27 Şubat 2009 Cuma

APPLE NOTEBOOK

Ne yazik ki, iki gundur kendi laptopumdan ayri yasiyorum..Olacak sey degil ama oldu iste..Bu yaz
digim, kizimin eskisi; bir apple.. O kadar zorluk cekiyorum ki; anlatamam..Bir kere klavye degisik...Harfler; hic alisik olmadigim yerlerde.. Noktalar; cizgiler yok...Yine de kendimi yazmaktan alikoyamadim...Ustelik herseyi de yapamiyorum bunda...Apple, sanatcilarin kullandigi birtip oldugu icin, biz normal insanlara hitap etmiyor...Sali gunune kadar idare etmek zorundayim..
Dun bilgi yarismasinda; genc bir ogrenciyle karsilikli  yaristik..Henuz 20 yasinda, ODTU'de okuyan bir gencmis..Adi Omer..Cok bilgili, cok merakli, saygili, gelecegi parlak bir genc Omer..
Boyle cocuklari tanidikca mutlu oluyorum..Cunku azinlik bunlar..Okumayi cok sevdigini, okumaya doyamadagini soyledi..Kendi gencligim aklima geldi..Hatta cocuklugum...Annemle pazara giderdim kucukken.. Eve geldigimizde, kesekagitlarini bosaltir, duzeltir ve okumaya calisirdim.. Deli gibi elime ne gecerse okurdum...Babamin romanlarini tek tek, yillar icinde, oku-yup hatmettim..O nedenle, Omeri anlayabiliyorum.. Bu bir asktir...omur boyu bitmeyen bir ask.. Simdi onun icin asagiya bir liste yazacagim...O da bunu gorecek...
                               Knut Hamsun               :        Toprak Yeserince
                               Dostoyevski                  :        Suc ve Ceza
                                       "                              :        Beyaz Geceler
                               Amin Malouf                :        Semerkant
                               Dido Sotiriyu               :        Benden Selam Soyle Anadoluya
                               Susanna Tamaro         :         Yureginin Goturdugu Yere Git
                               Adam Fawer                :         Olasiliksiz
                              Khaled Hosseini           :        Ucurtma Avcisi
                              Konstantin Simonof    :         Insan Asker Dogmaz
                              Murakami Haruki       :         Sinirin Guneyinde, Gunesin Batisinda
                              Turgut Ozakman          :         Su Cilgin Turkler
                              Sabahattin Ali              :         Kuyucakli Yusuf
                              Susanna Tamaro          :         Luisito
Simdilik bu kadar olsun Omer cocuk.... Bir sure sonra yeni bir liste veririm.. Bunlari bitirdik
ten sonra...Okuma hizini bilmedigim icin, ne kadar surede bitirebilecegini tahmin edemiyo
rum...Derslerini de ihmal etme bu arada.. Dil ogrenmek cok guzel bir kazanim ne de olsa..
Basarilar dilerim sana..
Gelelim bana.. bugun dogumgunumdu .. Caddeye ciktim.. Biraz alisveris yaptim.. D&R a gir
dim.. Kendime 2 kitap ve 1 cd aldim..CD, icinde " Zorba" nin da bulundugu Grek Muzigi dolu
bir cd....henuz dinleyemedim...Laptopumu bekliyorum...Sonra sinemaya gittim.. Ama giremedim.  Cunku saat tutmadi.  Oradan  eve yuruyerek geldim.. Malum cok soguk.  Donmayi
sevdigim icin, hosuma gitti.. Bugun sevdigim arkadaslarimdan gelen maillere ve telefonlara
cevap vermek de hos oldu benim acimdan.. Aksam, is donusu, eve gitmeden bize gelen sevgili
kizim da beni ayrica mutlu etti gelisiyle.. Pastamizi da kestik tabii..Bu kadar.. Sade birgun
oldu.. 
 
Gonul'un akli Prag'ta, uyuyacak bu gece... 

25 Şubat 2009 Çarşamba

sevgili laptopum

Cok uzgun durumdayim arkadaslar..benim laptop galiba coktu..bu coktu kelimesini noktali dusunun..butun harfler boyle olacak zaten..anlayabilirseniz ne ala..bu sabah bir actim..acaip
bi yazilar cikti..bu konuda cok cahil oldugum icin, kaptigim gibi servise goturdum..taaa sali
gunu verecekler..o gune kadar, ne yazik ki ara vermek zorundayim.. Yani anlayacaginiz, TADILAT
NEDENIYLE KAPALIYIZ... iyi gunler o gune kadar..gorusmek dilegiyle...

