29 Kasım 2009 Pazar

AHMET ÖZHAN

Bugün pazar...sabahın körü denebilecek bir saatte kalktım... Ne kalkıyorsun, yatsana Gönül....pazar pazar....nedeni yok..camı açtım...ooohh, İstanbul'a yağmur yağıyor incecikten...mutluluk diz boyu bende....yağmurdan tabiiki....çıksam sahile doğru, biraz yürüsem dedim..dedim ama vazgeçtim birden...boşver, otur masaya..bi çay yap kendine...gazetelere gömül...nasıl olsa kısa bir süre sonra Yaşamdan Dakikalar başlayacak..dedim kendi kendime....."Netekim" öyle de oldu...gazeteler, çok zaman alıyor..henüz bitmedi okunacaklar, ama program başladı...Hey gidi Ahmet Özhan..Yaşadığım şu ömürde, senin gibisi geldi mi başka acaba?...Nebil, onun hayat hikayesinin kısa filmini yapmış, bebek gibi bir genç adam olarak ortaya çıkmıştı..anımsattı herkese..o tereyağ gibi ses, Allah vergisi...hem yakışıklı, göze hitabediyor, hem de sesi güzel, kulaklara...dördörtlük bi sanatçı... Hayranım ben bu adama...niye daha sık, hatta hergün....bi program olsa ona has..haberler gibi..Ahmet Özhan saatininz başlıyor diye...Ancak doyarım...Doyulmuyor yoksa ona....Orhan Veli'nin İstanbul Türküsü şiirinin şarkısı var hani....orda " Edalım..... Senin yüzünden bu halim..."diyor ya...İşte Ahmet Özhan'ın burayı bi söyleyişi vardı, bittim....Bir de kendinden öyle emin...öyle rahat..özgüveni öyle yüksek bi adam ki, bu halleri kimsede yok başka..Yıllar onu yaşlandırmış, bebeklik hali kalmamış ...ne gam?...bulunduğu yaşı umursamıyor ki!...Tasavvuf, ruhuna iyice yerleşmiş besbelli....Öte dünya, gidilesi bir yer herhal onun için..öyle bir kanı bırakıyor insanda....özgüven, belki de ordan kaynaklanıyor...."Ölüm, âsude bir bahar ülkesidir her rinde" mi diyor acaba?....Keşke kendi anlatabilseydi bunları bana...Sfenks gibi....onunla konuşmak, fanilere nasip olmaz sanırım.....neyse.. program devam ediyor..bakalım daha neler söyleyecek...ağzımıza bir parmak bal çalıp gidecek o sufi....ömrü uzun olsun...

