30 Aralık 2009 Çarşamba

PEŞTE'de sis var

Hava, günlerdir soğuk....Evden çıkarken, İstanbul'dakinden farklı giyinmek gerekiyor...Kızım, benim az giyindiğimi söylüyor.... Bana kalsa, daha az giyineceğim ama, insanın açıkta kalan yerleri donduğuna göre, epey soğuk var..Ancak, kapalı bir yere girince, hemen soyunuyorum doğrusu..kat kat...Bu sabah uyandığımda ise sis vardı..Akşam oldu, sis kalkmadı...Bu da, şehre, sanki daha da bir gizem kattı...Yılbaşı alışverişine çıktık geç vakit....76 no.lu troleybüse binip Leheltel'e gittik..Orada, geniş bir pazar varmış...Binanın görünüşü değişik...İçine giriyorsunuz, pazarcılar sıralanmış...Ama, bize çok kötü gelen bir koku var... Pişen yiyeceklerden çıkan bir koku...Çünkü domuzlar kızarıyor....Berbat bi şey....Bizim kasaplar gibi, et satılan yerler var....Vitrin lerde, görülmeye değer mi, değmez mi, bir dekor vardı ki, öfff....Bir yığın domuz burnu....Sadece burun...Sıra sıra dizilmişler.... Fotoğrafını çekecektim ama bozulurlar diye cesaret edemedim....Bir de, domuzların ayakları...Bizdeki "paça" lar gibi..Ama bizimkiler tuhaf gelmiyor insana...Bunlar bi acaip....Anlatması zor...Neyse...Biz tabii sadece sebze ve meyvelerle ilgiliyiz....Güzel taze şeyler.....Çıktığımızda, akşam olmuş, hava kararmıştı...Alabildiğim görüntüler şöyle:

26 Aralık 2009 Cumartesi

26 aralık / cumartesi

Her yer tatil ve hala heryer kapalı..Bir yığın turist, yollarda boş boş dolaşıyor...Kafe ve restoranlar bile kapalı...Hiç alışveriş yapıla mıyor....Bizde olsa, tüm gerekli yerler açık olur....Gece 12 de bile, ekmek, sigara, içki, meyve vs..bulabiliriz...Burada bu yok.... Öyle yerlerde çalışanların da tatile hakkı olduğu prensibi hakim bu ülkede..O yüzden, 1 ekmek bile bulamazsınız....Biz de öyle kuru kuru dolaştık herkes gibi...Bazilikanın önündeki bir cafe açıktı sadece..Girip birer kahve içebildik ancak..Yol resimlerim şöyle...Hava net olduğu için, tramvay yolından Kale'nin görünüşü, bugün netti..

25 Aralık 2009 Cuma

25 ARALIK / cuma

Dün o kadar çok yürümüşüm ki, alışık olmadığımdan, bayağı etkilenmişim...Yorgunluk fazlaydı yani....Bugün geç uyandık, gazetelere bakındıktan sonra da çıktık dışarı..Hava, acaip derecede sıcaktı...Tabii bana göre....Kalın giyindiğime pişman oldum.. Tuna'nın üstüne sis inmişti...Nehir kenarından yürümeyi planlamışken, yine içeriden gittik Deak'a kadar...Bu şehirde ne çok büyük ve görkemli bina var...Bina enflasyonu mevcut burada..Ne zaman, nasıl yapmışlar?...Bu ne planlama böyle..Ne şehircilik. Her zaman bunu düşünmüşümdür...Tüm şehir, sanki 1-2 mimarın eseri gibi....Yani birlik var şekilde....Bina yapılarında.....Paris de öyleydi....Sanıyorum tüm Avrupa böyle..İyi de, neden peki, bizim İstanbul karmakarışık...Her 10 yılda bir, müteahhitlerin kafasına göre, apartman görünüşleri değişiyor...Yüzyıllardır böyle ki, karışıklık eskiye dayanıyor...Neden, bir üslup birliği yok... Bu sorun, hükûmetten mi kaynaklanıyor, belediyelerden mi? Rastgele yaşamışız gibi sanki...Aslımız göçebe ama ondan değil bence....100 yıl, 200 yıl sonrayı görerek plan-program yapan, günü değil geleceği yaşayan devlet adamları mı gerekiyor bize?.. Tartışılır bunlar....Zor konular..Neyse, geçiyorum bunları..Budapeşte güzel..Burası bir masal şehri.....Bugün gezerken bu duygu yu yine yaşadım...Her köşesi başka birşeyler anlatıyor sanki...İnsan büyüleniyor ....Dönüşte tramvaya bindik yine...İşte fotoğraf lar..

24 Aralık 2009 Perşembe

X-MAS GÜNÜ

24 aralık perşembe.....Ortalık sessiz...Sabah erkenden uyanıp, kendini birazcık gösteren güneşe gülümsüyorum...Benim için doğduğunu düşünerek...Çünkü Gönül bugün etrafı gezecek...Getirdiğim güzel beyaz peynir ve zeytini, macar domates ve sarı biberleri eşliğinde masada görmek hoş oluyor...Hafif bir kahvaltıdan sonra kızımla birlikte çıkıyoruz...Margit adasına çıkan bir anacaddede buluyorum kendimi apartmandan çıkınca...Para bozdurma işleminden sonra vorosmarty'den tramvaya ( vigado) binerek o güzel pazara gidiyoruz.....4 gün tatil..En azından su, ekmek ve biraz sebze almamız gerek...Yoksa aç kalabiliriz...Nerde bizim her saat açık bakkal, market , fırın gibi dükkanlarımız filan...Nerdeee....O güzelim sebzelerimiz nerdeee?...İnsan, ülkesinin kıymetini, başka yerlere gidince anlıyor....İçindeyken, heran durup öfkelendiğim halde, böyle bir zamanda "Ahh...İstanbul" diyebiliyorum....Ama yine de halimden memnunum canım...Zaten bana meyve yeter yaşamak için..Öyle kebaplarla filan işim olmaz...Pazarı geziyoruz...Üst kata çıkmadan...Orayı, pazartesiden sonraya bırakıyoruz....Öyle detaylı gezileri tek başımayken yapmak, daha zevkli geliyor bana..Alışveriş bitince, pazarın önünden Tuna kenarındaki tramvay yoluna çıkıp yine 2 numarayı bekliyoruz ve son durakta inip, sıcacık eve kendimizi atıyoruz....Soğuk bugün az olmasına rağmen, İstanbul'un en soğuk günü gibi desem, durum anlaşılır herhalde...Akşama bir yere gider miyiz, şimdilik bilmiyorum...Bugünkü fotoğraflara gelince:...

23 Aralık 2009 Çarşamba

BUDAPEŞTE !..nihayet

Çarşamba 23 aralık...16.20 de kalkacak uçak için, saat yarımda evden çıkıyorum..Kozyatağı'ndaki Havaş'ın 13 servisine gidiyorum....yol açık...1 saatten az bir sürede Atatürk Havalimanına ulaşıyorum....210 numaralı kapıya yaklaştığımızda, son arama-taramanın ilki, bana kısmet oluyor...İyi ki de öyle oluyor..Çünkü benden sonrakiler, epey yorucu anlar yaşıyorlar..kemer bot,çizme,ayakkabı..ne varsa çıkarttırıyorlar...herkes ellerinde çizme ve botlar yürümek zorunda kalıyorlar..bilgisayarlar açılıyor, düğmelerine basılıyor..bana hiçbi şey soran olmuyor...bu şansıma seviniyorum doğrusu.....anarşist değilim ama bilgisayarım yanımda...peynirler, sucuklar el bagajımda...oturup seyrediyorum...16.10 da uçağa alınıyoruz..10 dakika sonra kalkmamız gerekirken,16.50 de kalkıyoruz..bu rötar, biraz canımı sıkıyor..çünkü orda, kızım, hasta hasta beni bekleyecek..üzülüyorum.. sabah, bi hap vermesi için rica ettiğim eczacımızın verdiği insidon'u da, karnım feci aç olduğu için yutmuyorum....ama kendi kendime içimden konuşuyorum.." bi tehlike olsa, en başta pilotlar binmez uçağa...hergün binlerce insan vızı vızır gelip gidiyor..tek kıymetli sen misin? boşver..düşerse de ölmüş olursun en çok..nasıl olsa bi ölüm olacak hayatının sonunda..ha şim di, ha sonra...zerre kadar değeri olmayan, tek bir insanın ölümü, dünya için büyük bi kayıp sayılmaz...aldırma gönülll...rahat ol.." diyerek kemerimi bağlıyorum...düşüncelerim etki ediyor herhalde...korkmuyorum hayret....bulutlara bile 2 kere giriyoruz, hafif tıngırdıyor..dayanıyorum buna da...yanımdaki iki koltuk boş....yayılıyorum...hizamda oturan bey, uçak iyice yükselince, bana ciklet uzatıyor..." iyi gelir" diyor...teşekkür edip alıyorum..kulaklarımın tıkandığını, ağzımı açıp kapamamdan anlamış olmalı diyorum...onun da öyle tabii...neyse....Malev'in yiyecek ikramının, oldukça azalmış olduğunu görüyorum ama verilen 1 sandviç ve portakal suyunu büyük bir iştahla yiyiyorum...zaman çabuk geçiyor...2 saat bile sürmeden Budapeşte'ye geliveriyo ruz....tekerlekler yere değer değmez hemen telefonumu açıp " indik" diye haber veriyorum kızıma...kısa bir süre sonra da dışarı çıkıyorum...telefonla bir taksi çağırıyor...çünkü kapıda bekleyenler, tusitleri kazıklarmış....3800 forint veriyoruz şoföre....aşağı yukarı 15 euro, o da 33 lira yapıyor....23 kilometrelik bir yol için bu para..kıyaslamayı siz yapın artık..günlerdir - 16 olan hava sıcaklığı, şansıma bugün + 5 derece olmuş...etraftaki karlar yavaş yavaş erir durumda...umarım yarın güneş açar ve güzel bir " X-mas " yaşarız... www.bkv.hu/home/karacsonyivillamos.html Bugün henüz fotoğraf koyamıyorum..Ancak, koyduğum şu linke tıklarsanız, 5 aralık-6 ocak arası yollarda dolaşacak olan şu güzel tramvayın fotoğrafını görebilirsiniz..... Yarın burdayım fıtoğraflarla...iyi geceler..

11 Aralık 2009 Cuma

Hatemi Hoca, doğum gününüz kutlu olsun...