23 Şubat 2009 Pazartesi

23 şubat / pazartesi

Şimdi saat tam 20....İki saat oldu eve geleli..Malum bugün temizlik günüydü.. Görevimi yerine getirip döndüm evime...Kızımın evindeki notbook'u artık biraz olsun kullanabiliyorum ama kendiminkiyle kıyaslayamam tabii..Herşeyi yapa mıyorum orda...Gelir gelmez birkaç defa, mynetteki bilgi yarışmasına girdim.. Artık, kimse oynamak istemiyor benimle..Puanımı görünce kaçıyorlar..Ben de bir sistem geliştirdim..Hemen cevaplamıyor, bekliyorum..Ya da doğru cevabı a, b..filan diye yazıp onlara fırsat tanıyorum..çok seviniyorlar..Kızım dedi ki, aptal mısın anne..Yoo dedim, insanları mutlu etmek de çok güzel birşey..Şimdi de ara verdim biraz, yazayım şurada diye..Günlük ya bu, hergün biraz yazmam gereki yor... Bugün, alış-veriş için çıktığımda, Erenköy'de birkaç ay önce açılan Sağlık Ocağına gidip ilaç yazdırmak istedim...Gittim, yazdı doktor..Çıkarken sekretere sordum reçeteyi gösterip "tamam mı acaba " dedim..Tamam dedi..Eve yakın bir eczaneye girdim sonra ilaçları almak için, "Bunun protokol numarası yok" dedi eczacı. Tabii ki sinir oldum...Öğleden sonra tekrar gitmek zorunda kaldım. Doktor hanımın masasının üstünde bir bebek fotoğrafı vardı..Hemen aklıma gelen şey, kadınların, eğer çocukları varsa, çalışmaları hata oluyor fikriydi.. Bunda yüzde binbeşyüz haklı olduğumu biliyorum..Bu kadınların akılları çocuk larında kalıyor çünkü..Kendilerini işe veremiyorlar..Oturun evinizde..Çocuğunu za bakın kardeşim..Çalıştığınız yerde performans gösteremiyorsunuz eğer ço cuk varsa...Kariyer sizin neyinize... Bugün pazartesi...Cuma doğum günüm..Bu da benim neyime..Ama diyemiyo rum ne yazık ki...Önemli bu benim için...Geçen yıl, doğumgünümde, Mustafa Keser'e gitmiştik..Çok istediğim bir şeydi çünkü...Ama bin pişman olup dönmüş tük eve...Hiç bana göre bir ortam değildi ne yazık ki...Sahnenin ortasında bir çilingir sofrası kuruldu..Zaten önceden içip gelmiş birkaç kişi çöktüler yere.. Mustafa da içkili tabii.Acaip, hiç duymadığım türküler, belden aşağı espriler, kadeh tokuşturmalar...Kendimi çok rahatsız hissettim..Masadaki yakınlarım da öyle..Gece bitmeden kalktık..Onca para da boşa gitti..O nedenle, bu yıl hiçbir istekde bulunmuyorum..Kafama göre davranacağım..Abartmadan..Çünkü çok heveslenmek iyi olmuyor...Gündüz kendime bir hoşluk yaparım, yeter.. Bugünlük bu kadar arkadaşlar..İyi geceler..

22 Şubat 2009 Pazar

22 Şubat / pazar

Cuma günü, yani geçtiğimiz 20 şubatta, Saip beydeki seansımı, farkettiyseniz anlatmadım..Hoş bir anı olmadı o günkü gidişim...Aslında hiçbirine hoş demek mümkün değil ama ehven-i şer denebilirdi...Ama cuma günü, bi kere baştan faul başladı herşey..Tam bir saat bekledim..O moralle de içeri girince, secret ku ralları işledi, moralim bozuldu, bir ara ağladım bile...Doktorcum çekildi, beni bıraktı rahatlamam için..Geçti sonra..devam ettik..Cuma raporu bu kadar.. Gelelim bugüne...Sabah "Yaşamdan Dakikalar" ı izledim her hafta olduğu gibi.. Hıncal'ım boyunluğunu atmış artık..Sevindim öyle görünce..Yalnız bayağı üzgü ndü..( Bu kesme işaretlerini, ben yanlış yapmıyorum arkadaşlar..sistem yapıyor öd) Niye Gazanfer Özcan'ın sağlığında, onun maddi problemlerine çare bulmak için çabalamadım, dedi...Bu aklına gelmediği için kendini suçluyor ve üzülüyor..Üzülme Hıncal'ım... Bunu yapmak isteseydin bile, o belki, zaten izin vermezdi..Şu " onur" denen kavram var ya...Bambaşka birşey...Kendimden bahsetmek istemiyorum...Aslında bir örnek yaşadım ben de..Ama başka bir şey anlatacağım...Zamanında, kızım ilkokul beşteyken, özel okullar sınavı için kursa gidiyordu , diğer sınıf arkadaşları gibi..Ancak, sınıfın çalışkan çocuklarından biri, maddi olanaksızlıklar yüzünden bir kursa yazılamamıştı..Düşündüm ve arkadaşlara öneride bulundum..Bu çocuğu bizler bir yere yazdıralım,, ücretini aramızda halledelim...Hepsi kabul etti, 10 kişi filanız..Annesine söyledik... Kabul etmedi o anne...Olmaz dedi...Çocuğum, bunun yükünü ömrü boyunca çeker...Doğruydu...Biz hata yapmıştık belki...onur bu işte, acaip bir duygu.. Sonrasındaki o boyun eğme, minnet borçlu olma, hep hatırlama... İnsanı bozan bir durum oluyor..Belki Gazanfer bey de kabul etmeyecekti bunu. O, herşeye rağmen şerefiyle ölmenin rahatlığını bulmuştur mutlaka kendinde... Üzülme Hıncal...Adalet yerini buluyor..Şimdi mirası reddetmekle, o haksız ceza ortadan kalkacağı için, huzurludur...Böyle düşünmek en iyisi... Herkese onurlu yaşamlar...

