31 Mart 2010 Çarşamba
SAMATYA
İlkokula başladığım semt....Henüz 6 yaşını bitirmeden girdiğim Samatya İlkokulu...Adı böyle miydi, onu bile anımsayamıyo -
rum....3 katlı, yarı ahşap bir evdi oturduğumuz yer..O eve dair çok anım yok...Ancak, benim için önemli sayılanlar hariç tabii...
Mutlu bir 6-7 yaş diye düşünüyorum...Kapının önünde, merdiven taşına örtüler serip evcilik oynadığımız, çamurdan köfteler yapıp, gazoz kapaklarını tabak diye dizdiğimiz yıllar...Yılların hiç geçmeyeceğini sandığımız yaşlar....Sanki hep çocuk kalacağız
diye düşündüğümüz zamanlar...30 lu yaşlarındaki anne-babalarımız, ne kadar da yaşlıdırlar...Hele anneanne ve dedelerimiz...
Öfff, çok ihtiyarlar....Onların da bir zamanlar çocuk ve genç olduğunu hiç aklımıza getirmediğimiz o yaşlar işte....O yaşlarda ben, Samatya'dayım...Kısa bir süre oturduk o semtte...Ama caddelerini, o ünlü merdivenini, Langa'dan gelip Yedikule'ye doğru
giden tramvayları, köşedeki 10-15 basamakla çıkılan Karakolu....Merdivenden çıkıp Aksaray tarafına dönünce, hemen oradaki
Hayat Ablanın evini....( Şimdi Şaşkınbakkal'da, bize yakın oturuyor)...Bunları çok iyi hatırlıyorum...Başka şeyler de var tabii
ufak ufak...Tüm bunları yeniden yaşayabilmek için, hayattaki tek akrabam olan Teyzem'le, uzun zamandır Samatya'ya gitmek
istiyorduk...Onun derdi başka...O, flört bile etmeden nişanlandığı ve ömür boyu mutlu- mesut yaşadığı sevgili eşiyle gezdiği
Narlıkapı sahilini görmek istiyor.....Nişanlıyken, beni de yanlarına katarlardı, yalnız göndermemek için...6 yaşındayım...Enişte-
mi çok severdim...Harbiye öğrencisi o zamanlar...Çok yakışıklı....Yeşil gözlü, 1.80 boyunda, kumral bir adam...Birbirlerine görür
görmez aşık olmuş 2 genç....Teyzem de, yakan güzellerden...Ben de yanlarında çömez...Elhak eniştem çok iyi bir insan..Ölünce-
ye kadar, bütün aileye saygı ve sevgiyle yaklaşmıştır ve bizleri hep çok sevmiştir...Biz de onu tabii..İşte bu Teyzem, Samatya'yı görmek ister tekrar...Kimbilir ne anıları var oraya dair....Bu sabah....Greek music'in face'e koyduğu o güzel şarkıları dinlerken, bir yandan da alttaki yorumları okuyorum....Adminlerden Reha Bey, 5-6 gün izin istiyor...Neden diye soranlara da cevap veri-
yor.."4 Nisan Paskalya Bayramı..Bu yıl, ermeniler ve rumlar paskalyayı aynı tarihte kutlayacaklar..Ben de biliyorsunuz çörek-
çiyim....Samatya Şan Pastanesinde çörek yapıp satışa sunacağım"....Ehh, şimdi....Artık Samatya'ya gitme vakti gelmiş midir,
gelmemiş midir?....Bazı şeyler oluyor ki, kendiliğinden devamı geliveriyor...Bu da öyle birşey....Ben, bu pazar Samatya'dayım arkadaşlar.....Gelmek isteyen varsa, takılsın bana.....Yayan veya arabayla...Hiç farketmez...Sokaklarında dolaşacağım....Çok
geniş bir caddesi vardı yukardan aşağı inen...Dedem elimden tutar kendi evlerinden, bize getirirdi beni....İyi hatırlayamadığım
uzuuuuuun bir duvar var gözümün önünde, kaldırım buyunca sürüp giden....Onu bulacağım...Duruyorsa tabii...Fotoğraflar
çekeceğim..Sonra da bunları face'te yayınlayacağım......Görüşmek üzere.....Bir not: Bu gece Zarifi'deyiz...