Yoğun geçen bir haftaydı...Değil yazmaya, evde kalmaya bile fırsatım olmadı...Bugünse, moral sıfır gene....Anlatmam gerek.. Günler öncesinden, 2 Aralık için Hatemi Beye randevum olduğunu, elime geçen randevu kartından öğreniverdim...Taşınma sırasında karıştığı yerden ortaya çıkan bu kart, hemen aklımı başıma getirdi..Çünkü, gitmeden önce, TSH lara bakılması gereki yordu..Bu nedenle telefon edip randevuyu ertelettim, bugüne...Hazırlık olarak da, geçtiğimiz hafta tahlilleri yaptırdım...Sonuç, berbat....Bilen bilir, şeker 8.7...TSH 5.6.....Öğrendiğim anda, hemen diyet başladı bende....1 hafta oldu...Resmen aç dolaşıyorum... Az ve öz yemek, buna denir herhalde...Yediklerim beni doyurmuyor....Tiroite, diyet filan yok...O apayrı bir şey...Bu moral bozukluğu ile bekledim 1 hafta ve bugün Hatemi Hocadaydım...Günlerdir, güzel olan havanın, azma ve bozma zamanı gelmişti tabii....9 da çıktım evden, 11.30 da karşıya geçebildim...Rüzgarın beni uçurduğunu söylesem, inanmazsınız..Ama öyle...Metrocity nin yan yokuşundan inerken uçmamak için duvarlarda tutunacak yer aradım resmen...Çünkü, önce işim Macar Konsolosluğun da idi..Vize için....Bekledik epey bi süre...Bankaya harç yatırma safhası gelince bayağı endişelendim, yeniden yağmura ve rüzgara çıkıcaz diye...Ama öğrendim ki, Metrocity'nin içinden, Levent çarşısına doğru metro gidişi var yeraltından..Harika... Yürüyen merdivenlerle 2 kat in, 2 kat çık...Karşıdasın....Koş İşbankasına...Öğle paydosuna ramak kala bitti...Dekontu da verdik görevliye, tamam..Salı günü Şengen vizem hazır..Oradan bir taksi, Alman Hastanesi....Randevum 15 te....Bekledik....14 te Hoca geldi....15 te ben girdim....Olanca ümitsizliğime karşın, o, çok daha vahim durumlarla karşılaşan bir doktor ve de aslında zaten çok sakin bir insan olduğundan, "insüline başlasak mı acaba?" diye sormama gülerek cevap verdi..."Size bir şans daha ve relim..Mayısa kadar şöyle şöyle yapın, bi bakalım.." diyerek beni rahatlattı, hap ve doz değişikliği yaparak reçeteyi yazdı..... Umarım dediği gibi olur....Yalnız, bir soru sordu, entresandı bu...Dedi ki..."Sizce neden böyle oldu durumunuz?.."Ve çözümü bir anda anlatmış oldu bana.....Ne kadar değişik bir insan şu Hatemi Hoca...Dinledikçe, saygı ve sevginizin tümünü, nasıl da ona doğru akıtıveriyorsunuz.....Olanca cömertliğinizle...Ya da, o sizin kalbinizi nasıl da bir anda fethedebiliyor...Yarınki 12 aralık Hocamızın doğum günü imiş..Orada öğrendim....Bir armağan sunmak isterdim..Olmadı....Ben, içimden gelen duyguları, ona armağan olarak sunabiliyorum ancak...Ve diyorum ki: "Sevgili Hocam, seni çok seviyoruz....."

4 Aralık 2009 Cuma

ARABA SEVDASI

3 aralık perşembe....Gizli Bahçedeyim....Tüm işleri yardımcıya bırakarak, şoför Hüseyin'i çağırıyorum....Garaja giriyor, kendi arabasını park ediyor..Benim jokere binip yola çıkıyoruz...Kapalı garajdan arabayı çıkarmak ona ait...Benzinciye de uğradıktan sonra, ver elini Aydınlı köyündeki top sahasına.....Yol, stabilize...Çukurlara bata çıka gidiyoruz...Kimseler yok..O zaman, direksi yona ben geçiyorum...İki ayağımı kullanmak istiyorum..İzin yok..Tek ayak, gazda..gerekirse frene bas diyor....."Yahu, nasıl olsa öğrenince ikisini birden kullanıcam..şimdi kullansam iki ayağımı , olmuyor mu?"...Olmaaaz...İyi diyorum, söz dinleyen öğrenci ler gibi...Devamlı tur atmaya başlıyoruz...Dört dönüyorum sahayı...Ortaya 5 adet büyük taş koymuşlar...Öğretmenim, o taşların arasında zigzag çizmemi istiyor....Başlangıçta bunu başarıyorum..ama üçüncüsü defasında, kocaman taşı altıma alarak, araba nın altını berbat ediyorum...öööööyle sürüyerek geçip gidiyorum...Neyse ki, bu arabaların altında özel bir kapak olurmuş...Tesel li ediyor beni Hüseyin ...Uzun bir süre sonra, anayola çıkıp sola dönmem gerekiyor.....Öfff, ne zor bu, ne zor...Öğretmenim, bir eliyle el frenini, diğeriyle direksiyonu tutup, bana direktiflerini yağdırıyor....Düz gitmeye başlayınca, 30 km.ile devam ediyorum... Sonra köy yoluna geliyorum ve bakıyorum okul çocukları..Dolu çocuk...Bir anda terler akmaya başlıyor..."Korkma, devam et, panik yok.." diyerek bana cesaret veriyor...Korka korka eve varıyoruz...Perşembeye yine çalışacağız....Dönmek yok..Öğreneceğim bu işi...Çarpa çarpa, vura vura öğreneceğim...Yaza, Bozcaada'ya gidebilir miyim acaba Jokerle?...Bunu düşünmek bile, tüyleri mi ürpertmeye yetiyor ama neden olmasın?...Ümitliyim doğrusu....

2 Aralık 2009 Çarşamba

YIL BİTİYOR

2009'un bitişine az kaldı....Sevineyim mi, üzüleyim mi bilemiyorum...Ne olursa olsun, yeni yıl, yeni başlangıç...Güzel bir şey... Yıllardır hep istemişimdir, bir yıl bari, noel gecesini yurt dışında kutlamak...Bu arzum, nihayet gerçekleşecek galiba...23 Aralık için biletimi aldım Budapeşte'ye...Alaeddin'in Sihirli Lambası'na....Dev çıkacak, bana soracak..Dile benden 3 şey...Ben de, Peşte'de, Tuna kenarında oturup.. karşıya, Buda'ya bakarken...Kale'nin o ışıl ışıl görkemine hayran hayran.....Dileyeceğim 3 şey... Yalnız kendim için değil..Herkes için iyi ve güzel olan şeyleri bulup isteyeceğim tabiiki....Gidişimin ertesi günü 24 zaten..Burda olsaydım St.Antoine'a gitmekti niyetim....Böyle olduğu için daha mutluyum...Olanak çok eğlenmek için..........Bugün Hatemi Hocaya olan randevumu erteledim dünden...Çünkü, ona gideceğimi unutmuş ve tahlillerimi yaptırmamıştım...Bugün gidip kan verdim, TSH lara baktırmak için...Yeni randevum 11 inde...Ne diyeceğini, ölesiye merak ediyorum....Hergün aldığım 2 euthyrax, yeterli geldi mi acaba? Yoksa daha artacak mı doz? Bilmem...Başka?....Boş evime nihayet bir kiracı buldum...Genç ve yalnız yaşayan bir kız...Beni uğraştırmamasını dilerim...Kiracıdan ödüm kopuyor çünkü..Sorun çıkaracak diye....Kendi kızım da, orada hala ev sorununu halledemedi....İnternet, tv.....Çocuk tek başına çabalıyor....Onun için, ben de bu kıza sorun çıkarma maya çalıştım....Depozit bile istemedim...Ne ekersen onu biçersin ya...Öyle işte....Dio da, yeniden, yeni bir eve gidecek...Nasıl alışacak? Bu da önemli....Bugün bir ara hastaneye gitmiş ve dönüşte, elimde torbalar..kapıyı açamamıştım....Geç kalınca, alarmın, kulakları berbat eden sesini susturmak zor oldu benim için....Kat kapıları açıldı...Neyse, sonunda kapatabildim...Bugün lük rapor bu kadar...Yarın yoğun yine....Gizli Bahçe yolcusuyum....Gitmişken, sürücülük çalışması yapmak istiyorum Hüseyin şoförle...Yolun solundan değil, sağından gitmeyi becerebilsem, herşey kolaylaşacak ...mış gibi geliyor ama, daha bunun freni var, direksiyon idaresi var, hızını ayarlamak var, etrafı kollamak ayrı dert....zor iş....ama istiyorum öğrenmek..azmin elinden ne kurtulur?.....Göreceğiz bakalım.....

29 Kasım 2009 Pazar

AHMET ÖZHAN

Bugün pazar...sabahın körü denebilecek bir saatte kalktım... Ne kalkıyorsun, yatsana Gönül....pazar pazar....nedeni yok..camı açtım...ooohh, İstanbul'a yağmur yağıyor incecikten...mutluluk diz boyu bende....yağmurdan tabiiki....çıksam sahile doğru, biraz yürüsem dedim..dedim ama vazgeçtim birden...boşver, otur masaya..bi çay yap kendine...gazetelere gömül...nasıl olsa kısa bir süre sonra Yaşamdan Dakikalar başlayacak..dedim kendi kendime....."Netekim" öyle de oldu...gazeteler, çok zaman alıyor..henüz bitmedi okunacaklar, ama program başladı...Hey gidi Ahmet Özhan..Yaşadığım şu ömürde, senin gibisi geldi mi başka acaba?...Nebil, onun hayat hikayesinin kısa filmini yapmış, bebek gibi bir genç adam olarak ortaya çıkmıştı..anımsattı herkese..o tereyağ gibi ses, Allah vergisi...hem yakışıklı, göze hitabediyor, hem de sesi güzel, kulaklara...dördörtlük bi sanatçı... Hayranım ben bu adama...niye daha sık, hatta hergün....bi program olsa ona has..haberler gibi..Ahmet Özhan saatininz başlıyor diye...Ancak doyarım...Doyulmuyor yoksa ona....Orhan Veli'nin İstanbul Türküsü şiirinin şarkısı var hani....orda " Edalım..... Senin yüzünden bu halim..."diyor ya...İşte Ahmet Özhan'ın burayı bi söyleyişi vardı, bittim....Bir de kendinden öyle emin...öyle rahat..özgüveni öyle yüksek bi adam ki, bu halleri kimsede yok başka..Yıllar onu yaşlandırmış, bebeklik hali kalmamış ...ne gam?...bulunduğu yaşı umursamıyor ki!...Tasavvuf, ruhuna iyice yerleşmiş besbelli....Öte dünya, gidilesi bir yer herhal onun için..öyle bir kanı bırakıyor insanda....özgüven, belki de ordan kaynaklanıyor...."Ölüm, âsude bir bahar ülkesidir her rinde" mi diyor acaba?....Keşke kendi anlatabilseydi bunları bana...Sfenks gibi....onunla konuşmak, fanilere nasip olmaz sanırım.....neyse.. program devam ediyor..bakalım daha neler söyleyecek...ağzımıza bir parmak bal çalıp gidecek o sufi....ömrü uzun olsun...