19 Şubat 2009 Perşembe

BİN MUHTEŞEM GÜNEŞ

Bu kentin ne çatısını aydınlatan ayları sayabilirsin, Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi.. Pers şairi Saib-i Tebrizi'nin bir şiirinden alınma bu beyit, son üç kelimesiyle bir romana isim olmuş..Afganistan'lı bir yazarın güzel bir romanına... 1980 yılında, ailesiyle birlikte siyasi sığınmacı olarak ABD'ye yerleşen Afganlı yazar Khaled Hosseini, şu anda Kuzey California'da yaşıyor...O aslında bir doktor..Amerika'ya, binbir zorlukla kaçıp giden Afganlıların sayısı bir hayli çok görünüyor...Nasıl kaçmasınlar ki?.. Hosseini'den ilk okuduğum roman olan Uçurtma Avcısı'da da aynı konuların işlendiğini görmüştüm...Duyguları altüst eden bir romandı...Bu ikinci kitabında Hossein, insanı çok üzen, derinden düşündüren, acıtan olayları kaleme almış...Birincisi gibi..Günlerdir araverdi ğim, bir kenara bırakıp unuttuğum bu kitabı, bugün bitirme mutluluğuna ulaştım...Tabii mutluluk denirse buna..Gözyaşlarımı tutamadığım, hayretle okuyup, kadınların nasıl ezildiğini-horlandığını, şiddete maruz kaldığını görüp üzüldüğüm bir romanı bitirmiştim çünkü... Taliban'ın diktası altında, insanların, insanca yaşamayı unuttuğu, bir lokma ekmeğe muhtaç hale geldiği bir yaşamı, nasıl zorlukla geçirdiklerini, olanca açıklığı ile ve çok saf , çok duru bir dille anlatmış...Kitabı bitirince, ülkemizde, ne kadar rahat, bolluk içer sinde ve özgür yaşadığımızı anımsayıp şükrettim doğrusu..Öylesine yaşamak tansa, insanın ölmek isteyeceği durumlar var Afganistan'da..Bilmiyorum ama şimdi böyle değildir herhalde..Umarım değildir..Bu kitabı okumanızı öneririm arkadaşlar... 19 Şubatın getirisi de bu oldu bana bugün...Sırada bir Türk kadın yazarın roma nı var şimdi...Naşide Gökbudak'tan Perina...Okuyalım bakalım nedir, ne değil dir..Güzel mi? Bitince yazarım size onu da..İyi akşamlar..

17 Şubat 2009 Salı

SAİP DENİZOĞLU 2

Evet, yine Saip Bey..Bıkmayın...Bitinceye kadar anlatacağım onu size..Bugün tam 16.30 daydı randevum..Onbeş dakika kala oradaydım..Protez kapısında, ilk diş doktorum Ediz Beyle karşılaştım...Bey derken zorlanıyorum aslında..O daha çok genç...Çocuk sayılır...Böyle diyince gençler kızıyor ama gerçekten öyle görü nüyor..Kabahat bende değil..Fakülte öğrencisi sanabilirsiniz.. Dinamik, enerji dolu bir doktor..Başarılı oluşundan kaynaklanıyor tabii ki..Onu, ileride, Yedite penin dekanı olarak görüyorum şimdiden..Bu potansiyele sahip bir doktor Ediz Bey..Çok dekan seçimine şahit olduğum için, bu konuda tecrübeliyim.. Neyse, sıra bana gelince, herzamanki gibi, koltuğa uzandım..Ve tam 2 saat ar kadaşlar...Ben ne kadar dayanıklıymışım da, haberim yokmuş kendimden.. Ku zu gibi öööylece yattım..Problem yaratmamak için, o kadar sabrettim ki, hala şaşkınım...Çok uğraştı doktorcum..Nasıl dayanmayayım..Onu üzmemek için, rahatsız etmemek için, ben de ses çıkarmamaya çalıştım.. Çürükleri halletti 2 tane..Onları doldurdu...Üstteki esas dişler için yeniden kalıp aldı..Taktı, çıkardı bi daha taktı çıkardı...Hiç kolay değil bu dişçilik...Yatandan çok, uğraşan çe kiyor aslında..Elalemin ağzına, saatlerce bak, çalış, elle..Ne kadar bıktırıcı bir işmiş...Omurilikleri bozulur böyle bu dişçilerin, yıllar geçtikçe...Yani, ne para kazanıyorlarsa, haklarıdır..Zor, çok zor...O nedenle sesim çıkmadı bugün desem yalan olmaz..Arasır ıh mıh dedim ama tuttum kendimi yine de..Ağrı var mı diye sordu ikide bir..Çok da güzel soruyor doğrusu..O sese, evet diye cevap veremem ben..Onu nasıl tedirgin edebilirim ki? İşi de aksatmış olurum hem.. Şimdi bitecek diye düşüne düşüne, 2 saati geçirdim..Ve bitti...Cuma yine Saip Bey...Güler yüzünü göreceğim..Yalnız ona bir tavsiyem olacak...Kendine bak ması lazım..Bunun için de, bir salona abone olup düzenli olarak spor yapması gerekiyor..Yoksa bu iş onu çok çabuk eskitecek...Benden söylemesi..Hiç olmazsa cumartesi-pazar günleri 4 er saat spor şart ona..O zaman harika olur doğrusu.. Saat 24.08....18 şubat oldu..Hepinize iyi geceler...