26 Mart 2010 Cuma
KARA CUMA
Saat 17 gibi, Kadıköy çarşı içindeki Çiya'dayım...Nefis yemekler...İyi bir servis..Keyfim yerinde olmalı...ama herşey göründüğü gibi olmuyor ne yazık ki....Berbat bir durumdayım...En fena günlerimden biri diyebilirim...Sabahın 11 inde, Kozyatağı'ndaki Acıbadem Hastanesinde, ne doktoru olduğunu söylemiyeceğim bir bayana muayene olduktan sonra, yine hayatımı karartan bir günü yaşamaya başladım...Bir de ciltçi görsün dedi...." Parça alabilir, ağrılı bir işlem olduğu için genel anestezi uygulanır....O sırada ben de bir parça alırım ...2 işlem bi arada çıkar.." dedi....Aman yarabbi...Neler duyuyorum ben dedim içimden...Elime, ya-
pılacak işlemler yazılı bir kağıt verdi..."1.kata in..Laboratuara git..Kan alsınlar...Mr katına in sonra...Gün al mr için...Ciltçiye de gir bugün..."...Serseme döndüm tabii bunları duyunca...İndim katları robot gibi....Kan verdim..Mr katına gittim, pazartesiye
randevu aldım....6 saat önceden aç olmalıymışım...Sonra aptallaşmış bir halde caddeye çıktım...Gözlerimde yaşlar...Köşedeki
simitçi ağladığımı gördü diye yürüyüp öbür tarafa geçtim...Kızımı bekliyorum..Gelip beni alacak, Kadıköy'e ineceğiz...Hayat devam ediyor çünkü....Ajansa gidip, bakıcı adaylarıyla görüşeceğiz...Kaldırımda binbir karışık duygular içinde beklerken.....Aklı
ma Barış Bey geliyor....3 yıl önce zonamı iyileştiren, 23-24 yıl önce de annemi, 1 yıl çektiği yaradan kurtaran doktor...Ona güve
niyorum....Öyleyse niçin ilk önce ona gitmiyorum dedim...Telefonuma bakıyorum..Numarası var..Hemen, hiç düşünmeden bası
yorum, açılıyor..." Bugün beni görmeniz lazım" diyorum..."Trafikteyim...Muayenehaneyi arayın " diyor...Numara yok diyorum..
Söylüyor...Bu defa sekreteri çıkıyor karşıma..." Veremem bugüne" diyor...."Olmaz...Konuştum kendisiyle..Gel dedi" deyip yalan
söylüyorum...3 te gelin diyor bayan...O saate kadar, ajansta 5 adayla görüşüyoruz ve sonuç alamadan, Moda'ya doğru yürüyüp
Barış Beye gidiyoruz....Uzun uzun bekliyoruz....Korkudan midem bulanmaya başlıyor....Nerdeyse panik atak halindeyim..
Sıkıntıdan ölmek üzereyim....Kızım da sıkılıyor..Çıkıp Mango'ya gidiyor ve geliyor...Neyse, nihayet sıra geliyor....Muayene
sonunda , kanser tehlikesi bulunmadığını, ama yine de inceleme yapacağını, safha safha her analizi, her tahlili isteyeceğini,
bunun ancak mantar veya liken olabileceğini söylüyor.....Biraz rahatlamama rağmen, korkularım gitmiyor...Çıkıp biraz ileri
deki laboratura gidiyoruz....Orada 2 test için parça alınıyor...Acıyor.....Ağlıyorum...Saat 16 olmuş....Reks'in sokağından geçip
Çiya'ya gidiyoruz.....Düşünmeden yemeğe çalışıyorum...Çıktığımızda soğuk hava yüzüme çarpıp ayıltıyor biraz....İski'ye
doğru yürüyoruz uzun uzun...Otoparka ulaşmak zor geliyor....Hava kararmaya başlamış...Tıkalı trafiğe dayanıp adım adım
Yoğurtçu Parkından Stadın önüne, sahil yoluna ve eve....geliyorum...Ardından, binbir pislik varmış gibi üstümde, kendimi arındırma çabalarım başlıyor....Ahh güzel evim....Ne hoş bir limansın şu anda ....Dalgalardan uzak....Bu sükuneti seviyorum...
Gözlerim kapanıyor....Yine de yaşlı....Uyuyorum....
24 Mart 2010 Çarşamba
26 ŞUBAT 1992
Dağlık Karabağ'da Hocalı diye bir yer.....O gün, vahşetin en beteri yaşanmış orada....Sonradan gelip görenlerin tüyleri diken diken olmuş....Ermeniler, içlerindeki intikam duygusunu, hamile kadınların karnını yarmakla gidermişler....Kan gölüne dönmüş heryer....Bunlar, insanlığa sığmayan davranışlar....Bir canlının, bir başka canlıya hunharca saldırması için, nasıl motive edilmesi
gerekiyor, neler yapılıyor, beyinler nasıl yıkanıyor, bilmiyorum ama, Hocalı katliamını yapanları nefretle kınamak normaldir...