28 Kasım 2009 Cumartesi

SERDAR TURGUT

Bu yazarı tanıyorsunuz tabii...Şimdi Akşam'da.....Benim için Akşam'ı okunur kılan iki yazardan biri o'dur..Diğeri Oray Eğin...... Oray malum...Hiç çekinmeden tüm gerçekleri yazan bir genç...S.Turgut ise, deneyimli, daha olgun, bazı şeyleri aşmış bir adam..Yıllardan beri zevkle okuyorum kendisini...Ayıp konuları bile, çok olağanmış gibi yazabilen, sırası geldiğinde güldüren bir yazar o...Son günlerdeki bunalımını atlatmış olmalı diyorum, ümit ediyorum..Bayağı sıkıcı bir durumdu doğrusu..Belli ki, onu, daha önceden tanımayan bir kişiydi Rojin...Biz okuyucular, o yazıyı, Turgut'un her zamanki esprilerinden biri diye kabul etmiştik oysa ki...Neyse...Akıcı üslup , kıvrak zeka Turgut'a hakim ögeler...Bugünkü yazısı ise, gerçekten en çok beğendiğim yazı oldu...Bizdeki "vatan sevgisi" nin saldırgan bir milliyetçiliğe dönüştüğünü, bu duygunun, hayatın hiçbir güzel yanıyla, yumuşak bir bağ kuramadığını ve dolayısiyle estetizmden uzaklaştığımızı anlatıyor..Öztürkçesi "kaba" bir millet olduğumuzu yineliyor... Aynen, düşündüğüm gibi....Üzüldüğüm gibi...Japonları örnek veriyor ve nefis bir yazıyla, bu milletin, ne kadar estetiğe düşkün olduğunu gösteriyor..Örneğin, Japon evlerinde "loş" luk hakimdir diyor...Batı ülkelerinde, evlerdeki bol ışığın, Japon evlerinde istenmediğini, loşlukta, minimalist döşemenin daha şık durduğunu söylüyor..Tabii bunları kendi söylemiyor, aktarıyor...Esas bu konuda yazan, Junichiro Tanizaki'dir..Onun, yemekleri, evleri, evlerdeki tuvaletleri anlatan yazısından özetler veriyor...Ve diyor ki: "Bütün bunları okurken Tanizaki'nin Japonya'ya aşık olduğunu hissetmemek mümkün değildi..İşte benim anlatmaya çalıştığım, istediğim vatan sevgisi de bu..Derin bir sevgi bu....Kafada soyut bir vatan yok...Türkiye'de de bu sevgiyi yaratmak zorundayız.......Yerine estetize edilmiş bir hayattan duyulan keyfi ve mutluluğu koyamazsak, vatan sevgisi, çekilen acılar ve cefalarla özdeş olursa, bir süre sonra, insanlar vatan sevgisi nosyonunu kaybetmeye başlarlar.......Gerçek vatan sevgisini, ancak estetize edilmiş yaşamlar üzerine kurabiliriz.."....Alıntı yaptım ama iyi anlayabilmek için yazının tamamını okumak gerek.. Çok haklı....Oysa ki biz, her geçen gün bu güzel duyglardan uzaklaşıp, kaba ve hoyrat bir güruh oluyoruz.....Yazık...

27 Kasım 2009 Cuma

Bayram Gelmiş, Neyime!..

Bayramlar, geliiiir ve gider...Beni hiç enterese etmiyor artık...Bugün birçok yazarda okuduğum gibi, güzel bayramlar, anneanne ve dedelerin olduğu bayramlardı...Onlar gitti, bayramlar da bitti....Ben, yalnız kendim böyleyim sanıyordum..Ama bu konuda yalnız olmadığımı görünce, içim rahatladı dığrusu...Normalmişim demek ki...Zaten anormallik, herkesin, bayramlarda bir yerlere kaçıp gitmesiyle başladı, 15 yıl kadar önce...İlk zamanlar tuhafıma gidiyordu niye gidiyorlar diye...Şimdiyse herkese hak veriyorum, seyahata çıktıkları için....Bu bayram yine bir tur vardı ama ben katılmadım...Hata ettim...Keşke gitseymişim...Ne olu yor ki kalıp da...Can sıkıntısı.....Küçükken, sanırım 6 yaşımda iken...Bir bayram, omzuma postacılar gibi çapraz astığım sarı renkli küçük çantam parayla dolmuştu....Ne kadar mutlu olmuşum ki, hiç aklımdan çıkmıyor...Belki sonradan çok daha şişkin cüzdanlarım olmuştur ama o küçük sarı çantamın verdiği zevki vermemiştir...O nedenle, bayramda kapıya gelen her çocuğa, tanımasam da, yüklü bir harçlık verip sevindirmeyi prensip edinmişimdir...Zaten hayatta en güzel şey "insan sevindirmek" kanımca....Bayramlar, belki bu temel anlayıştan yola çıkarak konmuş olamaz mı?....O zaman, "bayram" ı gereksiz görmekle ben hata ediyorum galiba...En azından, çalışanlar biraz dinleniyor..Bu sabah mesaj gönderen bir arkadaşım için, gerçekten sevindim, 3 gün bari dinlenecek diye...Çünkü, işyerinde ne kadar yorulduğunu biliyorum...Demek ki bayramın bir faydası var..İnsanları kaynaştırma, dargınları barıştırma faydaları dışında iyi bir taraf daha bulduk işte...Ama bana bir yararı yok...Bana hergün bayram zaten...Hayat güzel..Hayat yaşanası birşey....Gerisi boş...Herkese iyi bayramlar...

25 Kasım 2009 Çarşamba

GÖRGÜ KURALLARI

Şimdi tutup da size uzun uzun bunları anlatmayacağım...Kastım başka...Bugün, "Yemekteyiz" programını izlerken dikkat ettiğim bir nokta var...Gelen iki erkek konuktan biri, kanapeye oturur oturmaz, bacaklarını öyle bir açtı ki, tam V biçimi...Tabii ki, göz tırmalayıcı bir görüntü bu...Tam bir ayı.....Herkese karşı, utanmadan yayıldı....En nefret etiğim davranış şekillerinden biri , budur..Bir erkeğin, böyle evinde imişçesine yayılması... Bir anda, gözümde değeri düşüverir böyle kişilerin...Hatta, yerin dibine batar, eksiye gider...Öff, iğrenç..Yahu, biraz terbiyeli olun, etraftaki insanları düşünün..Ayıp değil mi? Ne yazık ki, böyle ayılar çok....Birgün, caddeden, evimin yoluna saptım, karşıdan bir erkek geliyor...10 metre öteden farkettim ki, boğazını sesli olarak temizliyor, ağzını doldurdu ve yere tükürecek...Yakınıma geldiği sırada, elimi kaldırdım, duuur dedim...Kalakaldı...Ağzı dolu..Bir şey soramıyor..."Yere tükürülmez....Kimse öğretmedi mi bunu sana...Evinde tükürür müsün yere?.. Sokaklar da evimiz gibi temiz olmalı...Tükürme.." dedim ve yanından geçip gittim..Hiç sesini çıkaramadı...Eminim unutmayacak bunu....Yine tü- kürecek, ama aklına gelecek her seferinde...Bu da bir kazanç benim için....Eskiden, insanlarımız daha bir kibardı...Saygı vardı... Şimdi şu şehrin % 80 i kaba...Kurallardan bihaber....İnsanın suratına karşı öksürür, hapşırır...Otobüse, dolmuşa binerken, sıra kapmak uğruna sizi iter...Kızdığı zaman, hakaret etmekten hiç kaçınmaz...Ağzına geleni söyler, küfür eder....Bir acaip toplum olduk özetle...Bu gidişin sonu da yok gibi....Terbiyesizlik, kabalık almış başını gidiyor...Bi susun, bi sabredin yaa...Yok...Herşeyde onlar haklı...Çivisi çıktı bu dünyanın..Malouf haklı....Yazık bu insanlığa...

24 Kasım 2009 Salı

Gülse Birsel

Bir haftaya yakındır yazmadığımı anladım yine....Günlük olayların yoğunluğuna veriyorum ben bunu....Yoksa aklım fikrim burada...18 kasım çarşamba günü, Coco Chanel'in filmine gittik....Reha Muhtar, geçen gün, filmi anlatan geniş özet bir yazı yazmış...Bakılabilir....Ben beğendim...Kadının azmine, inatçı sessizliğine hayran kaldım...Dün de, Nefes'e girelim diye gittik, ama olmadı..Sabah matinesi yoktu, ilk seans 16 daydı...Boşa dönmemek için "Yedi Kocalı Hürmüz" e girdik...Eğlenceli, bol renkli bir film kısmetmiş, ağlamak yerine...İyi oldu..Nurgül zaten hoş, biliyoruz da, Gülse'ye bayıldım ben bu filmde...Çok başarılı bir kadın....GAG'tan beri takipçisiyim....10 parmağında 10 marifet...Bu işlerin yanısıra mutlu olmasını da dilerim hayatta...Neyse... Bu arada, şu güzel kitap "Pasaklı Tanrıça" bitti.....Arkadaşa verildi..Eldenele dolaşacak besbelli....Okuyacak kişiler de, benim gibi gülecek mi acaba? Bu roman, tez elden filmleşmeli....Bizde olsa Samantha rolünü, rahat Gülse'ye verirdim ben..Elhak... Hakkıyla üstesinden gelir, çok da yakışır...Ama, kim bahçıvan olurdu? Bilmem...........Yeni kitabım, "Kayıp Gül"...Bazen böyle oluyor..Önceliği kapıveriyor bir kitap...Oysa ki, sırada "Floransa Büyücüsü" vardı...Bu kitabı çok merak ediyorum..Nedeni, Salman Rüşdi'den hiçbişey okumamış olmam....Nasıl yazıyor? Önemi burada benim için...Neyse, artık Kayıp Gül^den sonraya kaldı o......Ev aramaktan fırsat bulabilirsem okurum inşallah.."Ne evi? Ev işleri bitmemiş miydi?" dediğinizi duyar gibiyim... Evet...Kızım, yeni taşındığı evi beğenmiyor....Değiştirmek istiyor...Gizli Bahçe'den çıkıp kalabalığa karışmak istiyor....Cadde'nin keşmekeşini özlemiş....Onun için, bugün şu Palladium binasındaki dairelerden birini bari görmeliyiz....Arkadaşım, Kentplus'ta 12.kata taşınmıştı...Kızım da herhalde, en az bir 9 veya 10.kata gidecek diye ödüm kopuyor...Şöyle 3.4.5. katlarda olsa olmuyor mu?...Aşağı bakmak başımı döndürür benim...Gözünü seveyim kendi evimin....2.kat, en güzel kat bence....Bilemedin 3...Fazlası na ne gerek var? Bunu deyince, geçen gün okuduğum bir fıkra aklıma geldi....Temel'in oğlu,okuldan eve gelince, sormuş...."Bu gün nasıldı dersler?" Çocuk cevaplamış: "Öğretmen 2 kere 2 kaç eder dedi..6 dedim...Yanlış dedi"...Temel hemen.."A oğlum.. 2 kere 2 dört eder...Hadi bilemedin 5 olsun..6 eder mi hiç?.." demiş....Benimki de buna benzedi ama gerçek bu..Herkes benim düşüncemde olsa, üst katların tümü boş kalırdı....Hilton gibi enine geniş binalar yapmaya yer mi kaldı ki?...Bu nüfusa, başka çare yok...Haklılar da, bana uymuyor bu tarz....Güzel birgün başlıyor.....Herkese kolay gelsin....