MÜBADELE

Bugün salı...Dişçi günüm..Başka işler de var yapılacak..Resim dersi var, gideme yeceğim..Gece geç yatınca, yine geç kalktım..Biraz önce kahvaltı yaparken de, arasıra seyrettiğim tv yi açtım, digitürkte 88.kanal...Bir otobüs dolusu insan, Yunanistan'a gidip, atalarının yaşadığı yerleri, evleri arıyor..Çoğu da buldu.. Yemekler yendi, eğlenildi, konuşuldu, toprak-çiçek aldılar eskinin anısı olarak.. Çok duygusal anlar yaşadılar tabii..Lozan Mübadelesi sırasında olmuş bu gidiş gelişler..İki taraf için de acı olmuş... Bunları seyredince, aklıma yıllar önce okuduğum ve hala unutamadığım güzel bir kitap geldi..Dido Sotiriyu'nun "Benden Selam Söyle Anadola'ya" adlı romanı ..Anlatılanlar hep gerçektir burada..Okuyunca anlıyorsunuz, o insanlar, Anado luyu nasıl seviyorlar, nasıl özlüyorlar...O kadar lirik, o kadar gönül titreten bir kitap..Ağlamak gelir içinizden...Herşeyi, olduğu gibi bırakıp gitmek...Sanki deprem olmuş da sokağa kaçar gibi...Aynen öyle..Ve bir daha dönmemecesine.. Kahvaltı masası bile ortadayken..Üstelik, kaçtığınız yer kendi vatanınız, kendi toprağınız...Kendi eviniz...Sizi kim kovabilir evinizden, bir düşünsenize, bunun ne acı birşey olduğunu...Bozcaada da öyle olmuş...Bir tarih, kimse kalmamış adada..Neredeyse bomboşmuş...Nüfus sayımı yapılacağı zaman, devlet yardımı alabilmek, belediye olabilmek için, Çanakkale'ye gidip, yalvar yakar insan davet ederlermiş...Ne gerek var bunlara? Herkes istediği yerde yaşasa olmuyor mu? Niye insanlar yurtlarından, evlerinden edilir...Niye hasret bırakılır topraklarına. Benim çok üzüldüğüm bir konudur bu..Halbuki hiç alakam yok böyle birşeyle.. Ailem yaşamamış bunları..Ama başka insanlar için üzülürüm, onların neler çektiğini anlayabiliyorum çünkü.. Aslında herkes birbiriyle iyi geçinmiş yıllarca..Ermeni,rum,türk,musevi...Hiç farketmiyor...Gayet güzel komşuluklar yapılmış..Ne var ki, devletler birbiriyle geçinemiyor...Onun ceremesini de, işte böyle insanlar, fert fert, çekiyor... Tek kelimeyle, yazık.. Sotiriyu'nun kitabını bulup okursanız, bana hak vereceksiniz arkadaşlar ve gözlerinizden birkaç damla yaş gelecek, eminim..