28 Kasım 2009 Cumartesi

SERDAR TURGUT

Bu yazarı tanıyorsunuz tabii...Şimdi Akşam'da.....Benim için Akşam'ı okunur kılan iki yazardan biri o'dur..Diğeri Oray Eğin...... Oray malum...Hiç çekinmeden tüm gerçekleri yazan bir genç...S.Turgut ise, deneyimli, daha olgun, bazı şeyleri aşmış bir adam..Yıllardan beri zevkle okuyorum kendisini...Ayıp konuları bile, çok olağanmış gibi yazabilen, sırası geldiğinde güldüren bir yazar o...Son günlerdeki bunalımını atlatmış olmalı diyorum, ümit ediyorum..Bayağı sıkıcı bir durumdu doğrusu..Belli ki, onu, daha önceden tanımayan bir kişiydi Rojin...Biz okuyucular, o yazıyı, Turgut'un her zamanki esprilerinden biri diye kabul etmiştik oysa ki...Neyse...Akıcı üslup , kıvrak zeka Turgut'a hakim ögeler...Bugünkü yazısı ise, gerçekten en çok beğendiğim yazı oldu...Bizdeki "vatan sevgisi" nin saldırgan bir milliyetçiliğe dönüştüğünü, bu duygunun, hayatın hiçbir güzel yanıyla, yumuşak bir bağ kuramadığını ve dolayısiyle estetizmden uzaklaştığımızı anlatıyor..Öztürkçesi "kaba" bir millet olduğumuzu yineliyor... Aynen, düşündüğüm gibi....Üzüldüğüm gibi...Japonları örnek veriyor ve nefis bir yazıyla, bu milletin, ne kadar estetiğe düşkün olduğunu gösteriyor..Örneğin, Japon evlerinde "loş" luk hakimdir diyor...Batı ülkelerinde, evlerdeki bol ışığın, Japon evlerinde istenmediğini, loşlukta, minimalist döşemenin daha şık durduğunu söylüyor..Tabii bunları kendi söylemiyor, aktarıyor...Esas bu konuda yazan, Junichiro Tanizaki'dir..Onun, yemekleri, evleri, evlerdeki tuvaletleri anlatan yazısından özetler veriyor...Ve diyor ki: "Bütün bunları okurken Tanizaki'nin Japonya'ya aşık olduğunu hissetmemek mümkün değildi..İşte benim anlatmaya çalıştığım, istediğim vatan sevgisi de bu..Derin bir sevgi bu....Kafada soyut bir vatan yok...Türkiye'de de bu sevgiyi yaratmak zorundayız.......Yerine estetize edilmiş bir hayattan duyulan keyfi ve mutluluğu koyamazsak, vatan sevgisi, çekilen acılar ve cefalarla özdeş olursa, bir süre sonra, insanlar vatan sevgisi nosyonunu kaybetmeye başlarlar.......Gerçek vatan sevgisini, ancak estetize edilmiş yaşamlar üzerine kurabiliriz.."....Alıntı yaptım ama iyi anlayabilmek için yazının tamamını okumak gerek.. Çok haklı....Oysa ki biz, her geçen gün bu güzel duyglardan uzaklaşıp, kaba ve hoyrat bir güruh oluyoruz.....Yazık...

27 Kasım 2009 Cuma

Bayram Gelmiş, Neyime!..

Bayramlar, geliiiir ve gider...Beni hiç enterese etmiyor artık...Bugün birçok yazarda okuduğum gibi, güzel bayramlar, anneanne ve dedelerin olduğu bayramlardı...Onlar gitti, bayramlar da bitti....Ben, yalnız kendim böyleyim sanıyordum..Ama bu konuda yalnız olmadığımı görünce, içim rahatladı dığrusu...Normalmişim demek ki...Zaten anormallik, herkesin, bayramlarda bir yerlere kaçıp gitmesiyle başladı, 15 yıl kadar önce...İlk zamanlar tuhafıma gidiyordu niye gidiyorlar diye...Şimdiyse herkese hak veriyorum, seyahata çıktıkları için....Bu bayram yine bir tur vardı ama ben katılmadım...Hata ettim...Keşke gitseymişim...Ne olu yor ki kalıp da...Can sıkıntısı.....Küçükken, sanırım 6 yaşımda iken...Bir bayram, omzuma postacılar gibi çapraz astığım sarı renkli küçük çantam parayla dolmuştu....Ne kadar mutlu olmuşum ki, hiç aklımdan çıkmıyor...Belki sonradan çok daha şişkin cüzdanlarım olmuştur ama o küçük sarı çantamın verdiği zevki vermemiştir...O nedenle, bayramda kapıya gelen her çocuğa, tanımasam da, yüklü bir harçlık verip sevindirmeyi prensip edinmişimdir...Zaten hayatta en güzel şey "insan sevindirmek" kanımca....Bayramlar, belki bu temel anlayıştan yola çıkarak konmuş olamaz mı?....O zaman, "bayram" ı gereksiz görmekle ben hata ediyorum galiba...En azından, çalışanlar biraz dinleniyor..Bu sabah mesaj gönderen bir arkadaşım için, gerçekten sevindim, 3 gün bari dinlenecek diye...Çünkü, işyerinde ne kadar yorulduğunu biliyorum...Demek ki bayramın bir faydası var..İnsanları kaynaştırma, dargınları barıştırma faydaları dışında iyi bir taraf daha bulduk işte...Ama bana bir yararı yok...Bana hergün bayram zaten...Hayat güzel..Hayat yaşanası birşey....Gerisi boş...Herkese iyi bayramlar...