Ancak, benim sevgili ermeni komşularım....Pürastan..Nişan....Haçik amca....Madam Dona....böyle şeyler yapamaz.....yapmaz...
Yap diye zorlansalar da yapmazlardı...O zamanki Ermenilere, bu vahşeti yaptıran duygular neydi peki?....Herbirinin içdünya-
sında, ne fırtınalar esiyordu?...Yalnız Ermeniler miydi, tarih içinde, bir başka milletin fertlerini acımasızca öldürmeye koşan?...
Değildi tabii....Bugün gelen bir mailde, Amerikalıların, Kızılderililere uyguladığı imha yöntemleri açıklanıyor örneğin...2.Dünya
savaşında Yahudilerin uğradığı soykırım, zaten bilinen bir konu....İspanya, İngiltere, Fransa, Amerika.....birçok devlet, çeşitli
nedenlerle, ençok da toprak uğruna, bu gibi vahşet dolu geçmişe sahipler....Yani, tencere dibin kara...misali....Hal böyleyken,
bazı devletler, neden acaba, sütten çıkmış ak kaşık sayarak kendini, bir başka devleti suçluyor....veya, dinbirliğine dayanarak
konsensus oluşturup, örneğin bize, neden saldırıyor?....Bir dönüp baksalar kendi tarihlerine, daha beter yaşanmışlıklar bulacak
lar aslında....Ama hayııııırr....Hani trafikte ters yola girip de, karşıdan, doğru yolunda gelen araca küfür edip elkol işareti yapan
şoförler vardır ya....Aynı onlar gibi....Kendi ayıbını görmeyip, görmezden gelip, üste çıkan arsız yüzsüz tipler.....İşte, fertler gibi, devletler de böyle yapıyor.....Ermeniler Hocalı'da bunu yapmışlar....Bir başka zamanda da Osmanlı devletinde bunu yapmışlar....
Biz de boş durmamışızdır herhalde....Ama bunlar, tek taraflı kötülükler değil ki....Herşey karşılıklı...Çünkü her canlı kendini
savunma içgüdüsüne sahiptir...Bu, doğal bir davranış....Tarih içinde bunlar olmuş bitmiş....Artık....Bu yeni zamanlarda...Ne
eskinin hesapları kurcalanmalı, ne de aynı yollara başvurulmalı....Bence doğru olan budur....Tabii kimse benim fikrimi öğrenme derdinde değil.....Değil ama....Nostradamus...uzun yılllar ötesinden, bu durumları görmüş ve yazmış....Dünyanın sonuna doğru
3 din birleşecek.....Savaşların çare olmadığı anlaşılacak...Dünyada tek bir devlet bulunacak, tüm insanları kapsayan....Barış
gelecek....Aklın yolu bir'dir...Nostradamus,doğru yolu göstermiştir ....Uygulaması, büyüklere düşüyor....
20 Mart 2010 Cumartesi
sirtaki
Başbakan, 170 demiş....70 i şu, 100 ü şu....bir hesap kitaptır gidiyor.....O 100 den bahsederken, 70 i üzmeye ne gerek vardı?...Doğru tabii, başka açıdan bakılmazsa....O 70, bizim insanımız....Ben kadar, sen kadar Türk o da....Din ayrı diye, milliyeti gözardı edemeyiz...veya tukaka diyemeyiz....Ben ne kadar hak ve görev sahibiysem, burada yaşayan bir ermeni vatandaş da aynı hak ve görevlere sahip veya sorumlu.....Bu böyleyken, ayırım yapar gibi sözetmek, onları rencide etmek
demek oluyor....Buna kimsenin hakkı yok....Üstelik, asırlardır birarada uyum içinde yaşamışız ermeni ve rumlarla....Bizler
birbirimizi severiz...Tek tek fert olarak ilişkilere bakıldığında, bunun böyle olduğu açıkça görülebilir....Yıllar içersinde, pekçoğunu
hem arkadaşlık, hem komşuluk bağıyla tanıdım ...Ve çok sevdim....Kıyas yapmak istemem ama nice dindaşımdan çok daha nazik ve kibar olduklarını da görmüşümdür...Yani ezcümle.... bizler halimizden hoşnuduz ey büyükler....Ayrımcılık yapıp
huzurumuzu bozmayın....Bunu böyle dedikten sonra, gelelim şu sirtaki konusuna.....Dansı çok sevdiğim , malum bir şey..