16 Şubat 2009 Pazartesi

Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver

Biraz sonra 17 şubat olacak..Sevgili hocamız Süheyl beyin hem doğum, hem de ölüm günü....Aslında yazıya başlarken, ne yazacağımı bilmeden oturdum klavye nin başına...Tarihi farkedince, aklım başıma geldi..Böyle bir günde onu anma dan geçmek, doğru olmazdı.. 1967 idi sanıyorum..Liseyi yeni bitirmiş, hukuk fakültesine girmiştim.Çalışmam da gerekiyordu..Ülker arkadaşım, kendi ayrılacağı görevi bana teklif edince hiç düşünmeden kabul ettim..Çünkü, tam da istediğim gibi bir konumdu..Beyazıtta ki merkez binada idi hem hukuk, hem tıp..Arasıra önemli bir derse, kolaylıkla gidip gelebilirdim..Hocamızı, işte böylece tanımış oldum..8 yıl yanında çalıştım. Hiç resme yeteneğim olmadığı halde, beni zorla tezhibe başlattı..İlk yaptıklarım feciydi..Ama her seferinde "çok iyi, aferin" dedikçe bağlandım..4 yıl sonra bir gün, yanına çağırdı..Güzel, değişik bir resim kağıdı uzattı..Özel bir kağıt.. "Al bunu..İcazetnameni hazırla, kompozisyonu önceden göster bana" dedi.. Havalara uçtum..Bu, artık mezun oluyorsunuz demekti..Özene bezene bir kom pozisyon hazırladım, uygun gördü..Kağıda geçirdim, altınını ezdim, bir süre sonra bitti..Tesadüfen, hocaya bitmiş halini gösterirken, Y.Mimar Ekrem Hak kı Ayverdi ziyarete geldi ve ona da gösterildi...Ekrem Hakkı Bey, "Bu kadar güzel birşey görmemiştim" demek inceliğinde bulundu..Ama gerçekten çok nefis yapmıştım..Bu icazetnameler, Türkiye'de sayılı kişilerde var..Toplasanız 15 i geçmez...Önemlidir, özeldir...Çünkü Süheyl Hoca, tezhibin en uzman kişi sidir..Bu işin temelini o kurmuştur..Şimdiki hocalar, o icazetname sahiplerinin öğrencileridir..Yani torun gibi.. Hocamızla çok başka bir dünya yaşadık bizler..Anlatması zordur..O, olağanüstü bir insandı..Hakkında pekçok kitap yazılmıştır..En güzeli de, Prof.Dr.Ahmet Güner Sayar'ın kitabı oldu..Onu okursanız, hocamızı anlayabilirsiniz..Mucize vi bir yapısı vardı..Olacakları önceden hisseder ve size, tavsiyelerde bulunurdu. Odasına girenler, onu otururken yakalayamazdı..Gelen olduğunu anladığı anda ayağa kalkar ve zaten ayaktaymış izlenimi verirdi...İnsanlara olan saygısından yapardı bunu..Genç veya yaşlı, farketmezdi.. Öğle yemeklerinde, bir bardak li monata ve 4 bisküvi yerdi..Hergün ama..5 olmazdı..Herşeyi ölçülüydü..Hayatı hep programlıydı..Ve programı hiç şaşmazdı...Devamlı çalışan, okuyan, yazan bir insandı...Ömrü boyunca topladığı ve oluşturduğu arşivini, henüz hayattay ken Türk Tarih Kurumuna ve Süleymaniye Kütüphanesine bağışladı...Süleyma niyede, şimdi ona ait bir oda var..Seyahatlarında yazdığı defterlerin herbiri basılsa, birer kitap olur..O kadar güzel hepsi.. Anılarımdan birini yazayım..Sırası geldikçe, zaman zaman diğerlerini de anlatırım.. Hocamız, Şah tarafından, İran'a davet edildi bir tarih..İran'n bilmem kaçıncı yüzyılı için özel törenlere...Tabii eli boş gidilmez..Şah'a da ne götürülür..Maddi değeri olan birşey mümkün değil..Hocamız, Uğur Derman Beyden rica etmiş, nefis bir talik yazıyla, çapraz satırlara yazılmış, 4 satırlık bir şiir...Kimden oldu ğunu unuttum..Yazmış Uğur Bey..Bana geldi bu..Çünkü, en iyi aharı ben geri yorum...Bu şu demek...3-4 kat kartonu üstüste, aralarda hiç kabartı olmadan yapıştırıp, en üste de eski yazı yazılmış olan kağıdı yapıştırmak...Bu, çok zor bir işlem aslında..Kartonları yapıştırmak, bir dert...Sonra da, yazılı olan kağıdı yapıştırmak, ayrı bir dert..Çünkü, gereken sürede yapmazsanız, kağıt bütün mürekkebi kusar ve bulaşır..Yani maharet isteyen bir iş..E, ben de bu işin us tasıyım ya..Hoca bana güveniyor..Amma, iş öyle olmadı..Muhallebisini hazırla dım, yapıştırdım ve ertesi günü bekleyeceğiz kuruması için...O gece gözüme uyku girmedi tabii..Sabahı zor ettim..Sabah koşa koşa geldim, bir de ne göre yim, yapıştırdığım 3 kat karton ve yazı, ortadan çatlamamış mı...Sakınan göze çöp batar ya...Eyvah dedim..Felaket..Yazı gitti..Ben yine yaparım ama yazı orjinal..Bir süre sonra hoca geldi...Kızacak diye bekliyorum..Ama o, herzaman ki olgun ve bilge haliyle "Üzülme kızım, Uğur beye söyleriz, yine yazar, sen de yine yapıştırırsın" dedi. Nasıl rahatladım, anlatılmaz..Ve dediği gibi de oldu..İkinci defası, kazasız halledildi..Hocamız, etrafına çok güzel, çok ince tezhibini yaptı..Ve İran'a gidip Şah' a sundu..Tabii ki çok beğenilmişti... Böyle bir insandı işte..Kalp kırmayı hiç sevmeyen, herzaman buna çok dikkat eden bir kişilikti..Onu anlatmakla bitiremem ben...O hiç ölmedi..Hep gönüller de yaşayacak...Sanıyorum bu yazdıklarımı o da okur..Ölümsüzdür çünkü.. Ona herşey malum olurdu...Canım hocam, yine duy beni..Nur içinde yat..

15 Şubat 2009 Pazar

OSMAN BENZEŞ

Bu ismi unutmayın demek istiyorum..Ama diyemiyorum...Çünkü, o, kendisini ünlü kılmadan, ülkeye hizmet eden, etmek isteyen bir vatandaş.. Çok teklif aldı, gel aramıza katıl diye..Yapmıyor..Yapmayacaktır da eminim..Keşke yapsa, Tür kiye, değerli ve dürüst bir politikacı kazanmış olurdu..Osman Bey, üreten, insan lara iş sahası açan, önemli bir rakamda ihracat yapan, ülkeye döviz kazandıran bir işadamıdır..Çalışmaktan zevk alır...Ama işe dalıp da, hayatı da ıskalamaz.. San'atın her dalıyla ilgilidir..Konserleri kaçırmaz.. Hem türk müziğini, hem batı müziğini sever ve dinler.. Yaşamayı sever..Güzel olan herşeyi sever...İnsanlara yardım etmeyi çok sever.. Hayatı çok çalışmakla geçmiş bir insanın, şimdi rafine zevkleri ve merakları olması ne kadar doğalsa, o da işte hepsine sahiptir.. Burnu büyük hiç değildir..Mütevazidir..Fakir dostudur...Kimsenin hakkını yemez, bilakis yedirir.. Eğlenmeyi de, çalışmak kadar güzel başarır..O dört dört lük tam bir insandır...Dinlemesini de, konuşmasını da çok güzel yerine getirir. Onu tanıdığım için, kendimi gerçekten çok şanslı hissederim her zaman.. Ama keşke, tüm ülke tanıyabilseydi...Eminim, dürüstlüğü ve çalışkanlığı ile çok yararlı olurdu şu politik aleme...Hayırlısı diyelim..Belki birgün birileri, onu ikna etmeyi başarabilir..Sağlıklı ve uzun bir ömür diliyorum ona, taaa içimden.