25 Kasım 2009 Çarşamba

GÖRGÜ KURALLARI

Şimdi tutup da size uzun uzun bunları anlatmayacağım...Kastım başka...Bugün, "Yemekteyiz" programını izlerken dikkat ettiğim bir nokta var...Gelen iki erkek konuktan biri, kanapeye oturur oturmaz, bacaklarını öyle bir açtı ki, tam V biçimi...Tabii ki, göz tırmalayıcı bir görüntü bu...Tam bir ayı.....Herkese karşı, utanmadan yayıldı....En nefret etiğim davranış şekillerinden biri , budur..Bir erkeğin, böyle evinde imişçesine yayılması... Bir anda, gözümde değeri düşüverir böyle kişilerin...Hatta, yerin dibine batar, eksiye gider...Öff, iğrenç..Yahu, biraz terbiyeli olun, etraftaki insanları düşünün..Ayıp değil mi? Ne yazık ki, böyle ayılar çok....Birgün, caddeden, evimin yoluna saptım, karşıdan bir erkek geliyor...10 metre öteden farkettim ki, boğazını sesli olarak temizliyor, ağzını doldurdu ve yere tükürecek...Yakınıma geldiği sırada, elimi kaldırdım, duuur dedim...Kalakaldı...Ağzı dolu..Bir şey soramıyor..."Yere tükürülmez....Kimse öğretmedi mi bunu sana...Evinde tükürür müsün yere?.. Sokaklar da evimiz gibi temiz olmalı...Tükürme.." dedim ve yanından geçip gittim..Hiç sesini çıkaramadı...Eminim unutmayacak bunu....Yine tü- kürecek, ama aklına gelecek her seferinde...Bu da bir kazanç benim için....Eskiden, insanlarımız daha bir kibardı...Saygı vardı... Şimdi şu şehrin % 80 i kaba...Kurallardan bihaber....İnsanın suratına karşı öksürür, hapşırır...Otobüse, dolmuşa binerken, sıra kapmak uğruna sizi iter...Kızdığı zaman, hakaret etmekten hiç kaçınmaz...Ağzına geleni söyler, küfür eder....Bir acaip toplum olduk özetle...Bu gidişin sonu da yok gibi....Terbiyesizlik, kabalık almış başını gidiyor...Bi susun, bi sabredin yaa...Yok...Herşeyde onlar haklı...Çivisi çıktı bu dünyanın..Malouf haklı....Yazık bu insanlığa...