17 Kasım 2009 Salı

Sen hep beni mazideki halimle tanırsın

Başlığı görünce, hemen anımsadınız o şarkıyı...O güzel şarkıyı...Selahattin İnal bestelemiş, Hicaz'dan..Dün akşam, 10 adet Hicaz şarkıyı arkarkaya dinleyince, mest olmuş halde eve döndüm..Gecenin bir vaktinde....Cumartesiden haber vermişti avukat arkadaşım Macide...Hani şu Kandillili...İst.Barosunun Konseri vardı, CKM'de...Eve, akşam karanlığında ve yorgun bir halde dönmüştüm oysa ki..Ama, hem merak ediyordum neler var diye, hem de Macide'cime ayıp olurdu gitmezsem...İyi ki gitmişim.. Oradaki topluluk zaten, içinde olmaktan mutluluk duyduğum bir insan topluluğu...Sanki hepsi arkadaşım, büyüğüm, küçüğüm vs...O nedenle, içimden mırıldanarak eşlik ettiğim şarkıların bitmesini hiç istemedim doğrusu...Macide, aynı zamanda , saz heyetinde..Ud çalıyor..Şu şarkılara bakın..: Bir nigah et ne olur halime ey gonca dehen..... Yıllar ne çabuk geçti o günler arasın- dan.....Terket beni artık yetişir, sende vefa yok.....Gülşen-i hüsnüne kimler varıyor...Böyle işte örnekler...Hepsi birbirinden güzel bu şarkıların..(Değil mi Spartaküs? Bunları da dinleyebilir miyim birgün senden ? Evet dediğini duydum, tamam...) CKM, dün akşam oldukça tenhaydı...Film afişlerine baktım 2.katta...Ve ara verilince, saat henüz 21 di, gidip 2 kişilik bilet aldım "Coco Chanel" e...Yarın film var yani...Çıkarken, cuma için "Nefes"e bilet alacağım...Aslında, gitmişken bir taşla 2-3 kuş vurmak da mümkün..Ama, filmler birbirine karışır, hazım olmaz..Böyle tek tek görmek daha iyi diye düşünüyorum...Bu arada...10 kasımdan beri yazmadığımı farkettim..Ama bu benim ihmalkarlığımdan değildi arkadaşlar...4 günüm, hastalıkla geçti zaten... Tam Beypazarı dönüşü, yatağa çivilenip kalmak fenaydı...Fena ötesi bir şeydi...Neyse, geçti....Domuz gribi olmadığıma, tabii çok şükrediyorum.....Bunların dışında hiçbirşey yok...Haa, bir de Pasaklı Tanrıça var, okuduğum...Çok neşeli bir kitap..Ben, bir kitabı okurken güldüğümü hiç hatırlamıyorum...Bu kitapta ise, gerçekten gülümsemek her an mümkün....Bana birini hatırla- tıyor bu Samantha....Kimi acaba?...Herkese iyi akşamlar..

10 Kasım 2009 Salı

JEST BUDUR İŞTE!...

Yunanlıların, İzmir'deki bozguna karşı harekete geçmesi üzerine, herhangi olumsuz bir durumu engellemek için,Mustafa Kemal, İzmir'den gelecek takviye kuvvetin, Çanakkale Boğazından geçmesini ve Trakya'da kendilerine katılmalarını istiyor.. Oysa ki, Türklerin bu boğazdan geçmesi olanaksız...Orası tarafsız bölge ilan edilmiş çünkü...İngilizler istemiyor geçmelerini.. Ama Mustafa Kemal kararlı..Aldırmıyor...Geçin, diyor...Bu durum, İngiliz Parlementosunda ciddi tartışmalara neden oluyor.. Muhalefet lideri diyor ki: "Bize başarı için söz verdiniz..Hani Anadolu, bizim kontrolumuzda pay edilecekti..Hani İzmir, Yunanlı lara verilecekti..Onca para harcandı..Başbakan bunun hesabını versin..." Başbakan Lloyd George (ki kendisi Yunan hayranı) kalkıp diyor ki: "Arkadaşlar, Asırlar nadir olarak DAHİ yetiştirir..Bu asrın yetiştirdiği büyük dahi MUSTAFA KEMAL benim karşımdaydı...Ona karşı ben ne yapabilirdim ki?.."...ve istifa eder....

10 KASIM

Kötü bir gecenin ardından, erken kalkmış, gazetelere bakarken , bir yandan da gözüm tv'de....Fox tv açık.."Unutmadık,,Unuttur mayacağız"..diyor altyazıda..Tuhafıma gitti...Sanki lütuf yapıyorlar...Bu lafa ne gerek var..."Unutmamak " çok normal...Unutturmamak da öyle... Sözü bile edilmeyecek bir vatandaşlık gereği....Görev demiyorum...Vatan sevgisi gibi bir şey...Çevirdim kanalı,Atv çıktı...Ekran dörde bölünmüş....Tam 9.05....Beşiktaş meydanında arabalar durmuş....İnsanlar, içten gelen bir saygıyla, heykel gibiler...Bir anda gözlerimden yaşlar akıverdi..Bu, "birlik" duygusudur bence... "vatanDAŞ" lık duygusu...Şu büyük harfle yazılandır önemli olan...Karındaş gibi,arkadaş gibi.....Ecnebi birisi o an orada olsa, sadece merakla bakar etrafına...Kalbinden o duygular geçmez...Aynı tarihi paylaşmak, insana aidiyet ve birlik mefhumlarını tam anlamıyla be nimsetiveriyor farkında bile olmadan...Ne güzel....Atatürk'ün, benim milletimin önderi ve kurucusu olması, ne büyük hazine.. Yok onun gibi bir kahraman başka...Yaptıkları olağanüstü çünkü....Hiç yoktan, bir "Cumhuriyet" yaratmak, bir insanın yapa bileceklerinin çok üstünde bir fenomen...Eşsiz birşey....Bu Cumhuriyet, yaşayacaktır ilelebet...

9 Kasım 2009 Pazartesi

YÜCEL ARZEN - DEVRİM GÜRENÇ

Bu iki ismi, sizler duydunuz mu hiç? Ben duymamıştım doğrusu....Ta ki, düne kadar...İstiridye'nin isminin yanında bu isimler çı kınca, merak ettim, araştırdım youtube'tan, herbir şarkılarını dinledim....Veee...tabii bayıldım...Sesler pırıl pırıl...Besteler, alıp götüren cinsten...Daha ne bekler insan?....Beğenmek için bunlar yeter de artar bile...Önermek için de gerekli kriter, bu kadar bence...Uyduruktan değil bu şarkılar..Essahtan oturaklı..Siz de dinleyin lütfen...Beğeneceksiniz....Şu söze bakın örneğin : "..Eski yerini arama kalbimde, Sen,gözümden akan sele karıştın..."...Bu şarkılara filan dalıp, Van 100.Yıl Üniversitesin deki çocukları unuttum sanmayın...Gezimiz sırasında, tur başkanımıza anlattım durumu...Dedi ki bana: "Öyle çok yerden yardım istiyorlar ki, başedemiyoruz..."...Bir-iki kişiye bahsettim ümitle..."Biz zaten çocuk okutuyoruz.." dediler...Özetle, kimse ilgilenmedi....Ama onlar benim hep aklımda....Yakın bi yer olsa, kalkıp gideceğim....2 çocuk tanısam, görevimi yapmış olurum.. Ama çok uzak geliyor bana...Uçağa binemem zaten...Keşke biri ön-ayak olsa da, ben de onlara katılsaydım...Bilemiyorum... Bu arada, bayramda da bir gezi var..ama ben gidemiyorum...Çok isterdim oraları görmeyi..Kaş, Kalkan,Saklıkent, tekne gezisi filan..Bayağı hoş yani..Kim Haşmet'in imkanlarına sahip olabilir ki!..Zeytin hasadına gitmiş, anlata anlata bitiremiyor...Aynı konuyu, bugün Nazlı Ilıcak da anlatmış....Cunda,Ayvalık filan...insanın içi gidiyor...Bereketli hasatlar dileriz zeytincilerimize... Şu anda, Uğur Dündar, Seda Sayan'ı alnından öpüyor....haberlerde...Kıskandım..Böyle bir sebepten dolayı öpülmek çok hoş doğrusu..Yaptırdığı okulu izliyoruz...Şimdi Gabar'da yaptıracakmış...Dünyada, çocuk okutmak kadar güzel bir iyilik olabilir mi? Bravo Seda Sayan'a....Bize de kısmet olsa, ne mutluluk...Gel de şu Van çocuklarına üzülme....İyi akşamlar...Yücel'le Devrim'i dinlemeyi ihmal etmeyin...

8 Kasım 2009 Pazar

Abant'tan Beypazarı'na giderken

6 Kasım cuma sabahı, yine Fenerium'un önünden Kuru Turizm otobüsümüze binip, Abant' gittik..Saat 8 di..sabah..13 sularında
göl kenarındaki mütevazi bir restoranda sucuk-ekmeklerimizi yedik..5 saat sürmüştü yol...nedeni, bol mola tabii ki...iyi oluyor
ama..molaları severim ya...geç kalmak önemli değil benim açımdan....Yolculuğu süsleyen, daha hoş kılan molalardır çünkü...
Yemekten sonra yola çıktık yine..Hedef Mudurnu idi....Yol boyu düşündüm..Şu Abant'a bi daha gelir miyim diye...Gelmem dedim içimden....Bana daral getiren bi yer kabul ettim burayı....Daracık, boğaz gibi bi yoldan geliyorsunuz ve birden geniş bir
boşluk oluşuyor gözlerinizin önünde...aydınlık, ferah...ama, yine de etrafınız yüksek ve siz ortada sanki hapis kalmış gibisiniz...
Bu benim, şizofrenik, obsesif ruhumun duyguları olabilir ama ne yapayım, elde değil...Sevemedim işte..Sonra Mudurnu....Anado
lu'mun güzel toprakları, güzel insanlarım benim...İhya ettik girdiğimiz dükkanları..Hatta, şu çizgili patlıcanlardan bile aldık..
Ben diyim, siz anlayın..1-2 konak var, otel yapmışlar...Güzeldi...Dolap içinde alafranga tuvalet, eskiyle-yeni karışımı.....uydur
muş insanım benim...zeki insanım benim...arkadaşlardan 3 ü, bi kahveye girmiş oturmuşlar...oranın yaşlıları varmış içeride..
Onlar oradan ayrılırken, yaşlılardan biri, öbürüne demiş ki: "Gart gart garılar gelir oldu buraya..." Duyulacağını tahmin etmedi herhalde, ağır işiten kişiler gibi... Bizi çok güldürdü bu laf....Beğenmemiş yani gelenleri...Genç bayanları bekliyormuş ....E onlar da gider inş..Mudurnu'ya..Amcanın gönlü olsun...Közlenmiş kestanelerimizi de yedikten sonra tekrar yola koyulduk....Beypazarı
na doğru....İşte arkadaşlar, sahne hayatıma da böylece başlamış oldum... Nasıl mı? Sus pus oturulmuyor tabii otobüsün içinde..
Yolculuğu renklendirmek gerek..Böyle işler de hep bana düşer...Bayılırım hareket, canlılık yaratmaya..Ufaktan ufaktan başlamış
ken şarkılara, yerimde..Önden bir bayan da aşka geldi...Söylemeye başladı...Tur başkanımız İmren Hanım mikrofonu ona verdi... O sırasını savınca, arkadaşların iteklemesiyle ben çıktım koltuk arasında durup söylemeye..İnsan düşünemiyor heyecan
dan...Koltuk arası da olsa, orası sahneydi doğrusu bana....Hem de bol neon ışığıyla dolu bir sahne..Tüm aklımdakiler uçup gitti....Hiçbir şarkı gelmedi aklıma... Hatırlattılar da öyle başladım.......Ve böylece ilk defa bir mikrofona söyleyebildim...Benim
için devrimdir bu....Tutmayın artık beni...Alışacağım bu işe....Millet düğünlerde söyleyerek başlar ya şarkıcılığa..Ben de otobüs
te başladım işte...Bundan sonra ne olur, bilemem...Teklif beklicem bi yerlerden....Bir dahaki tura da hazırlanıp gideceğim...Re
pertuar kuvvetli olmalı....Bi duyan olur belki canım......Neyse, sadede gelelim....Beypazarı'na gidince, artık yorulmuş olduğumu
zu anlayıp, otele yerleşmek istedik hepimiz..Odalarımıza çıktık...Asansörsüz bir yer düşünemeyen bizler, Beypazarı'nda 4 yıldız
lı otel olmayacağını tahmin edemedeğimiz için, 3 kat merdiveni bavulla tırmanırken, kendimize kızdık ne geldik buraya diye...
1 saat dinlenmeden sonra aşağı indik, (http://www.beypazaribagevi.com/) bağevi restorana otobüsle gittik onca yakınlığına rağmen...
Otantik, ne güzel bir yerdi..Koacaman bahçesi, sempatik restoran sahibi ve güzel yemekleriyle kalbimizi fethetti doğrusu...
Müzik de vardı canlı....Oraya has türküler, fıkralar,hikayeler dinleyip, soba üzerinde kızaran ekmeklerle, nefis etli yaprak dolmaları yedik...Kınagecesi canlandırması yaptılar...Folklorik gösteri de eksik değildi, Beypazarı oyunları da oynadılar çünkü....
23 te kalktık ancak, sabah 8 de kahvaltıda buluşmak üzere yattık gider gitmez.....Sabah, bavullarla bindik otobüse, bütün gün Beypazarı'nı gezdik, alış-veriş yaptık....Gümüşçüde, çok zaman ve çok para harcadıktan sonra, biraz yokuş tırmanıp, Hünkar
Sofrası denen restorana gittik öğle yemeği için...Yemekler ve ortam çok güzeldi..Hava çok güzeldi..Bahçesinde, hiç üşümeden
oturduk ...Sonra çıkıp tekrar alış-veriş...17 de toplaşıp otobüse biniş ve dönüş.....Şimdi aşağı fotoğraflar koyuyorum...Ne güzel,
seyredin... ( fotoğraflara, en alttan başlayarak bakın....çünkü ilki, en alttaki foto..sonuncusu da en üstteki foto...beceremedim
ayarlamayı..özür..)