Hele ki, dans eden bir erkeği, özellikle erkeği seyretmek...ne yalan söyliyeyim, çok hoşuma gidiyor.....Bu erkek, bir de sirtaki
yapıyorsa, değmeyin gitsin keyfime....Seyrine doyum olmuyor.....Face'te Greek müzik, bize bu zevki her an yaşatıyor...onlara teşekkür etmek gerek....Ama ben, bundan da öte, sirtakiyi kendim yapmak isterdim doğrusu....Ben daha kendi folk danslarımı oynamayı bilmem...ama sirtakiyi çok isterim, çocukluğumdan beri....Pekçok kere, canlı da izledim...ama oynaması ne kadar hoş olurdu, kimbilir.....Nefesim yetmez, o ayrı....Bir daha dünyaya gelirsem, oralarda doğup bebekken başlarım belki....Ancak öylesi
güzel olur....Tıpkı, Brezilya, Cuba veya Meksika çocukları gibi...doğuştan görerek.....Bizdeki Kars-Artvin ve Ege bölgesi oyunları
hariç...diğerleri beni sarmıyor zaten...En iyisi bir Atina turu yapıp, sirtakiye doymak....Her an canlı sirtaki....Öfff...
17 Mart 2010 Çarşamba
ANILAR

Woody Allen, bir filminin sonunda şöyle diyordu: "Herşey, zaman geçtikçe hafızamda silikleşiyor, yok olmaya başlıyor..." Bu
bir gerçek tabii...Herkesin bildiği bir şey....İşte ben de bu gerçekten yola çıkarak, şu blog yazılarına başladım ya...Yitip gitmeden
anılar veya ben....yazmalıyım bunları diyerek....Öyleyse dün geçirdiğimiz güzel günü de kaleme almak gerek.....Ne, "kalem" mi?.
Yazık.....O tüm hayatımızın önemli detaylarından biri kalem.....Yıllarca, çocuk gönlümüzün sevgilisi, kalemler.....Yaşamımızda-
ki yeri, ne de çok olan, renk renk, cins cins kalemler...Artık önemini kaybetmeye başlayan bir nesne.....Bir yerde bir telefon numarası yazacak olsak, hemen cep telefonumuz devreye giriyor...Bir metni yazacak olsak, işte bu alet, elimizin altında...Not-
lar, yapılacaklar da aynı....Yani, kalemin işlevi azalmaya başladı doğrusu....Kendi küçüklüğümü anımsıyorumda, hey gidi eski günler hey....Yeşil-siyah çizgili Faber kurşun kalemler, bizim için, bayağı bir lükstü....Kuruboya kalemleri... hayallerimi süs-
ler, gece rüyalarıma girerdi...Bayram öncesi gecelerde, yeni alınmış ayakkabılarımızı başucumuza koyup uyuduğumuz gibi....
Kalemlerimi de büyük bir düzenle, neredeyse öpe koklaya masama yerleştirdiğimi, alıp çantama koyduğumu hiç unutmuyorum.
Çok değerliydi bizim için, 12 renk kuruboyalar...Hazineydi....Şimdiki durum bir facia....Bolluk içinde yüzüyor çocuklar....Çeşit
çeşit kalemin hiçbir değeri yok gözlerinde....Onlara mutluluk vermiyor bizlere verdiği kadar.....Yokluk vardı ama mutlu olabili-
yorduk 6 renk boya kalemiyle bile.....Neyse....Dönüyorum düne....Dün, Karamancı grubumla, Bostancı'daki Cercis Murat Ko-
nağı denilen yerdeydik....Eski Doktorlar Klubü...İlkokul muzuniyet törenimizi orada yapmıştık..Tabii ki çok değişmiş, güzel-
leşmiş...Yemekler ve servis güzeldi....Mırra acı ama kahveler çok nefisti.....Kahve servisine bakan Mecit delikanlı, öve öve biti-
remedi mırrayı da kahveyi de....Çıkarken, birçoğumuzun elinde yarım kiloluk kahve paketleri vardı....Çünkü, içtiğimiz güzel
kahvenin nefaseti, içine katılmış diğer maddelerden doğuyormuş....İçer içmez demiştim zaten..."Sanki krema var içinde" diye..
Süttozu, vanilya, ceviz yağını saydı ama bize söylemediği başka birşeyler de olabilir doğrusu...O da meslek sırrı tabii.....Gül-
dük, eğlendik.....herzamanki gibi, birbirimizi tanımaya neden olan sevgili çocuklarımızın neler yaptığını anlattık.....Önümüzdeki
günler için planda yaptık.... 31 Mart ve 13 Nisanda buluşup eğlenmek için sözleştik....Özetle, bol kahkahalı güzel bir gündü...