24 Kasım 2009 Salı

Gülse Birsel

Bir haftaya yakındır yazmadığımı anladım yine....Günlük olayların yoğunluğuna veriyorum ben bunu....Yoksa aklım fikrim burada...18 kasım çarşamba günü, Coco Chanel'in filmine gittik....Reha Muhtar, geçen gün, filmi anlatan geniş özet bir yazı yazmış...Bakılabilir....Ben beğendim...Kadının azmine, inatçı sessizliğine hayran kaldım...Dün de, Nefes'e girelim diye gittik, ama olmadı..Sabah matinesi yoktu, ilk seans 16 daydı...Boşa dönmemek için "Yedi Kocalı Hürmüz" e girdik...Eğlenceli, bol renkli bir film kısmetmiş, ağlamak yerine...İyi oldu..Nurgül zaten hoş, biliyoruz da, Gülse'ye bayıldım ben bu filmde...Çok başarılı bir kadın....GAG'tan beri takipçisiyim....10 parmağında 10 marifet...Bu işlerin yanısıra mutlu olmasını da dilerim hayatta...Neyse... Bu arada, şu güzel kitap "Pasaklı Tanrıça" bitti.....Arkadaşa verildi..Eldenele dolaşacak besbelli....Okuyacak kişiler de, benim gibi gülecek mi acaba? Bu roman, tez elden filmleşmeli....Bizde olsa Samantha rolünü, rahat Gülse'ye verirdim ben..Elhak... Hakkıyla üstesinden gelir, çok da yakışır...Ama, kim bahçıvan olurdu? Bilmem...........Yeni kitabım, "Kayıp Gül"...Bazen böyle oluyor..Önceliği kapıveriyor bir kitap...Oysa ki, sırada "Floransa Büyücüsü" vardı...Bu kitabı çok merak ediyorum..Nedeni, Salman Rüşdi'den hiçbişey okumamış olmam....Nasıl yazıyor? Önemi burada benim için...Neyse, artık Kayıp Gül^den sonraya kaldı o......Ev aramaktan fırsat bulabilirsem okurum inşallah.."Ne evi? Ev işleri bitmemiş miydi?" dediğinizi duyar gibiyim... Evet...Kızım, yeni taşındığı evi beğenmiyor....Değiştirmek istiyor...Gizli Bahçe'den çıkıp kalabalığa karışmak istiyor....Cadde'nin keşmekeşini özlemiş....Onun için, bugün şu Palladium binasındaki dairelerden birini bari görmeliyiz....Arkadaşım, Kentplus'ta 12.kata taşınmıştı...Kızım da herhalde, en az bir 9 veya 10.kata gidecek diye ödüm kopuyor...Şöyle 3.4.5. katlarda olsa olmuyor mu?...Aşağı bakmak başımı döndürür benim...Gözünü seveyim kendi evimin....2.kat, en güzel kat bence....Bilemedin 3...Fazlası na ne gerek var? Bunu deyince, geçen gün okuduğum bir fıkra aklıma geldi....Temel'in oğlu,okuldan eve gelince, sormuş...."Bu gün nasıldı dersler?" Çocuk cevaplamış: "Öğretmen 2 kere 2 kaç eder dedi..6 dedim...Yanlış dedi"...Temel hemen.."A oğlum.. 2 kere 2 dört eder...Hadi bilemedin 5 olsun..6 eder mi hiç?.." demiş....Benimki de buna benzedi ama gerçek bu..Herkes benim düşüncemde olsa, üst katların tümü boş kalırdı....Hilton gibi enine geniş binalar yapmaya yer mi kaldı ki?...Bu nüfusa, başka çare yok...Haklılar da, bana uymuyor bu tarz....Güzel birgün başlıyor.....Herkese kolay gelsin....

17 Kasım 2009 Salı

Sen hep beni mazideki halimle tanırsın

Başlığı görünce, hemen anımsadınız o şarkıyı...O güzel şarkıyı...Selahattin İnal bestelemiş, Hicaz'dan..Dün akşam, 10 adet Hicaz şarkıyı arkarkaya dinleyince, mest olmuş halde eve döndüm..Gecenin bir vaktinde....Cumartesiden haber vermişti avukat arkadaşım Macide...Hani şu Kandillili...İst.Barosunun Konseri vardı, CKM'de...Eve, akşam karanlığında ve yorgun bir halde dönmüştüm oysa ki..Ama, hem merak ediyordum neler var diye, hem de Macide'cime ayıp olurdu gitmezsem...İyi ki gitmişim.. Oradaki topluluk zaten, içinde olmaktan mutluluk duyduğum bir insan topluluğu...Sanki hepsi arkadaşım, büyüğüm, küçüğüm vs...O nedenle, içimden mırıldanarak eşlik ettiğim şarkıların bitmesini hiç istemedim doğrusu...Macide, aynı zamanda , saz heyetinde..Ud çalıyor..Şu şarkılara bakın..: Bir nigah et ne olur halime ey gonca dehen..... Yıllar ne çabuk geçti o günler arasın- dan.....Terket beni artık yetişir, sende vefa yok.....Gülşen-i hüsnüne kimler varıyor...Böyle işte örnekler...Hepsi birbirinden güzel bu şarkıların..(Değil mi Spartaküs? Bunları da dinleyebilir miyim birgün senden ? Evet dediğini duydum, tamam...) CKM, dün akşam oldukça tenhaydı...Film afişlerine baktım 2.katta...Ve ara verilince, saat henüz 21 di, gidip 2 kişilik bilet aldım "Coco Chanel" e...Yarın film var yani...Çıkarken, cuma için "Nefes"e bilet alacağım...Aslında, gitmişken bir taşla 2-3 kuş vurmak da mümkün..Ama, filmler birbirine karışır, hazım olmaz..Böyle tek tek görmek daha iyi diye düşünüyorum...Bu arada...10 kasımdan beri yazmadığımı farkettim..Ama bu benim ihmalkarlığımdan değildi arkadaşlar...4 günüm, hastalıkla geçti zaten... Tam Beypazarı dönüşü, yatağa çivilenip kalmak fenaydı...Fena ötesi bir şeydi...Neyse, geçti....Domuz gribi olmadığıma, tabii çok şükrediyorum.....Bunların dışında hiçbirşey yok...Haa, bir de Pasaklı Tanrıça var, okuduğum...Çok neşeli bir kitap..Ben, bir kitabı okurken güldüğümü hiç hatırlamıyorum...Bu kitapta ise, gerçekten gülümsemek her an mümkün....Bana birini hatırla- tıyor bu Samantha....Kimi acaba?...Herkese iyi akşamlar..