1 Kasım 2009 Pazar

Prof.Dr.Azmi Hamzaoğlu

Geçtiğimiz perşembe, bir telefon..Nedense benim numaram verilmiş, bulunmam kolay diye herhalde..Azmi Hocanın kliniğinden bir sekreter.."Bu cumartesi sabahı randevu veriyoruz size" diyor ve damadımın ismini söylüyor..randevu ona...tamam diyorum, iletirim..."Allah Allah...niye bana geldi bu telefon" diye düşünürken, bu randevunun bana kısmet olacağı içime doğuyor sanki.. Yıllardır gitmek istediğim doktor, bir türlü cesaret edip de randevu alamadığım hoca...Kendiliğinden beni çağırıyor sanki....Ona güvenim sonsuz...Böyle olunca, ne derse, yerine getirmem gerekir dediğim için, aynı zamanda da kaçtığım bir doktor....Kötü huyum...Dişçiden de kaçtım yıllarca..Sonunda iyi yakalandım...Ve gördüm ki kaçmak hataymış...Cuma akşamı kızım arıyor, diyor ki "Onun işi var....Sen gideceksin.."...Eh, biliyordum zaten böyle olacağını..Bu randevu, banaydı...Hem iyi, hem kötü... Aldı mı beni bir korku...Eyvah, ya ameliyat derse..Korkudan, midem alt-üst olmaya başladı...Kulaklarım zonkluyor, kalbim atıyor..Resmen panik atak..Gerçeği bilmesem kendim hakkında, kalp krizi gibi birşey...Ama elim mah-kuuuummmm...Gidece ğim..ama ara ara, 6 ay önce çektirdiğim MR' ı bir türlü bulamıyorum...Filmler var, o yok...Neyse, sabah erkenden...Yola çıktım.. Amma....Bostancı'da hiç hareket yok...Ne otobüs, ne dolmuş..Ortalık tenha..Yolcu yok..Yağış uyarısı yapıldı ya..Kimse çıkma mış yola..Bir o tarafa, bir bu tarafa...yok, yok...9 oldu ve 45 dakika kaldı...Geç kalmamam lazım..Hocanın saniyeleri bile kıymetli...Atladım taksiye..Ne yağmur ama..Silecekler, durmadan çalışıyor,bana mısın demiyor...10 metre önünü göremiyor şoför....Neyse, 9.25 te ordayım..İşlemler yapılıyor, 360 lira ödüyorum ve beklemeye başlıyorum..Tam yarım saat...Taksi parası na acıyorum, oturuyorum..Ama görüyorum, önemli hastalar var, doktor onlarla konuşuyor...Koridorda "Omurilik Skyolozu" gibi bir plaket gördüm, midem tekrar bulanmaya başlıyor korkudan..Nihayet doktor geliyor..Hiç de tahmin ettiğim gibi bir tip değil...Öncelikle genç....Tokalaşıyoruz, söze "Hıncal'ımı iyileştirdiğiniz için teşekkürler..Sıra bende" ile başlıyorum..Gülümsüyor. Kısa bir muayeneden sonra, "Korkulacak bir durumunuz yok" diyor..."Evde kendi kendinize haftada 2 defa test yapın...1-To puklarınızın üzerinde 2-Yükselerek parmaklarınızın üzerinde yürüyün...Baktınız ki yürüyemiyorsunuz, o zaman gelin" dedi.. MR yazdı...2-3 ay sonra çektirin dedi....Uçarçacasına çıktım ordan...Ani felç-melç olmayacağım diye, başım göğe erdi sanki... Şu "sıhhat" ne büyük hazineymiş....Abant'a mutlulukla gidebilirim artık, gözüm aklıma gelmezse....Zaman yaklaşıyor... Görüşmek üzere byy...

28 Ekim 2009 Çarşamba

hakkımızda

Geçtiğimiz salı günü, deniz otobüsü önündeki duraktan, Sabiha Gökçen otobüsüne bindim..Saat başı kalkıyor oradan..Her zaman kendi yolcularımız olurdu..Bu defa, tesadüf işte, hep yabancı..20 kişi kadar vardı...Biz Türk olarak 3 kişi...Yol boyu gidiyoruz....Sağa sola bakıp aralarında konuşuyorlar...Bir süre sonra aklım başıma geldi ve evsahipliğim tuttu..Geniş yolun iki tarafına ben de bakmaya başladım..Endişem var çünkü...Kirli-bozuk görüntüler çıkıyor aralarda...Ne kadar kötü, ona bakıyorum..Yurt dışında, diyelim ki bir yol kazısı var, hemen, etrafını hoş renkte bir plastik hasır gibi birşeyle çeviriyorlar ve gö rüntüyü kamufle ediyorlar..taşlar-topraklar-molozlar görünmüyor..biz de öyle değil tabii....herşey olduğu gibi meydanda...bara- kalar, boyasız-betonuyla kalmış binalar, çöp bidonları...hiç hoş manzara olmuyor...şu tarafa bakmasalar bari diye dikkat kesildiğim çok oldu tabii...Sonra aklıma geldi, bunlar artık gidiyorlar ama kaç gündür göreceklerini görmüşlerdir zaten...boşver dedim kendime..Sonra, o gün okuduğum bir haber düştü aklıma..."Gece Yarısı Ekspresi" filminin yönetmeni....Neredeyse özür dileyecek..Üzgünmüş..."Galiba haksızlık yaptım" diyor filmden bahisle..Hatta öyle ki..yıllardır çocukları tatillerini burada geçiriyorlarmış ve çok seviyorlarmış Türkiye'yi...Bunu düşününce içim rahatladı...Memleketimiz güzel...Sadece bakımsız..Eski den kızardım ışıklandırma olayına...Ama, birkaç şehir görünce, ışıklandırmanın, meydanların, parkların, heykellerin..bir şehre ne kadar güzellik kattığını ve yakıştığını anladım..O nedenle artık kızmıyor, tersine bu gibi masrafların, belediye bütçesine yük olmadığını düşünüyorum...Üstelik, bu gibi süslerin daha fazla yapılmasını istiyorum...Yalnız, Yeşiköy'de, havalimanından çıkarçıkmaz, yol kenarında bulunan reklam panolarında akan görüntülerde, bir eşarp reklamında tesettürlü bayanı görünce çok irrite olduğumu, yine de unutmuyorum..Tuh, bir yabancı, ilk anda bunu mu görecek diye? Yanlış intiba, yanlı kanı..Yazık'...

25 Ekim 2009 Pazar

SOKAĞIN TAVANI KADAR

  • Bir sıkıntı var içimde, sokağın tavanı kadar
  • İçim sığmıyor içime, sokağın tavanı kadar..
  • Ayrılıklar gelir çatar, gözüm ufuklara akar
  • Desem ki beni ne kadar, sokağın tavanı kadar..
  • Bir sevgi düştün önüme, gözünü sürdüm gözüme,
  • Biri geziyor içimde, sokağın tavanı kadar..

Bu güzel sözler, sevgili Edip Akbayram'ın albümünden bir şarkının sözleri...Onu zaten severim, ta gençliğimden beri...Nedeni Halil...Kim bu diyeceksiniz?..O tam bir yaratıcı sanatçı, ressam...Halil Ünür..Urfa'lı eski bir arkadaşım..Edip'i iyi tanırdı, Topağacı'nda oturduğu evde, birlikte yaşadıkları olmuştu, anlatırdı..Halil, önce Hollanda'ya, ardından İngiltere'ye gitti, oraya yerleşti...Arasıra yaz aylarında gelir, yaptıklarını anlatır, flacon boyalar filan getirir,uzmanı kesildiği hologramın ne olduğunu bir türlü kafamıza sokamadan giderdi...Bir ara bypass olmuştu oradayken..Sonra Yıldız' ve Yeditepe, onu istediler ama kabul etmedi..İngiltere'de rahatı yerindeydi..Bu şarkıyı dinleyince, hem Halil geldi aklıma, hem de şarkı bayağı etkiledi beni...Sözleri güzel ve çok anlamlı idi.."sokağın tavanı kadar" çok güzel bir anlatım olmuştu doğrusu..Edip kardeşimizi kutluyorum...Zaten şarkıları hep liriktir onun..Bu da öyle olmuş..Ellerine, aklına sağlık....