14 Şubat 2009 Cumartesi

TARKAN'LA DÜET

14 Şubatta devam...Tesadüfen bulduğum radyoda videolar da var...Şu anda, kimbilir kaçıncı kez, Tarkanla Müzeyyen Senar'ın düetini dinliyorum..Bu kadar güzel şarkı, az bulunur ya.."Benzemez kimse sana...." Tarkan'a, kıl oldum abiden beri hayranım zaten..Her şarkısı güzel çocuğun...O kıvrak vücudu hele..Bayılıyo rum ona..Oldum olası, dans eden bir erkeği seyretmek, nedense çok hoş gelir bana...İspanyol dansçıları mesela, o topuklarını yere yere vurmaları mesteder beni...Görsellik çok önemli....Bu şarkıyı söylerken, Tarkan'ın yaptığı hareketler, müziğe iyice bir anlam katıyor...Yaşıyor şarkıyı..Çok da gençmiş o zamanlar... Seyretmeye, dinlemeye doyamıyor insan...Bu radyoyu bulup dinlerseniz, bana hak vereceksiniz..www.radyotsm.com...adresi...Her güzel şarkı mevcut..Canlı yayın da var.. Radyo dinlerken, aklım bir yandan da, dün yaptırdığımız "toxoplazma" testin de arkadaşlar..meret birşey..Birazdan gidip sonucu alacağız..Kedilerden geçi yor insanlara...Detayları şimdi veremiyorum.. Sevgililer günümüz de işte böylece geçip bitmiş oluyor boş boş, ne yazık ki... Olsun..Yine de kalbimizde sevgiler var..Bilen anlayan olursa ne ala...İnsan herhangibir eşyasını da sevmiyor mu? Sevgiler çok...Herşeyi çok sevmeniz dileğiyle..

HINCAL ULUÇ

Bugün 14 şubat...Sevgililer günü, malum...Bu konuda yazmayı hiç istemiyordum ama birşey beni dürttü sanki..O da Tuluhan'ın yazısı oldu...Hıncal'ımın evine gitmiş, röportaj yapmış...Aldığı cevaplar ilginç..Hıncal'dan beklenen cevaplar.. Bugün için, bugüne dair yazacak bir konusu olmayan ben, "en sevdiğim Hıncal olduğuna göre, onun için yazayım bari" dedim... Adamın ruhu asil...Herzaman böyledir o..Bi kere kimseye müdanaası yok..Kim- seden beklediği yok...Her anlamda doymuş bir insan..Eh böyle olunca, haliyle yazıları da kafa tutar gibi oluyor...Çok okunur olmasının nedeni bu bence...Türk insanı buna hasret duyuyor..Yani kimseye eyvallah demeyen bir ruha...Onun yerinde olmak istemeyen bir kişi çıksın, alnını karışlarım...Hıncal, tektir Türki- ye'de..Tek..Başkasını tanımam üstüne... Yalnız, beni üzen şey, onun canlı canlı sohbetine katılamamak...Bir olsa böyle birşey, herhalde ağzım açık, saatlerce bakakalırım yüzüne, sözlerine...Hayranlık tan...İçimde ukde kalacak 2 şeye dostlar..Biri, sazlar eşliğinde şarkı söyleyeme- den, biri de Hıncal'la tanışıp arkadaş olamadan ..ölüp gidersem...Birgün Alaet- tinin sihirli lambası geçse elime, çıksa içinden bir dev, dese ki "dile benden ne dilersen" ..Bu ikisini isterdim kesinlikle...Ya aynı anda, ya ayrı zamanlarda, ama kesinlikle ikisi..Aslında olmayacak şeyler değil..Değil de, yine de imkansız gibi gerçekleştirme açısında...Keşke gazeteci olsaydım..Bir bahanem olurdu onunla tanışmaya..Kapısında 3 gün beklerdim görsün diye, gazeteciliğe sığınarak..Şim di o da yok...Ben sana hayran, sen cama tırman.. İşte gördünüz mü, tam sevgililer günü yazısı size....Birine sevgili yazısı yazabil- mek için, ille de sevgiliniz olması şart değil..Yeter ki sevgi duyun birine..Ada- mın benden haberi yok..Ama olsun..Şart değil bu...Hem belki birgün o da olur.. Hayat nelere gebe..Bilinmez ki. .Hıncal'ım sen çok yaşa..Sağlıklı ve uzun yaşa..Daha çok zamanlar, sen yaz, ben okuyayım..Ok?