10 Kasım 2009 Salı

JEST BUDUR İŞTE!...

Yunanlıların, İzmir'deki bozguna karşı harekete geçmesi üzerine, herhangi olumsuz bir durumu engellemek için,Mustafa Kemal, İzmir'den gelecek takviye kuvvetin, Çanakkale Boğazından geçmesini ve Trakya'da kendilerine katılmalarını istiyor.. Oysa ki, Türklerin bu boğazdan geçmesi olanaksız...Orası tarafsız bölge ilan edilmiş çünkü...İngilizler istemiyor geçmelerini.. Ama Mustafa Kemal kararlı..Aldırmıyor...Geçin, diyor...Bu durum, İngiliz Parlementosunda ciddi tartışmalara neden oluyor.. Muhalefet lideri diyor ki: "Bize başarı için söz verdiniz..Hani Anadolu, bizim kontrolumuzda pay edilecekti..Hani İzmir, Yunanlı lara verilecekti..Onca para harcandı..Başbakan bunun hesabını versin..." Başbakan Lloyd George (ki kendisi Yunan hayranı) kalkıp diyor ki: "Arkadaşlar, Asırlar nadir olarak DAHİ yetiştirir..Bu asrın yetiştirdiği büyük dahi MUSTAFA KEMAL benim karşımdaydı...Ona karşı ben ne yapabilirdim ki?.."...ve istifa eder....

10 KASIM

Kötü bir gecenin ardından, erken kalkmış, gazetelere bakarken , bir yandan da gözüm tv'de....Fox tv açık.."Unutmadık,,Unuttur mayacağız"..diyor altyazıda..Tuhafıma gitti...Sanki lütuf yapıyorlar...Bu lafa ne gerek var..."Unutmamak " çok normal...Unutturmamak da öyle... Sözü bile edilmeyecek bir vatandaşlık gereği....Görev demiyorum...Vatan sevgisi gibi bir şey...Çevirdim kanalı,Atv çıktı...Ekran dörde bölünmüş....Tam 9.05....Beşiktaş meydanında arabalar durmuş....İnsanlar, içten gelen bir saygıyla, heykel gibiler...Bir anda gözlerimden yaşlar akıverdi..Bu, "birlik" duygusudur bence... "vatanDAŞ" lık duygusu...Şu büyük harfle yazılandır önemli olan...Karındaş gibi,arkadaş gibi.....Ecnebi birisi o an orada olsa, sadece merakla bakar etrafına...Kalbinden o duygular geçmez...Aynı tarihi paylaşmak, insana aidiyet ve birlik mefhumlarını tam anlamıyla be nimsetiveriyor farkında bile olmadan...Ne güzel....Atatürk'ün, benim milletimin önderi ve kurucusu olması, ne büyük hazine.. Yok onun gibi bir kahraman başka...Yaptıkları olağanüstü çünkü....Hiç yoktan, bir "Cumhuriyet" yaratmak, bir insanın yapa bileceklerinin çok üstünde bir fenomen...Eşsiz birşey....Bu Cumhuriyet, yaşayacaktır ilelebet...