VAN 100.YIL ÜNİVERSİTESİ 'nde okuyan sevgili öğrenciler

Pazar günü.....Yaşamdan Dakikalar yeni başladı..Saat ayarlamasından dolayı güne erken başlamış olmanın avantajını kullana rak, gazetelere dalmışım...Program da reklama girince bir yazara daha gözatayım dedim, Defne-Eren haberinden fenalık geldiği için...Özdemir İnce'deydi sıra....Sabah sabah nerden okudum yaa...Allak bullak oldum arkadaşlar..İçim acıyor....Hiç hesapta olmayan bir ağlama tutturmuş durumdayım..Konu, Van 100.yıl ün.öğrencileri...Tufan Türenç, röportaj yapmış, üniversitenin rektör yardımcısı Prof.Dr.Ayşe Yüksel'le...Dediklerine bakın öğrenciler için.."..13 bin öğrencimiz var...Bunlardan sadece 100 kişi (günde 3 öğün) yemek yiyebiliyor..Geri kalanı 1 adet poğaça ile günü geçiriyor. 1 liralık öğle yemeği çıkarıyoruz, onu bile parasızlık nedeniyle yiyemiyorlar. Kırsal kesimden gelenler, ekmek arası patates veya haşlanmış yumurta yiyor.." Okur okumaz mahfoldum ben...Burada yaşadığımız hayatın, tam bir " bolluk içinde yüzme" olduğu anında aklıma düştü... Kendimden utan dım...Boğazıma birşeyler gelip oturdu...Van, zaten kırsal bizim için..Bi de, onun da kırsalı olduğunu düşünemedim birden.., Nasıl dır acaba dedim oraların kırsalı....Ve bu gerçek karşısında durmanın, birşeyler yapmanın gerektiğini hissettim...Ne yapabilirim..? Ya, niye biraz zengin değilim?...Olsaydım, şu çocukların öğle yemeğini bedava verebilirdim hepsine..ne ederdi? 13 bin kişi, 1 lira dan, 22 iş günü 28, en fazla 30 bin lira...Hiç bi şey...Ama buna ben yetişemem tabii..Ama, hiç olmazsa 2-3 kişinin öğle yemeği parasını yollayabilirim...Belki başka gönüllüler de çıkar arkadaşlarımdan, bilemem.. Herkes birbirinden duyup, bir çığ gibi büyür mü dersiniz bu girişim?...Bilmiyorum ama umut ediyorum....Birşeyler yapmalı...Burada israf içinde yaşadığımızı farket meliyim....Düşünmeli, çare bulmalıyım bu çocuklara..

24 Ekim 2009 Cumartesi

DÜNYA İÇİN ÇAL

Bir cumartesi sabahı daha....Hafif serin...Tam istediğim gibi...Sessizlik var henüz...Altımızdaki sucu, daha başlamamış bidonları ordan alıp buraya atmaya, o yüzden...Birazdan gelirler...Hele biri var, bidonlarla uğraşırken bir şarkı söylemeye başlıyor, tutabilene aşkolsun...Biri bitiyor, öbürüne geçiyor...İlk zamanlar kızıyordum, sonra söylediklerine kulak verdim..ve farkettim ki, güzel söylüyor...sesi var ve de sanki eğitim almış...terbiyeli bir sesi var...keşke biri onu keşfetse...garibanım, şu bidonlardan kurtulurdu..ünlü olurdu belki....Olanların, ondan ne fazlalığı var? Şans işte....Kalkınca ilk işim gazete okumak tabii, sizler gibi.. Hıncal'ım, yarınki Yaşamdan Dakikalar için tiyo veriyor...Programın sonunu kaçırmayın diyor...Neymiş? Şu adını başlıkta yazdığım şey....Detaylarını bilmiyorum ama Tema Vakfının bir projesi gerçekleştirilmiş, ortaya çok güzel bir iş çıkarmışlar... Anadolu'nun çeşitli yerlerinden, gençler, "Divane Aşık Gibi" türküsünü söylüyorlar...hepsi bir satır söylüyor...Gerçekten güzel... Dinleyin, ya yarın, ya google'dan...Sesleri pırıl pırıl, birbiriyle çok uyumlu, insanın içini titreten bir yapıt daha ortaya çıkmış böy lece...Ne güzel...Bu gençler, acaba hakettikleri yerlere gelebilme olanağını bulabilecek mi gelecekte?....Kesinlikle umut içindedir ler....Gençlik öyledir çünkü, doğal olarak...Fakültede okurken, sanırdım ki, tek parmağımla dünyayı çevirebilirim...Herşeyi yapabilirim...Ama işte, heyhaaat....Herşeyi yapamıyorumuşum...Geç anladım...Onlar, umarım yaparlar...Ve de mutlu olurlar..

23 Ekim 2009 Cuma

DİO mutlu mu?

Bunu bilmek zor....En yeni fotoğraflarını koyuyorum..Yorum sizin..İlk iki resimde, Dio, bilgisayarda gördüğü hemcinslerini canlı sanıyor..patisini uzatmış...belli ki onunla oynamak istiyor..Bu mümkün olmayınca, bir yeis çöküyor üzerine..umusuzluk mu kapladı ruhunu acaba?

22 Ekim 2009 Perşembe

DİO geldi

Pazar gecesi geldi Dio...Fotoğrafını koymayı becerebilirsem, siz de bana hak vereceksiniz...Dünya tatlısı bi şey....Kızım, face'e koydu resmini..Mailler yağıyormuş, "Bu nee..Nerden buldun?" diye...Hayvan sevgisi, bende pek yoktur..ama kızımda aşırı derece de diyebilirim...Hani matematik yapabilse, gene sınava girip, veterinerlik-zooloji filan okuyabilir...Neyse, artık olanak yok buna.. Dio, tam bir bebek...Duman rengi...Oyuncu..Hoplayıp zıplayıp duruyor..Kızımın, Budapeşte'deki yalnızlığını paylaşan bir varlık... İlk gece, sabaha kadar sızlanıp durmuş...Ayrıldığı kardeşlerini aramış tabii...Ne kadar zor bi olay onun için...Ama yeni evine çabuk alışacağa benziyor...Öyle olmasını umuyorum... Eskişehir gezisinden sonra,şimdi sırada Abant-Beypazarı var...Kime söylesem," ben de" dedi ve şimdilik, 8 kişilik bir grup oluşturdum....Gezinin heyecanı başladı bile....Demiştim zaten bir yerde, önemli olan, bir yere gitmek, "varmak " değil..Yolculu ğun kendisi...O an...Otobüste, başımı pencereye dayayıp, akıp giden manzarayı seyretmek, elimde sürükleyici bir roman varsa, onu okurken arasıra dışarı bakmak, mola verildiğinde dışarı çıkıp temiz havayı solumak, feribota bindiysek otobüsten inip yukarı çıkmak, rüzgara karşı durmak, orda üşümek....bunlar hoşuma giden şeyler..yaşadığımı bana anlatan şeyler...Yani mutluluk... İşte bu yüzden, yolculuk beni heyecanlandırır...Sevince boğar...Abant'ta, bu mevsim göreceğim 72 çeşit yeşil, ruhuma iyi gelecek..Dönüp gelince, yine güzel fotoğraflar koyarım sanıyorum..Yeşil görmek size de iyi gelecektir... Bu arada," Semerkand" bitti...Güzel bir romandı..Ardından, şu günlerin popüler kitabı " Başkasını Seviyorum" da bitti..Şimdi elimde, yine Amin Malouf'un bir kitabı var: "Çivisi Çıkmış Dünya"...Yolculuğa çıkmadan bunu bitirip, Salman Rüşdi'nin "Floransa Büyücüsü" ne başlayacağım....İçlerinde hangisinin en güzel olduğuna karar verip, kendi "Ekim" birincimi seçeceğim. Herkese iyi okumalar..

18 Ekim 2009 Pazar

ukde

Hayat bu...Herkesin içinde, gizli bir köşede saklı "ukde"ler olabiliyor...Hıncal'ımın da varmış...Bugünkü programda, Fahir Atakoğlu çaldıktan sonra söyledi...Evde, arasıra, yalnız kaldığı zamanlar, piyano çalmak istermiş....Keşke onu da becerebilseydi..
Sonradan öğrenilmeyecek bir şey bu....Öğrense bile, tutuk tutuk çalabilir ancak..O da zevk vermez...Benim de var buna benzer
birşey...Daha önce de yazmıştım..Arkamda geniş bir saz heyeti, alaturka şarkı söylemek...Ah, güzel bir sesim olsaydı..Nerdeeee...
Yok işte...Güzel ses, Allah'ın o insana bir armağanıymış... Atakoğlu, bazı parçalarını çaldı...Hepsi güzel de...Ben en çok "Lal" i beğeniyorum..Onu dinlerken, ruhum, salkım söğütlerin, üze-
rine eğildiği küçük bir dere gibi aktııı, gitti....Müziksiz yaşanmaz, yaşanamaz...Milat öncesinden beri, belki insanlığın başlangıcından beri var müzik...Seslerin, kulağa hoş gelecek şekilde biraraya getirilip melodiler haline dönüştürülmesi ise, yetenek isteyen bir iş...Ne mutlu yapabilenlere...
Yaşamdan Dakikalar reklama girdikçe, ben de Meksika Sınırına koştum...Eski programların tekrarı....Yine de hoşuma gidiyor..
Abdurrahman Kızılay diye bir sanatçıdan "Altın Hızma Mülayim" türküsünü çaldılar..Nefisti....Üniversite hoparlöründen dinlediğim yıllar aklıma geldi...Hep bunu çalardı..Hey gidi günler, hey...Aliya İzzet Begoviç'in bir sözü: "Düşmanlarımıza tek
bir borcumuz var..O da adalettir.." demiş....Dürüstlük abidesi..
Şu dakikalarda beklemedeyim..akşamın 20 si...Budapeşte'deki kızımın, sahip olmak için kaporo verdiği kediyi, biraz sonra getirecekler...2 gündür kedi sergisi varmış..Orda hayvancağız..Gelsin. fotosunu koyacağım..Çok tatlı bir şey...Adı Dio imiş...Değiştirme dedim, güzel isim...Dio ile Dilara..çok uygun..Kullanılacak tüm nesneler alındı dünden..herşey hazır..Hadi gel Dio...

17 Ekim 2009 Cumartesi

SENİ YAKACAKLAR BENİM YERİME( İstanbul Arabesque Project)

Cumartesi, 17 ekim..Latif bir sonbahar günü..Sabah sabah bir telefon...Demirdöküm servisten.. Yeni bir kombi taktırmıştım çıktığım eve...Aletin üzerindeki barkotu okumamı istiyor telefondaki bayan.."Yarım saat sonra bir eleman gönderin, oraya gideyim..Ben anlamam o işten" dedim..ve hemen giyinip, eski evime gittim..Henüz boş...Eleman gelmiş, okudu, döndüm eve...İşler bekliyor du beni...Rutin şeyler...Ama sevmiyorum iş yapmayı...Sıkıntıyı azaltmak için, digitürkteki " new age" çalan kanalı bulayım da, müzik çalsın ben iş yaparken dedim..Tv yi açtım...Önce 18 de İz tv. Ayhan Sicimoğlu yine gezide...Geçtim...Habertürk'e bi göz atmak gerek...İyi ki açmışım...Bir grup görüntüde ve güzel bir şarkı, henüz başlıyor..entrümanlar girdi müziğe...Birden kulağıma hoş bir melodi gelince, çakıldım kaldım tv nin önünde...Dinlemeye başladım...Meğer ben bu şar- kıyı hiç dinlememişim...Ya da dinlediğim halde unutmuşum ...Arkasından reklam başladı..ara verdim tabii..Hemen notebook'un başına..Bi yazdım google'a..Çıktı zınk diye İbrahim Tatlıses... Aman Allah'ım...Bu güzel şey onunmuş...Ancak söyleyen başka, tarz başka...Bir yerde diyor ki: "..rock cowerlarıyla arabeske yeni bir tat katan grup..."... ..Bu grubu hiç tanımam etmem...İncele dim neyin nesi diye...İSTANBUL ARABESQUE PROJECT adı...Gerçekten rock havası var bu şarkıda ve güzel olmuş...Dinleyin, seveceksiniz.. Başka şarkıları da var video olarak, hepsi hoş... Gençler çalışıyor, canlarım benim..çok san'atçı çocuklarımız var..Destek olmak gerek..Bir cd leri varsa alacağım...Onlara başarılar diliyorum..Kalıcı olmalarını istiyorum.."Seni Tanrı bileee affet-me-ye-ceeeekkk...." diyor....Kime acaba?