Sizleri seviyorum arkadaşlar.....Hiç eksik kalmayın hayatımdan....
14 Mart 2010 Pazar
ŞARKILAR
Zamanında, adamın biri karısına "boş ol" demiş 3 defa...Boşanmış sayılmış....Ancak, güzel karısını bırakmaya kıyamamış olacak
ki, "hülle" istemiş....Hülle, bir çare..Yani, boşadığı karısıyla evlenebilmek için, yapılması gereken bir yöntem..Bu yönteme göre,
kadın, önce, başka biriyle evlenecek... onunla 1 gün bile evli kalması yeterli....ertesi gün boşanıp, ilk kocasına dönebilecek...
Eh tabii, bunun için de, karısıyla evlenecek, ehl-i namus bir adam bulunmalı ki, o 1 gecede, karısına el bile sürmesin.....Bula bula
Rakım Elkutlu'yu buluyor tanıdık eş-dost...Çünkü, Rakım Bey, kendi halinde, efendi bir insan....Bir beyefendi.....Kadın, Rakım
Beyle evleniyor..ve ertesi gün ayrılıyor.....Hülle gerçekleşiyor.....Herkes mutlu....Ve iki gün sonra, Rakım Beyin en güzel
şarkılarından biri ortaya çıkmış oluyor.....Sözleri şöyle:.." Mümkün mü unutmak güzelim, neydi o akşam......Rüya gibi, hülya
gibi bir şeydi o akşam......İçtik kanarak, bir ezeli meydi o akşam....Rüya gibi, hülya gibi bir şeydi o akşam...."...............İşte, bu
şarkının hikayesi böyle....Sevgili Macide, ( değerli hazine avukatlarımızdan) bu şarkıyı uduyla çaldı, bizler de söyledik.....Bugün...
Günler öncesinden, bugün için sözleşmiştik.....Tıp Bayramını kutlayalım diye değil tabii....Biz hukuçuyuz, tıpla işimiz, ancak
hasta olunca.....Biz, Kandilli günlerimizi anmak, birbirimizi görmek için toplandık .....Günden güne genişleyen bir grubuz artık...
Yavaş yavaş sayımız artıyor....Bir dahaki toplantımıza iki arkadaşımızı daha dahil edebilmek için, telefon trafiği olacağa benzer..
Bugün 5 kişiydik....Macide, Ülker, Emel, Nükhet ve ben....Saatler yetmedi konuşmalarımıza diyebilirim.....Akşama doğru, sohbet koyulaşınca, Macide, udunu getirdi....ve başladık en güzel şarkıları söylemeye.....Bakın bakın... *Sevmekten kim usanır..........
*Ömrümüzün son demi, sonbaharıdır artık...........*Belki bir sabah geleceksin, lakin vakit geçmiş olacak...........*Bu ne sevgi ahh,bu ne ızdırap.....zavallı kalbim ne kadar harab...Nasibim olsun bir yudum şarab..Sun da içeyim yarin elinden....................
*Bir kerre bakanlar, unutur derdi günahı.....Görmem gözünün nuruna daldıkça sabahı.....Ben hiç bu kadar sevmedim, ömrümce
siyahı.......Görmem gözünün nuruna daldıkça sabahı....Sonuncusu da nefis bir segah.....*Gece sessiz ve karanlık, yine herşey
uyumuş.....Bilirim susmayacak kalbi viranımdaki kuş.....O yeşil bahçelerin gülleri solmuş kurumuş.....Bilirim susmayacak kalbi viranımda ki kuş.......Makamların hepsi birbirinden güzel.....İnsan, hangisinin daha güzel olduğuna bir türlü karar veremiyor.....Biz doymadık bu şarkılara ve dedik ki......Sahil yolunda, Maltepeye doğru giderken, Zeki Çetin'in bir yeri varmış....Gökhan Sezen'le birlikte
yanılmıyorsam, çarşamba ve cuma geceleri fasıl masıl yapıyorlarmış....Hıncal'ım da yazmıştı.....Geniş bir grup halinde oraya
gidelim ....Bu işi düzenleme görevi de benim tabii......Uzun bir masa ayırtacağım ve o gece, söylenecek şarkıları hep birlikte söy
leyeceğiz.....Önceki yıl ,Cankurtaran'da geçirdiğimiz gece gibi olacak bu da.....Macide'nin, 5 Nisan'daki CKM'de gerçekleşecek
Baro konserine kadar bunu yapacağız.....İyi akşamlar herkese......