9 Kasım 2009 Pazartesi

YÜCEL ARZEN - DEVRİM GÜRENÇ

Bu iki ismi, sizler duydunuz mu hiç? Ben duymamıştım doğrusu....Ta ki, düne kadar...İstiridye'nin isminin yanında bu isimler çı kınca, merak ettim, araştırdım youtube'tan, herbir şarkılarını dinledim....Veee...tabii bayıldım...Sesler pırıl pırıl...Besteler, alıp götüren cinsten...Daha ne bekler insan?....Beğenmek için bunlar yeter de artar bile...Önermek için de gerekli kriter, bu kadar bence...Uyduruktan değil bu şarkılar..Essahtan oturaklı..Siz de dinleyin lütfen...Beğeneceksiniz....Şu söze bakın örneğin : "..Eski yerini arama kalbimde, Sen,gözümden akan sele karıştın..."...Bu şarkılara filan dalıp, Van 100.Yıl Üniversitesin deki çocukları unuttum sanmayın...Gezimiz sırasında, tur başkanımıza anlattım durumu...Dedi ki bana: "Öyle çok yerden yardım istiyorlar ki, başedemiyoruz..."...Bir-iki kişiye bahsettim ümitle..."Biz zaten çocuk okutuyoruz.." dediler...Özetle, kimse ilgilenmedi....Ama onlar benim hep aklımda....Yakın bi yer olsa, kalkıp gideceğim....2 çocuk tanısam, görevimi yapmış olurum.. Ama çok uzak geliyor bana...Uçağa binemem zaten...Keşke biri ön-ayak olsa da, ben de onlara katılsaydım...Bilemiyorum... Bu arada, bayramda da bir gezi var..ama ben gidemiyorum...Çok isterdim oraları görmeyi..Kaş, Kalkan,Saklıkent, tekne gezisi filan..Bayağı hoş yani..Kim Haşmet'in imkanlarına sahip olabilir ki!..Zeytin hasadına gitmiş, anlata anlata bitiremiyor...Aynı konuyu, bugün Nazlı Ilıcak da anlatmış....Cunda,Ayvalık filan...insanın içi gidiyor...Bereketli hasatlar dileriz zeytincilerimize... Şu anda, Uğur Dündar, Seda Sayan'ı alnından öpüyor....haberlerde...Kıskandım..Böyle bir sebepten dolayı öpülmek çok hoş doğrusu..Yaptırdığı okulu izliyoruz...Şimdi Gabar'da yaptıracakmış...Dünyada, çocuk okutmak kadar güzel bir iyilik olabilir mi? Bravo Seda Sayan'a....Bize de kısmet olsa, ne mutluluk...Gel de şu Van çocuklarına üzülme....İyi akşamlar...Yücel'le Devrim'i dinlemeyi ihmal etmeyin...

