doğrusu..Adada bağbozumu başladı diyor ve ekliyor: Yakın yıllarda güzelim "çavuş" üzümü, ortadan kalkabilirmiş...Nasıl olur dedim içimden..Bu kadar güzel bi tat, nasıl istenmez? İstenmiyormuş..Siyahlar tercih edilir olmuş...Şa raplar da siyahlardan yapılıyor olduğu için, bağ sahipleri artık siyaha ağırlık verir olmuşlar...Evet onlar da güzel ama çocukluğumun "çavuş üzümü" nasıl biter? Çok iyi hatırlarım, küçükken annemle pazara giderdik..Sarı bir ip filemiz vardı..Aksaray'da, çukurda bir pazar...merdivenle ini lirdi 5-6 basamak..Hemen inerken sol köşede balıkçı tezgahı bulunurdu..Kocaman palamutlar.. Canlı canlı..Tanesi 2,5 liradan..alır, inerdik pazarın sokaklarına..Üstü tamamen kapalı, daracık so kakları olan bir pazardı burası..Herşey taze ve bol...İşte çavuş üzümlerini burda tanıdım ben..İri sarı-yeşil , mis kokulu, güzel çavuşlar..Tadına bi türlü doyamadığım..Ama artık doya doya yiyemediğim..Benle birlikte onlar da mı sona erecek ki? Yazık olur bu üzüme..Sn.Mustafa Mutay. Adamıza arabaları sokmayın ve de üzümlerimizi, 3.000 yıl daha ürün vermeleri için koruyun.. Bu sizin tarihi görevinizdir...