7 Mart 2010 Pazar
GÜMÜŞLÜK
Gece...saat epey ilerlemiş....başucumdaki telli pencere açık...hafif bir rüzgar, yalayıp geçiyor saçlarımı....tepedeki lambanın sıcaklığını hissediyorum yine de...çünkü henüz söndürülmemiş...herkes yatmadığı için...arkamı dönmüş uyuyorum ama kulağıma birden konuşma sesleri gelince...."Macide, kapat şu lambayı" dediğimi hatırlıyorum... Ortalık birden karanlık oluveriyor...Yatıyorlar...Ülkerle Macide...ne zamandır fısır fısır konuşmaktaydılar oysa........
.Bu anı, nerden geldi aklıma.....Bir arkadaşa anlattım biraz önce...Ekran koruyucu olarak, yazın çektiğim
bir fotoğrafı koydum bilgisayarıma, dedim...Hep karşımda...pırıl pırıl bir su.....Suyun içinde çakıl taşları tek tek görünüyor...
Sol tarafta, kıyı kahveleri....restoranlar....tam karşıda Tavşan Adası....Harika bir görüntüye bakıyorum her zaman...Haziranın
o sıcak günlerini anımsıyorum...İçim mutlulukla doluyor....Bunları böyle düşünürken, birden anladım ki, benim seyahat zama-nım gelmiş yine...Oysa ki yaza daha 3-4 ay var....Üstelik bu yaz, önemli bir nedenle tatile gitmek hayal gibi görünüyor....
Yine de ben ümidimi kaybetmiyorum..1 hafta, hiç olmazsa 1 hafta...belki kaçabilirim, kızımla birlikte....Bozcaada'ya...Gitmez-
sem, görmezsem adayı.....O rüzgarı, iliklerime kadar hissetmezsem.....Nasıl geçer kış?..... Aklımda Gümüşlük olmasına rağmen..
Ada'sız yapamam ben....O küçücük, dünya güzeli belde, Gümüşlük....Unutulacak gibi değil....Ne mutlu insanlardır kimbilir
orada yaşayannlar....Düşünüyorum da, o kıyıda...derme çatma bir evde....bir keten bermuda ve yırtık pırtık bir tişortla, yazı ge-
çirip kışa girer....herkes gidince de ıssızlığın içinde, hiç sıkılmadan yaşayabilirim....Hep orada yaşayabilirim...Bir tv ve bilgisaya-rım olsun, bana yeter.....Şehre kim gitmek isterki?...Aklıma bile gelmez....Öööööyle boş boş yaşarım....Okurum, yazarım....Bu kadar.....Keşke eski yıllarda, aykırı bir yazar olup yaşarken, beni de Gümüşlük'e veya Bozcaada'ya sürselerdi....Yazdıklarımdan
dolayı...Ben zaten tanıyorum kendimi....Şu annemin babamın baskıları olmasaydı, sürülecek bir hayatı yaşamış olurdum,
biliyorum....Kesin....Belki İsveç'e filan da kaçmış olurdum.....Nerden bilebilirdim böyle düzgün bir hayat yaşayıp, sıkıntıdan
patlayan bir ağaç gibi.....köhneyip gideceğimi....Ahhh Gümüşlük...Neler hatırlattın bana durduk yerde....Girme aklıma.....Git..
Git ki rutine döneyim ben de....
EYVAH EYVAH
Dün gece, Beyaz'ın programındaki Ata, bir harikaydı....Demet Akbağ da öyle...O yüzden bugün, onların filmine gitmek farz ol-
du doğrusu...Neden bugün?..Çünkü, yarınki pazar günü, Budapeşte yolcusu, öğle uçağıyla dönüyor....İzleme fırsatını kaçırma-
mak için, bugün gitmeliydik..Gündüz, veda ziyaretinden eve dönüş geç olduğu için, akşam 20.30 seansına Suadiye Mowieplex'e
gittik....Hava müthiş soğuktu....Adeta titredik....Salon, minnacık....ve ful dolu....herkes, ellerine mısırlarını almış, gülmeye hazır...