8 Kasım 2009 Pazar

Abant'tan Beypazarı'na giderken

6 Kasım cuma sabahı, yine Fenerium'un önünden Kuru Turizm otobüsümüze binip, Abant' gittik..Saat 8 di..sabah..13 sularında
göl kenarındaki mütevazi bir restoranda sucuk-ekmeklerimizi yedik..5 saat sürmüştü yol...nedeni, bol mola tabii ki...iyi oluyor
ama..molaları severim ya...geç kalmak önemli değil benim açımdan....Yolculuğu süsleyen, daha hoş kılan molalardır çünkü...
Yemekten sonra yola çıktık yine..Hedef Mudurnu idi....Yol boyu düşündüm..Şu Abant'a bi daha gelir miyim diye...Gelmem dedim içimden....Bana daral getiren bi yer kabul ettim burayı....Daracık, boğaz gibi bi yoldan geliyorsunuz ve birden geniş bir
boşluk oluşuyor gözlerinizin önünde...aydınlık, ferah...ama, yine de etrafınız yüksek ve siz ortada sanki hapis kalmış gibisiniz...
Bu benim, şizofrenik, obsesif ruhumun duyguları olabilir ama ne yapayım, elde değil...Sevemedim işte..Sonra Mudurnu....Anado
lu'mun güzel toprakları, güzel insanlarım benim...İhya ettik girdiğimiz dükkanları..Hatta, şu çizgili patlıcanlardan bile aldık..
Ben diyim, siz anlayın..1-2 konak var, otel yapmışlar...Güzeldi...Dolap içinde alafranga tuvalet, eskiyle-yeni karışımı.....uydur
muş insanım benim...zeki insanım benim...arkadaşlardan 3 ü, bi kahveye girmiş oturmuşlar...oranın yaşlıları varmış içeride..
Onlar oradan ayrılırken, yaşlılardan biri, öbürüne demiş ki: "Gart gart garılar gelir oldu buraya..." Duyulacağını tahmin etmedi herhalde, ağır işiten kişiler gibi... Bizi çok güldürdü bu laf....Beğenmemiş yani gelenleri...Genç bayanları bekliyormuş ....E onlar da gider inş..Mudurnu'ya..Amcanın gönlü olsun...Közlenmiş kestanelerimizi de yedikten sonra tekrar yola koyulduk....Beypazarı
na doğru....İşte arkadaşlar, sahne hayatıma da böylece başlamış oldum... Nasıl mı? Sus pus oturulmuyor tabii otobüsün içinde..
Yolculuğu renklendirmek gerek..Böyle işler de hep bana düşer...Bayılırım hareket, canlılık yaratmaya..Ufaktan ufaktan başlamış
ken şarkılara, yerimde..Önden bir bayan da aşka geldi...Söylemeye başladı...Tur başkanımız İmren Hanım mikrofonu ona verdi... O sırasını savınca, arkadaşların iteklemesiyle ben çıktım koltuk arasında durup söylemeye..İnsan düşünemiyor heyecan
dan...Koltuk arası da olsa, orası sahneydi doğrusu bana....Hem de bol neon ışığıyla dolu bir sahne..Tüm aklımdakiler uçup gitti....Hiçbir şarkı gelmedi aklıma... Hatırlattılar da öyle başladım.......Ve böylece ilk defa bir mikrofona söyleyebildim...Benim
için devrimdir bu....Tutmayın artık beni...Alışacağım bu işe....Millet düğünlerde söyleyerek başlar ya şarkıcılığa..Ben de otobüs
te başladım işte...Bundan sonra ne olur, bilemem...Teklif beklicem bi yerlerden....Bir dahaki tura da hazırlanıp gideceğim...Re
pertuar kuvvetli olmalı....Bi duyan olur belki canım......Neyse, sadede gelelim....Beypazarı'na gidince, artık yorulmuş olduğumu
zu anlayıp, otele yerleşmek istedik hepimiz..Odalarımıza çıktık...Asansörsüz bir yer düşünemeyen bizler, Beypazarı'nda 4 yıldız
lı otel olmayacağını tahmin edemedeğimiz için, 3 kat merdiveni bavulla tırmanırken, kendimize kızdık ne geldik buraya diye...
1 saat dinlenmeden sonra aşağı indik, (http://www.beypazaribagevi.com/) bağevi restorana otobüsle gittik onca yakınlığına rağmen...
Otantik, ne güzel bir yerdi..Koacaman bahçesi, sempatik restoran sahibi ve güzel yemekleriyle kalbimizi fethetti doğrusu...
Müzik de vardı canlı....Oraya has türküler, fıkralar,hikayeler dinleyip, soba üzerinde kızaran ekmeklerle, nefis etli yaprak dolmaları yedik...Kınagecesi canlandırması yaptılar...Folklorik gösteri de eksik değildi, Beypazarı oyunları da oynadılar çünkü....
23 te kalktık ancak, sabah 8 de kahvaltıda buluşmak üzere yattık gider gitmez.....Sabah, bavullarla bindik otobüse, bütün gün Beypazarı'nı gezdik, alış-veriş yaptık....Gümüşçüde, çok zaman ve çok para harcadıktan sonra, biraz yokuş tırmanıp, Hünkar
Sofrası denen restorana gittik öğle yemeği için...Yemekler ve ortam çok güzeldi..Hava çok güzeldi..Bahçesinde, hiç üşümeden
oturduk ...Sonra çıkıp tekrar alış-veriş...17 de toplaşıp otobüse biniş ve dönüş.....Şimdi aşağı fotoğraflar koyuyorum...Ne güzel,
seyredin... ( fotoğraflara, en alttan başlayarak bakın....çünkü ilki, en alttaki foto..sonuncusu da en üstteki foto...beceremedim
ayarlamayı..özür..)