13 Şubat 2009 Cuma

Saip Denizoğlu

13 şubat, saat 18.10....Gezinirken keşfettiğim bir radyoyu dinliyorum şu anda.. Tüm alaturka şarkılar mevcut...Mestoldum..Ahmet Özhan söylüyor, saymadım kaç yıl oldu ayrıldık ayrılalı...Bilmem yüzün güldü mü? diyor..Yumuşacık sesiy- le, insanı perişan ediyor...Bugün zaten perişan olmuş durumdayım arkadaşlar.. Üstüne bir de bu...Sabahın 10 unda ben yine Saip Beyin koltuğundaydım, mutlu bir halde...Dişçide mutlu olunur mu, dediğinizi duyar gibiyim sanki...Saip beyse dişçiniz, olunur...Bakışı yeter sizi mutlu etmeye..Gülümsemesi...Herşeyi...Bu Ye- ditepeye gitmekle, iyi etmişim ben...Herbiri ayrı doktorlar, ama hepsi de çok centilmen, nazik..Dişçi gibi değiller...Hele bu Saip bey bambaşka...Ona başlaya- cağım zamanı iple çektim zaten..Nihayet ondayım..Şimdi de, ah bir bitse diye bekliyorum..Bugün 4 saate yakın bir zaman orda yatmak...Feciydi..Daral gel- di...Gelmez mi, hele benim gibi hiperaktif iseniz..Yarım saat aynı pozisyonda duramayan ben, tam 4 saate yakın, durabildim...Saip bey olmasa doktorum, aslaaa...Kaçardım ya..Bi ara düşündüm zaten çekip gitmeyi...Ama üzülmesin diye.dayandım...Ona da yazık...O kadar sabırlı bir insan ki...Güzel bir iş çıkara- bilmek için uğraşıyor...Usanmıyor...Takdir ettim tabii..Çıkınca, kendime de "Bravo Gönül" dedim ... Benden başka, beni, kim ödüllendirebilir ki...Verceğim bir ödül kendime mutlaka..Salı günü yine bir gidiş var Saip beye...Ama bitişe yaklaştık sayılır...Güzel olacak eminim...O güzel ellerden, maharetli ellerden kötü bir iş çıkmaz zaten...Onu tanıdığım için çok mutluyum...Belki birgün sizin de ihtiyacınız olabilir, direk Saip Denizoğlu'na gidin..Tecrübeyle sabit- leşti bu...Güvenebileceğiniz bir doktordur.. Şarkılarım devam ediyor...Emel Sayın, Detliyim ruhuma hicranınımı sardım da yine....Leyla...diyor...Billur sesiyle... Hepinize sorunsuz dişler diliyorum..İyi akşamlar...

12 Şubat 2009 Perşembe

Yine Mi ha'ish

Gecenin bu saatinde, işte yine bu şarkı...Çünkü, hüzünlendi gönül yine..Hep hü- zün...Sevmiyorum bu duyguyu, hem de hiç..Ama bugünlerde, nedense tutsak oldum hüzünlere...Bırakmıyor beni...Birinden kaba bir davranış görmek, yetiyor da artıyor bile hüzünle kaplanmaya..O zaman, gelsin Mi ha'ish...Tam bana uy- gun bir şarkı...Ağlatıyor içimi..Titretiyor..Bir sonbahar yaprağı oluyor ruhum o zaman..Titriyor, sallanıyor ve düşüyor yerlere..Kapılıp rüzgara süürükleniyor ormanın derinliklerine...Sonra da, oralarda kuruyup toprağa karışıyor..Karanlık gecenin koynunda

Adsız'a

İki gün önceki yorumunuz, beni çok mutlu etti sevgili adsız...Endişe etmiyor- dum kendime, ama yine de dişçi korkusu, hala var demek ki...Stres oluyor insan.. Yorumunuz, bu nedenle, tam da zamanında yapılmış oldu...Ferahlattı...Dokto- ruma, ilk gördüğüm andan itibaren güvendim zaten.. Bugün gittim, evet..Ve ikimiz de haklı çıktık...Çok kibar, efendi bir insan olmasının yanında, işinin ehli bir diş doktoru olduğunu da anlamış oldum...Acı yoktu...Sol üstteki 6 dişi ( en arkadan başlayarak) önce kenarlardan kesti..ön ortaya kadar...sonra onları acaip pis kokulu bi şeyler sürerek,onardı diyeceğim...Sonra da, geçici diş yaptı üzerlerine...Kısa bir süre sonra, bunlar çıkarılıp, asıl dişlerime kavuşacağım.. Diş serüvenimin en yorucu aşaması bu oldu galiba...Ya da, her seferinde öyle geliyor ...Yakında bitecek...Mesajınızı kendisine ilettim...Kim olduğunuzu çıkarabildi mi, bilmem...Kendinizi bi açıklasanız da öğrensek be Adsız..Olmuyor böyle.... Bulunduğunuz yerde, diş sorunu olmadan yaşamanız dileğiyle iyi zamanlar size..