Daha başlar başlamaz, kahkahalar da başladı....Ata zaten hiçbir şey yapmadan, sırf bakışıyla güldürebilen bir insan...Eh bir de konuşunca....Makaraları koyuverdi herkes....Gözlerimizden yaşlar gelinceye kadar..... hoş bir filmmiş doğrusu...Sevdik....Gider
ayak, doping oldu bu film.....Arada, kızım büfeye gidip, frigo da aldı.....Frigo, onun için bile, nostaljik bir nesneye dönüşmüş...Öyle dedi....Oysa ki, bu konuda asıl nostalji yaşayan ben oldum....Küçükken veya gençliğimizde, her sinemaya gidişte, frigo yemeden çıkılır mıydı?..Tabii ki hayır...Bazen sıcaktan erirdi...çukulatası akardı...Yalaya yalaya bitirdiğimiz olurdu....Çocukluk işte.....Eve döndükten sonra, günlerdir yoğun uğraşlarım arasında bittiğini farkedemediğim Glucophage'ı
almak için, cepten, nöbetçi eczaneyi öğrendik ve yine çıktık... Gece soğuğu, titretti adeta....Sıcacık eve dönmenin güzelliği,
beni mutlu etmeye yetti.....................................Gece başladığım şu yazıyı bitirememiştim, sabah erkenden noktayı koymak
gerekti....Kızım, birazdan bavul hazırlamaya başlar.....Yola çıkanlara daima özenmişimdir....Şimdi de ona özeniyorum işte...
Bugün pazar...Hıncal'ım var....Size veda......
6 Mart 2010 Cumartesi
DİL
NewYork'ta, Brooklyn köprüsü üzerinde bir dilenci..Gözleri görmüyor..Oturmuş, gelen geçen para atıyor kutusuna....Göğsünde de bir yazı asılı..." Ben körüm, yardım edin.."..Birgün bir adam yaklaşıyor yanına, soruyor.."Ne kadar kazanıyorsun günde?.."
O da diyor ki: " 8-10 dolar"..."Ben şu boynundaki kartın arkasına başka birşey yazacağım ve 3 gün sonra geleceğim tekrar.." diyor..karta bir şeyler yazıyor... 3 gün sonra gelip duruma bakıyor yeniden..Dilenci çok memnun...." Kazancım arttı..Ne yazdın
karta, çok merak ediyorum.."diye soruyor.. Adam cevap veriyor: " Bahar geliyor, ama ben çiçeklerin açtığını yine göremeyece-
ğim..."....İşte dil'in önemi.....Herhangibir konu, öyle de anlatılabilir, böyle de...Önemli olan, en etkin ve en güzel şekilde sunabil-
mektir onu....Yoksa herkes konuşuyor...Şu okuduğum kitap örneğin..."Floransa Büyücüsü" ...Bitmedi, kolay da bitmeyecek...
Gülü koklar gibi, kokusunu içime çeker gibi okumaktayım çünkü...Bu adam gerçekten bir büyücü....Kelimelerle öyle güzel oynuyor ki, onları öyle güzel biraraya getiriyor ki, anlatılmaz....Zekasının pırıltılarını, heran görebiliyorum sayfalarda....İnsan
kendini, bir doğu ülkesinde, güllerle dolu bahçesi olan bir sarayda hissedebiliyor....Havuzlu salonunda, buhurdanlar arasında,
kabarık minderlere uzanmış, rakkaseleri seyrederken görebiliyor...O aleme götürüyor sizi...Evet, Salman Rüşdi, acaip bir adam...Bunca güzelliği ortaya koyabilen bir insan, nasıl bir akıla ve hafızaya sahiptir acaba?...Yıllar içinde, ne denli okumuş, biriktirmiş, bunları harmanlamış, gönlünde demlemiş....Ve sonra, kıvrak diliyle, olayları birbiri içinden geçirip yazabilmiş...
Bunun ilahi bir yetenek olduğundan şüphe yok....Birçok dili öğrenip konuşabilmek mi, yoksa sadece bir dilde böylesine mahir, böylesine usta olmak mı daha çok tercih edilir?...Bilemiyorum...Ama ne olursa olsun, insanın, kendi dilinde çok iyi okur ve çok
iyi yazar olabilmesi, her kula nasip olmayan bir ayrıcalıktır yine de...Nazım örneğin..Ne demiş: " Dört nala gelip uzak asyadan,
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan..." Burda, Türkiye haritasını ne kadar değişik ve çarpıcı bir biçimde anlatıyor...İnanılmaz
bir gözlem....ve bu gözlemi, herkesten farklı biçimde ortaya koyabilmek... Yazarlık da, şairlik de bence Allah'ın bir lütfu.....Ne
mutlu o kişilere....