1 Kasım 2009 Pazar

Prof.Dr.Azmi Hamzaoğlu

Geçtiğimiz perşembe, bir telefon..Nedense benim numaram verilmiş, bulunmam kolay diye herhalde..Azmi Hocanın kliniğinden bir sekreter.."Bu cumartesi sabahı randevu veriyoruz size" diyor ve damadımın ismini söylüyor..randevu ona...tamam diyorum, iletirim..."Allah Allah...niye bana geldi bu telefon" diye düşünürken, bu randevunun bana kısmet olacağı içime doğuyor sanki.. Yıllardır gitmek istediğim doktor, bir türlü cesaret edip de randevu alamadığım hoca...Kendiliğinden beni çağırıyor sanki....Ona güvenim sonsuz...Böyle olunca, ne derse, yerine getirmem gerekir dediğim için, aynı zamanda da kaçtığım bir doktor....Kötü huyum...Dişçiden de kaçtım yıllarca..Sonunda iyi yakalandım...Ve gördüm ki kaçmak hataymış...Cuma akşamı kızım arıyor, diyor ki "Onun işi var....Sen gideceksin.."...Eh, biliyordum zaten böyle olacağını..Bu randevu, banaydı...Hem iyi, hem kötü... Aldı mı beni bir korku...Eyvah, ya ameliyat derse..Korkudan, midem alt-üst olmaya başladı...Kulaklarım zonkluyor, kalbim atıyor..Resmen panik atak..Gerçeği bilmesem kendim hakkında, kalp krizi gibi birşey...Ama elim mah-kuuuummmm...Gidece ğim..ama ara ara, 6 ay önce çektirdiğim MR' ı bir türlü bulamıyorum...Filmler var, o yok...Neyse, sabah erkenden...Yola çıktım.. Amma....Bostancı'da hiç hareket yok...Ne otobüs, ne dolmuş..Ortalık tenha..Yolcu yok..Yağış uyarısı yapıldı ya..Kimse çıkma mış yola..Bir o tarafa, bir bu tarafa...yok, yok...9 oldu ve 45 dakika kaldı...Geç kalmamam lazım..Hocanın saniyeleri bile kıymetli...Atladım taksiye..Ne yağmur ama..Silecekler, durmadan çalışıyor,bana mısın demiyor...10 metre önünü göremiyor şoför....Neyse, 9.25 te ordayım..İşlemler yapılıyor, 360 lira ödüyorum ve beklemeye başlıyorum..Tam yarım saat...Taksi parası na acıyorum, oturuyorum..Ama görüyorum, önemli hastalar var, doktor onlarla konuşuyor...Koridorda "Omurilik Skyolozu" gibi bir plaket gördüm, midem tekrar bulanmaya başlıyor korkudan..Nihayet doktor geliyor..Hiç de tahmin ettiğim gibi bir tip değil...Öncelikle genç....Tokalaşıyoruz, söze "Hıncal'ımı iyileştirdiğiniz için teşekkürler..Sıra bende" ile başlıyorum..Gülümsüyor. Kısa bir muayeneden sonra, "Korkulacak bir durumunuz yok" diyor..."Evde kendi kendinize haftada 2 defa test yapın...1-To puklarınızın üzerinde 2-Yükselerek parmaklarınızın üzerinde yürüyün...Baktınız ki yürüyemiyorsunuz, o zaman gelin" dedi.. MR yazdı...2-3 ay sonra çektirin dedi....Uçarçacasına çıktım ordan...Ani felç-melç olmayacağım diye, başım göğe erdi sanki... Şu "sıhhat" ne büyük hazineymiş....Abant'a mutlulukla gidebilirim artık, gözüm aklıma gelmezse....Zaman yaklaşıyor... Görüşmek üzere byy...