13 Ekim 2009 Salı

ESKİŞEHİR

Şu Eskişehir için bir kerre daha yazayım, bitireceğim... Otobüsümüz,10 ekim pazar günü , sabah 8 de Fenerbahçe stadının önünden kalktı..Sakin bir yolculuktan sonra 13 gibi şehire girdik..Rehberimizi aldık bir yerden..Şaban Billur Bey..Daha ote le gitmeden gezmeye başladık..İlk önce Sazova-Bilim,Kültür,Sanat Parkına gittik..Koskocaman bir bölgeye yayılmış...Yılmaz Bey, şehir yakınındaki bakımsız bölgeleri değelendirmeyi çok iyi biliyor...Cennet gibi bir park yaratmış...5 yıl sonra, ağaçların daha da büyümüş hallerini sanki görür gibi dolaştım..İkinci hedefimiz,Cumhuriyet Tarihi Müzesi...Atatürk'ün kullandığı bazı eşyalar , üst katta camekanlarda sergileniyor...Onlara bakarken bir duygu karmaşası yaşadım sanki...Gözlerim doldu...Alt katta, Cumhuriyete hazırlık yıllarına ait fotoğraf tabloları..Çıkınca, Kurşunlu Külliyesi...Girişinde nikah dairesi var...Lületaşından çeşitli objeler sergilenmiş ...Lületa şı, magnezyum+silisyumdan ibaret bir madde..Nikotini çekermiş bu karışım..O nedenle pipolar yapılmış zamanında..İlk pipoyu da, Eskişehir'de 2 macar yapmış..Kurşunlu Camiinin kubbesi,adı üstünde kurşunla kaplı..1525 te FSM zamanında Melek Mustafa Paşa tarafından yapılmış.....Sonra Beyler Sokak'tan geçip Kadınlar Pazarına gittik...Eski şehirli kadınlar elemeği ürünlerini satıyorlar..Biraz alışveriş yaptıktan sonra da, Atlıhan'daki El Sanatları Çarşısını gezdik..Bina harika....Küçük dükkanlar çok sevimli.....Turistlerin Eskişehir'e maddi katkıları çok büyük...Esnaf da yatıp kalkıp Yılmaz Beye dua ediyormuş...Kimle konuşsak bunu dile getiriyordu..Bu gezilerin ardından otele geldik..Yemek faslına hiç girmedim..Canınız istemesin diye..Çünkü arada gittiğimiz "ÇİBÖREK" çinin nefaseti anlatılmazdı..5 adet, yanında ayran 9 lira... Ertesi sabah 8 de kahvaltı otelde, 9 da lobide buluşma ve otobüsümüz kapıda, bindik..Önce Cam Sanatları Müzesi...Görülmeye fazlasıyla değer bi yer..SonraKentpark...Hani şu plajın olduğu park..Yazın burada suya girenler, güneşlenenler çokmuş...Parktaki Rosa Luna adlı cafede güzel bir sütlü-şekersiz neskafe içiminden sonra Opera'ya gittik...fotoğrafından anlaşılıyor güzelliği.. Daha önceki belediye, burayı düğün salonu olarak düşünmüş ama Yılmaz Bey, opera-senfoni orkestrası-tiyatro üçlüğünü kurmanın daha iyi olacağını sezmiş ve ortaya harika bir yapı daha çıkmış...Bilet fiyatları Eskişehir'de neredeyse bedava...Hatta, varoşlara otobüs yollayıp, onları buraya getirtip, hiç ücretsiz, konser,tiyatro izlettirip geri götürdüğü de oluyormuş..Onlar da tatsın bu zevkleri diye..Bazen gece geç saatte biterse sanat olayları, bir telefon edip tramvayı buraya getirtiyor ve insanları şehre ulaştırıyormuş..Zaten uzak değil ama gene de onları rahat ettirmek için herşeyi düşünen bir insan Yılmaz Bey..Detaycı bir insan...Üşenmeden, sıkılmadan yapıyor ne yaparsa..Sonra "Haller Gençlik Merkezi"...Üniversiteliler çok ya burada...Üst katta 15-20 bilardo masası..Oynasınlar diye...Bilardo Cenneti..Kadıköyde 1 tane bile yok..Selami Beye duyurulur... Alt kat, fotoğrafta görülüyor..Burası eskiden "Hal" binasıymış..Ama nasıl güzel bir bina..Başkan, burayı da gençler için düzenlemiş..Şehrin ortasında mücevher gibi bi şey.. İdarecisi olan Müdür Bey, hep orada, ayakta...Geleni gideni karşılayıp bilgi veriyor..Yılmaz Bey, ekibini de kendine benzetmiş anlayacağınız..Bizlere birer dosyakağıdı verdi..Duygularımızı yazdık, Başkana iletecek..Ne derler, "Marifet, iltifata tâbidir"...Başkanın artık karnı tok her ilti fata ama biz gene de yazdık..Şehirde dolaşan tramvay tesisatına gelince....5 yıl ödemesiz kredinin ilk 2 yılında, tramvay kendi masrafını çıkarmış bile..Dedim ya, zaten hesap-kitap adamı Baş kan...İşini iyi biliyor..Gruptan biri dedi ki: "Yılmaz Bey, yememiş ve yedirmemiş"...Herhalde doğrusu bu işin..Bir de Kalabak Suyu var..Bunu da Yılmaz Bey halletmiş..Kendi suyumuzu kullanalım, hem de satıp para kazanalım demiş... İşte böyle...Selçuklularda bir uç şehir, Osmanlı'da kuruluş şehri olan bu yer, Sayın Yılmaz Büyükerşen'le, tarihinin parlak günlerine geri dönüyor...Ne mutlu Eskişehirlilere...

12 Ekim 2009 Pazartesi

YILMAZ BÜYÜKERŞEN

Bir öğrencime şöyle demiştim birgün, iyi hatırlıyorum.." Hayalleri olmalı insanların..Olmazsa eğer, istediklerine kavuşamaz."...Bu fikire, cân-ı gönülden inanan bir insanım...İşte iki gündür gördüklerim, yaşadıklarım, bu fikrimin ne kadar doğru olduğunu, bana bir kerre daha gösterdi.. Yılmaz Büyükerşen, kelimenin tam anlamıyla inanılmaz bir iş kotarmış....Aklına, fikrine, ellerine, gönlüne sağlık.. İki senedir duyuyordum..ama hafife alıyordum doğrusu..Herkesin abarttığını düşünüp, duymaz dan geliyordum..Eskişehir gezisi fırsatı çıkınca, bu sefer artık " gitmeli diye düşündüm..Gittim, gördüm, şaşırdım-hayran kaldım ve yurdumda iyi şeyler de oluyormuş dedim..Yılmaz Bey, sadece Eskişehir'in değil, Türkiye'nin de gururu bir insan...Gerçekten acaip bir durum var ortada...Alışmışız biz, baştakilerin çalışır görünüp hiçbirşey yapmamalarına...Kaldırım söküp yenilemekten başka bir icraatta bulunmamalarına...Ama işte, böyle de bir kişi çıkıyor ve inanılmaz işler yapıyor....Bu bir gerçek.. Yılmaz Bey, Eskişehir'de doğmuş...Nasıl bir çocukluk geçirmiş, bilmiyorum tabii..Ama eminim hayal kuran bir çocuktu...Çünkü bu işleri yapabilen bir insanın hayal dünyası çok zengin, çok geniş demektir..Çünkü hayal etmeyen insan, arzularını da gerçekleştiremez..İkincisi: Yılmaz Bey, iktisat-işletme okumuş..Ama aynı zamanda heykeltraş...Yani, bu da hayale dayanan bir yetenek...Yapacağınız figürün "ne" ve "nasıl" olacağını bilmezseniz, ortaya hiçbirşey çıkaramaz sınız ki...Hem hesap-kitap adamı, hem de yaratıcılık vasfına sahip....Aslında bu açılardan bakıldığında, Yılmaz Bey'in Eskişehir'i bu hale getirebilmesi olağan bile görülebilir.....Ancak, tarih içinde, birçok iyi özelliğe sahip nice kişilerin, hiçbir güzel iş yapamadan çekip gittiklerini de çok görmüşüzdür..Dolayısiyle Yılmaz Bey'i olağanüstü bir kişi diye tanımlamamız, hiç garip olmayacaktır... Bu olağanüstü kişinin yarattığı şehri anlatmayı bundan sonraki yazıya bırakıyorum...Eskişehir- lileri kıskanmamak elde değil...Yılmaz Bey, zaten dünya güzeli bir şehir olan İstanbul'a Belediye Başkanı olsaydı neler olurdu, onu düşündüm biran..Ve içim gitti...Daha pekçok yıllar, sağlık ve sıhhat içinde yaşasın, Eskişehir'de henüz bitiremediklerini de yapsın diye dua etmekten başka birşey gelmiyor elimizden...Berhudar ol Sayın Başkan...

9 Ekim 2009 Cuma

BEYLERBEYİ

Kandilli'li iki arkadaşımla birlikte, geçtiğimiz salı günü Beylerbeyi gezisi yaptık...Ne güzel bir yer-dir bu semt..Emel'in dediğine göre, "Çengelköy'ün zerzavatı, Beylerbey'in teşrifatı, Kuzguncuk'un haşaratı.."..çok meşhurmuş....Süheyl Hocamız anlatırdı:....Yandan çarklı o eski Şirket-i Hayriye vapurları, Beylerbeyine yanaştı mı, bir türlü ayrılmak bilmezmiş iskelesinden...Neden? Oranın sakinleri, vapura binerken, brbirlerine yol verirlermiş, siz önden buyrun, yok siz önden buyrun diye....Kibar ve centilmen insanlarmış hepsi çünkü...Şimdiki İstanbul ahalisi gibi, bir araca biner- ken, sıra kapmak telaşında değillermiş ...Zaten, bu sırf "telaş" tan kaynaklanmıyor...Sadece gör gü meselesi....Şehir adab-ı muaşeretinden, kim haberdar şimdilerde? Çok az...İstanbul artık büyük bir köydür bence...Gelenleri eğiteceğimize, biz onlara benzemeye başladık..O da ayrı bir konu..Neyse... Polisevi'nin restoran kısmı var...Hep bilirim de, gitmek kısmet olmamıştı..Bu defa bunu gerçekleş tirip, yemek yiyebildik..Yanında da güzel bir şarap...Hoş saatler geçirdik..Anılarımızı tazeledik.. Henüz, Bodrum'lardan dönmeyen arkadaşlarımızın kulaklarını çınlattık..Bu gezileri daha sıkça yapmaya, birgün de sevgili okulumuzun içindeki Borsa Lokantasına gitmeye karar verdik..Tabii bol bol fotoğraf da çektik.. Gidip gelirken bindiğimiz otobüs, öyle yerlerden geçti ki, şaşırmadım desem yalan olur...Tepeler evlerle dolmuş ve biz bunları yeni görüyoruz..İstanbul'un bu kadar genişlemiş oluşuna sevinelim mi, üzülelim mi, bilemedim..Hoş, her ikisi de kimin umurunda...Üzülmek, aslında akla daha yakın ama, bu da, hukuktaki her doktrin gibi, tartışmalı bir konu tabii ... Beylerbeyi'ne gidip de Yahya Kemal'in İstanbul'a dair şiirlerini anımsamamak olası mı? Yazalım.. Aziz İstanbul Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul, / Görmedim gezmediğim sevmediğim hiçbir yer, / Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul, / Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.... Bir de Hayyam'dan gelsin.. Her sabah yeni bir gün doğarken, / Bir gün de eksilir ömürden, / Her şafak, bir hırsız gibidir, / Elinde bir fenerle gelen... Ömrünüz uzuuun olsun canlarım...