5 Mart 2010 Cuma
Florence Nightingale Günlerim
Hastane gidiş-gelişlerimden dolayı günlerdir girmedim buraya....Çarşamba günü, altın eller sahibi Azmi Hoca, yakınım olan kişinin ameliyatını gerçekleştirdi nihayet..Uzun bir süreçti o günkü...Sabah 10 da alındı hastamız, 16 da odaya döndü....Mikro cerrahi değildi bu seferki yöntem....Bayağı kestiler, biçtiler....Ama o kadar ileri bir sistem kurulmuş ve hasta rahatı için herşey
o kadar güzel ayarlanmıştı ki, insanın ameliyat korkusu filan geri gidiyordu duruma bakınca...Bu beni çok ilgilendiriyor...Ufuk
ta öyle bir ihtimal, kendim için de gördüğümden, her ayrıntıya dikkat ettim tabii....Temmuzda gittiğim Makula Jenerasyonu bu hastanede olduğu için, hazır gitmişken kendim için de ravdevu aldım bugüne.....Sabah erkenden oradaydım...O üç işlem yine
yapıldı...3 odada 3 ayrı alet....Çeşitli testler.....ve sonunda göz anjiyosu....12 de yapıldı anjiyo , vücuduma verilen boyadan dolayı hala sarı renkteyim...saat 19....bol su iç dediler ki, çıksın...Ama bunu söyleyen Dr.Halil Bahçecioğlu değil...Böyle detaylar, onu
hiç ilgilendirmiyor....Anahatları konuşuyor ve çekip gidiyor..Şimşek gibi bir adam...Şimdi var, biraz sonra yok...Sorularınızı önce
den tesbit etmelisiniz ki henüz odadan kaçıp gitmeden, merak ettiklerinizi öğrenebilesiniz...Evet, dakikaları kıymetli, anlıyoruz
ve saygı duyuyoruz..Ama biraz daha ilgi göstermesini bekliyor hasta ruhu....Her işim bitse de, golfüme, squash'ıma çabucak gitsem dememeli doktorlar...Sarı nokta ilerlememiş ama kataraktın ameliyat zamanı gelmiş, dedi...Bu kadar....Çaresini bul kendi kendine demek istiyor....Bu beni ilgilendirmez demek istiyor.....Ama orası özel bir hastane....Devlet Hastanesi değil ki...Bu nedenle, biraz daha ilgi bekleyerek gidiyorsunuz zaten ve zınk diye bırakıyor sizi Halil Bey..Şok....Gözleriniz zaten hiçbir yere bakamıyor, açamıyorsunuz yürürken ....Kapalı olduğu halde aydınlık sizi allak bullak etmeye yetiyor...Ve bu saatlerce sürüyor...
Ağlamak geliyor içinizden sonrasında....Özetle, kötü birgün geçirmiş olarak döndüm eve....3 ay sonra gelsin kontrole dedi...
Size söylemiyor direk, yardımcısına söylüyor..Siz duyuyorsunuz....Soğuk bir davranış hastaya gösterdiği...Bu da beni çok
irrite etti doğrusu...Ama elim mahkum....Yine gideceğim zamanı gelince....Herkese sağlık diliyorum bu akşam....
1 Mart 2010 Pazartesi
GÜMÜŞHACIKÖY'lü HAMDİ
N'aptın sen Hamdi ? Hiç oldu mu bu? Hani ne diyordun.."Ölüm değil korkutan, çocukların geleceği.." Asıl şimdi ne olacak?...
Biliyordun bunu değil mi?...Onun için öyle dedin....Büyüklerin, isteklerine kulak verecek mi sanıyordun ?...Betonlarda yattın günlerce....Hiç ilgilendiler mi ?.. Sıcak, lüks yaşamlarından sıyrılıp, "Bunlar ne diyor?.." dediler mi?.....Sizi dinlediler mi?....İstek
lerinize burun kıvırmadan "Hadi bi inceleyelim.." diye yaklaştılar mı?....Bunları yapmaları için, ille de ölmen mi gerekiyordu
Hamdi ?...Ne olacak şimdi?....Hele ki biri engelli, yavrularına kim bakacak?...O arabanın sahibi alkollü kişi mi.....Yoksa, vatandaşlarına hertürlü sosyal hakkı sağlamış ilgililer mi?...Karınlarına, belki akşamdan akşama sıcak bir çorba giren çocuklarının ihtiyaçlarını kim temin edecek?...Haklıydın belki grev yapmakta....Seni ve senin gibileri düşünen yoktu, görüyor-
dun...Yasal hakkını kullanıp greve kalkıştın....Belki başarırız dedin....Kim başarmış ki böyle, sen başaracaktın?....İşte bunu bile-
medin....Küçükken demediler mi sana, "Bir baş ol da ne başı olursan ol..Bari soğan başı ol.."....Bunu yapabilseydin, greve filan
gerek kalmazdı...Böyle betonların üzerinden kalkıp, kara toprağa girmezdin....Garibim Hamdi, toprağın bol olsun...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)