4 Ekim 2009 Pazar

ESKİŞEHİR

Bilmiyorum ama herhalde duyan çoktur Eskişehir'i...Bu kentin, nasıl şekil, görüntü, ruh değiştir- diğini...Henüz görmedim..Ama çok dinledim..Gidenler anlattı..Hele sevgili Zeynep..avukat arkada şım...Onlar trenle gitmişlerdi geçen yıl..Kısmet olursa, ben de 10 ekim cumartesi, otobüsle gide- ceğim..Bir turla...Ve Hülya arkadaşımla... Seyahatlerde, insanın kafa dengi arkadaşla gezmesi iyi hoş da, bir de o zamana kadar çok iyi ta- nıdığını sandığın bir arkadaş, yola çıkınca, sanki huy değiştiriyor, bambaşka bir insan oluyor.. Atasözleri boşa denmemiş zamanında..Bir insanı iyi tanımak istiyorsan yolculuk yap onunla diye.. Başıma geldi benim..Son verdim arkadaşlığa o kişiyle..Hülya da böyle çıkar mı? demiyorum...Kas tım o değil..Allah korusun...İyi geçecek, şüphem yok bu konuda zaten.. Hülya arkadaşımı testler den geçirmişim ben..Dert değil..Eskişehir'i anlatmayı da dönüşe bırakıyorum....O kenti, gece ka- ranlığındaki müthiş soğuklarıyla anımsarım hep...Kafamdaki görüntü, bu sefer değişecek sanıyo rum...Soğuk aynı soğuktur ama şehir, içine adım attığınız ilk anda sizi sarıp sarmalıyorsa, orayı seversiniz ...Bu garip birşey..bir duygu..Bazı şehirler vardır ki, ısınamazsınız bir türlü..Neyi size antipatik gelmiştir, bilemezsiniz...Çünkü onlar da canlıdırlar bence..Yaşarlar.. Soluk alıp verirler..Terlerler, üşürler...Bunalırlar..Sevinç duyarlar...Zaman gelir ağlarlar...Aynı insanlar gibi...Bir de en önemlisi, başındaki kişi tabii....O kişi, o kenti severek ele alıyorsa, güller açar sanki...Yok, bir iş gibi kabul ediyorsa, yandı o kent..Bir türlü coşmaz, coşturmaz..Yılmaz Bey, Eskişehir'i seviyor....Bu denli güzelleşmesi ondan...Ne mutlu Eskişehir'e ve orada yaşayanla ra...

Menekşelendi Sular

Güzel bir ekim sabahında, güne henüz yeni başlamışken, bu kadar güzel bir şarkı dinlemek, insanı nasıl mutlu ediyor, anlatamam.... "Yaşamdan Dakikalar" da bu sabah,( birkaç gün öncesinden de haberim olan sanatçı) Sema, Menekşelendi Sular şarkısını söyledi...Güzeldi tek kelimeyle..Değişik..Bu şarkıyı başkalarından da çok dinledim..Bu başka bir tat..Hoş..."..Dikensiz güüülll ol-maz-mışşş.." Hatırladınız mı?.. Şarkıdan epey sonra, Haşmet'e takıldı arkadaşları..Geçtiğimiz hafta ne yaptın? diye..O da, gidip gelmekten, İstanbul'da sergi-konser gerçekleştiremediğini söyledi...Ve şarkıda dile getirilen bu menekşelenme durumuna Caddebostan sahilinde nasıl tanık olduğunu anlattı....Bir anda "ahh" dedim..Bu Haşmet benden çok yaşayacak kesin...Eylül sonu günlerinde, küçük kızımla Gizli Bahçe dönüşü sahil yolundan gelirken Bostancıya doğru..Aman Allahım..O ne güzellikti denizdeki. Adaların ötesi...Gök pespembe....Bebek pembesi....Deniz, nasıl bir mavi..Paletlerde yok...Bebek mavisi...Ve ikisinin tam birleştiği çizgi, menekşe rengi....Flu bir renk cümbüşü...Yolun kenarında durup uzun uzun seyre dalmak isteyeceğiniz bir görüntü..Ömre bedel bir durumdu..Haşmet haklı yani... Bunlar kadar güzel sohbet eden başka bir grup yok mu? Vardı diyeceğim..Daha genç 3 kişi idiler...Onlar da şiirden, şarkıdan, güzel şeylerden bahsediyorlardı..Ama şimdi yoklar...Ne kadar yazık oldu..."Meksika Sınırı" yok artık..İsmail Kılıçarslan'ın yerine gelen kişiye tahammül bile edemedim bu hafta ve kapadım..Bitti benim için bu program.. Sema, programda güzel bir tango da söyledi.."Mazi kalbimde yaradır"....Şarkı güzeldi ama di- leğim, yaraların az olması...İyi pazarlar herkese..

30 Eylül 2009 Çarşamba

EYLÜL SONU

Eylül sonu bir gün....Sıcak ama yaz sıcağı gibi değil..Sıcakta bile eylül hüznü var sanki...Nedense bu ve takip eden 2 ay, bir ömrün bitişi gibi...aralıkta tekrar bir canlanma..çünkü yeni yıl coşkusu başlıyor...her yeni yıl, yeni bir başlangıçtır benim için...artan yaşları hiç düşünmem...di...galiba artık düşünme zamanları geliyor veya geldi...hangisi bilmem... SHELLEY diye biri demiş ki: "Önce kayiflerimiz ölür.....Sonra umutlarımız....Sonra korkularımız.....Ve bunlar ölünce de, biz ölürüz"....Bu bir kıstassa eğer, ölmeye daha var...Çünkü, korkularım hiç ölmüyor...Hep var..Ama değilse, o zaman da endişe etmek yersiz demektir...Kim bilebilir ki...Tagore'un dediği gibi, " Gölge de durarak ışığı tutanlar" dan olmaya devam etmem gerek..Bu nedenle hayat da devam ediyor zaten...Öyleyse, dışarı çıkıp iki doğum günü hediyesi almalı...Ayşe'ye, yani Alp'in annesine..Ve Özen'e....ne alacağımı bir bilsem...onlara almaya çıkıp kendime de alabilirim birşey..Böyle de acaip bir huy var bende ..Neyse..Şaşkın'a gideyim en iyisi..By..

27 Eylül 2009 Pazar

Çaydanlık

Sabah 7.30 da, yatak odamın penceresinin altında, bir kadın sesi...biraz cıyak.."Buraya da girebi- lirsiniz" diyor...Uyandım tabii hemen ve yeniden uyumak imkansız....Oysa ki bu sabah 9 a kadar uyumak istiyordum..Sonrasında keyif yapacaktım "Yaşamdan Dakikalar" la.. Olmadı...Güne er kenden başlamış oldum..Kapının önünde, koca bir tır gibi uzanmış nakliye kamyonu görmek, ayıl mama yetti yani..Eh dedim, kalk Gönül..Şu çaydanlığı yıkamakla işe başla....Ne bu çaydanlık konusu? Anlatayım.. Küçük kızım çaysız duramaz...Onun için bir seramonidir çay demlemek, içmek...Budapeşteye götürülmesi gereken en önemli nesne de , tabii ki çaydanlık oldu bu nedenle..Yenisini almaktan sa,hergün kullandığımız küçük çaydanlığı götürmesini istedim ve çaydanlık gitti....E tabii bana da lazım..Diğer buyük çaydanlığı kullanmak gereksiz olurdu..Bostancı'ya inip aldım bir tane..Eve gelince hemen üstünü yıkadım, altına da su doldurup kaynatayım dedi birkaç kere..Ama daha ilk seferinde, mutfaktan çatır-çutur sesler gelmeye başladı..Taştı mı acaba diye koştum mutfağa.. Bir de koku, yanık gibi..Hayır, taşma yok...Dikkatle bakınca gördüm ki, çaydanlığın dibi, ana gövdeden ayrılmak üzere...Sapından tuttum, nerdeyse ayrılacak..Hemen kapadım ocağı..Telefon ettim aldığım mağazaya...Hata var demek ki, getirin dediler...Dün sabah ilk işim geri götürmek oldu...Yenisini seçin, alın demelerine rağmen cesaret edemedim tekrar almaya..Parasını verin dedim, aldım..Öbürleri de belki öyle hatalı olabilir fikri ağır bastı kafamda...Ama kaldım açıkta.. Bir başka dükkana gitmeye de zaman yoktu ve ben gittim Gizli Bahçe'ye...Alp'in mevlidine.. Orada otururken, büyük kızım aradı ..."M&S'dayız...Hediye veriyorlar..Ne istersin?" Bir yığın şey saydı..A, çaydanlık da var listede..O olsun dedim...Kayınvalidesi de elektrik süpürgesi istedi....1-2 saat sonra hediyelerimize kavuştuk..Geldim eve akşam....Çaydanlık, elektrikli çık tı...Olsun dedim, bu da bulunsun..Çeşit olur ve ilk çayımı yapıp içtim....İçerken de Haşmet'i okudum....Bugün bir yerde demiş ki, tam çello dinleme zamanıdır..Elhak doğru...Tesadüfe ba kın ki, küçük kızım Gizli Bahçeye beni arabayla götürüp getirirken, sahil yolu boyunca dinleyip mest olduğum ve artık bilgisayara yükleyip heran dinleme fırsatına kavuştuğum, sevgili "SCHUBERT'in Variatonları " fonda değil mi?....Off, ne zevk.....Bu durum şimdi saat 12-13 e kadar devam eder bende..Çünkü birazdan başlayacak bu sezonun ilk Yaşamdan Dakikaları... Onları özlememek olası mı? ....Hayatımızdan eksik kalmamaları dileğiyle...

25 Eylül 2009 Cuma

MEKSİKA SINIRI

Evet, nihayet bu gece program başlıyor...Kanal değişmiş, bir de İsmail Küçükarslan gitmiş..Ço- cukların üçünü de çok seviyordum..İyi geçiniyor görünüyorlardı..Ama, her iş yerinde olduğu gibi geçimsizlik burda da varmış demek ki, İsmail yok artık..Yazık..Asimetrik diş yapısıyla değişik ve hoş bir görünümü vardı, ekrana yakışan bir tipti..Ağzı güzel laf yapıyordu..Akıllı, sevimli, kül- türlü bir kardeşimizdi..Mütevazı yapısıyla tanımıştık onu...Tarık da iyi, hoş çocuk ama anlaşama yıp ayrılmaları, sanki bizlere verilen bir ceza gibi geldi bana...Yani, bizim ne suçumuz var ki...Bu zevkten bizi mahrum etmek, haksızlık olmuyor mu?...İsmail ve Tufan..İkinize birden söylüyorum..Maddi çıkarları bırakın, maneviyata bakın kardeşlerim...Biz sizleri böyle tanıdık çünkü....Ayrılık tehlikelidir...Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak da var yani...İyi düşünün ve döndürün İsmail'i programa...