11 Şubat 2009 Çarşamba

Dönülmez Akşamın Ufkundayız

Cd de bu çalıyor, benim de içim eriyor...Her zaman, bu şarkıyı dinlerken böyle oluyorum..o kadar hazin, o kadar üzücü bir şarkı ki bu, üstüne daha beteri yok.. Hele " ya lale açmalıdır göğsümüzde, yahut gül" demiyor mu..Sanki toprağa girmiş de, mezarımda açacak çiçekleri düşünüyor gibi hissediyorum kendimi.. Zaten, tüm edebiyatçıların, " en güzel söylenmiş söz " dedikleri bu, şiirlerde.. Yahya Kemal, nasıl bir ruh hali içindeymiş ki, bu şiiri bu kadar lirik, bu kadar içli yazabilmiş...Büyük bir deha eseri bu şiir...Her satırı, başlıbaşına, dünya ça- pında bir şaheser bence...Ağlatıyor bu şarkı beni arkadaşlar...Çok ağlatıyor... Ağlamak istediğim zaman koyuyorum bunu, bi güzel ağlıyorum...Oh, bi rahat- lama sonrasında...Şimdi olduğu gibi...Dün gece iyi olan ruhum, bu gece yine bozuk...Gönül, hep böyle gel-gitler mi yaşayacak?..Bir istikrar yok bende, anladım bunu...Yahya Kemal de iyice pekiştiriyor işte...Nur içinde yatsın.. Tabii Münir Nurettin de öyle..Var mı böyle bir ikili daha..Gelmiş mi..Hayır.. Selami Şahine kaldık artık...Onun gibilerle oyalanıyoruz...Küçümsemiyorum onları da elbet..Onların da güzel şarkıları var..Ancak, neeerde eskiler...Onların yerini kim tutabilir? Hiç kimse...Alınmasınlar yeniler ama bu bir gerçek.. Vakit çooook geç...Yatalım artık..İyi geceler hepinize.. Saat 22.30

BENJAMİN BUTTON

Tuhaf bir hikaye gerçekten..Hayatı sondan başa doğru yaşayan bir insan olabi- lir mi ? Bu filmde olmuş..Güzel de olmuş..Etkileyici, kalbi titreten, biraz ağır, fakat meraklandırıcı bir film bu.. Hafta ortası, bulduğum boş bir vakti değerlendirmek gerektiğini düşünerek, seansa 10 dakika kala, evden hızla çıkıp gittim...Kaçırmak istemediğim bir film- di çünkü..Birlikte gidecek bir arkadaş aramaya kalksam bulamayabilirim diye, kimseye sormadım...Aslında, bir filmi yalnız izlemek de hoş bir duygu....Neyse, bir takım dersler alıp çıktığımı söyleyebilirim.. Filmi anlatmak istemiyorum,gi- decek olanların heyecanını öldürmemek için...Ancak " tuhaf" kelimesi gerçekten çok yerinde kullanılmış...İnsani duyguların ortaya serildiği, psikolojik yönü kuv- vetli bir film olduğuna şüphe yok...Görmenizi tavsiye ederim arkadaşlar..Brad Pitt, bu filmle ödül alır mı? sorusuna gelince...Bu biraz şüpheli...Diğer aday filmleri görmeden birşey söylemek olası değil...Yani, bu şu demek oluyor ki, Brad'in, bu filmden rahatlıkla ödül kazanacağını söyleyemiyorum..Öööyle boş boş bakmakla ödül kazanılmamalı bence...Bir oyunculuk sergilemiş diyemem.. Diğer filmlerdeki erkek oyuncuları da görebilirsem, değerlendirmek daha kolay olurdu..Ama Angelina'nın hevesi kursağında kalacak gibi görünüyor bana.. Yine de, seçici kurulun ne düşüneceği belli olmaz..Ne de olsa, onların bakış açı- ları farklıdır..Ama ben olsam, ödül mödül veremezdim Brad'e...O kadar kolay mı ödül alabilmek..Film değişik, güzel...Gidin, bir de siz görün..İyi seyirler şim- diden..

10 Şubat 2009 Salı

Gece 22.27

Hep derim ya, mutluluk anlıktır diye....İşte yine öyle bir durum...Umutsuz yaşı yorken birgün, aniden güzel birşey oluveriyor, kanatlanıp göklere çıkıyorsunuz.. Biraz önce, bana, tam da böyle birşey oldu...Kaybettiğim bir arkadaşımı, sevdi- ğim bir arkadaşımı, yeniden buldum..Nehir olup denizlere mi karışsam? Kuş olup, mavi göklere mi uçsam ? Yoksa, tatlı bir melodi olup, evrende mi dolaş- sam ? İşte böyle bir duygu bu...Sevinç...Güzel bir şey...Ama asıl güzel olan, sevgi nin kendisi bence...İnsanın içini kaplayan, bir güneş gibi ısıtan, yağmur gibi yı- kayan....Hayatın güzel olduğunu birden anımsatan...Kusurları kapatan, hataları affettiren, alabildiğine hoşgörü verebilen bir duygu sevgi...Umarım, her daim sevgi duyar herkes birbirine...İyi geceler...

DR.SAİP DENİZOĞLU

Bugün 13.00 de randevum vardı Saip beyle..Tam zamanında ordaydım..Geç kal- mak, en kızdığım kötü bir huydur..Hiç yapmam..Tam 1,5 saat benimle uğraştı.. Post dedi yaptığı işe..Eksik dişleri tamamladı..Bunun için, dişetinin içine , sanki boğaziçi köprüsünün ayakları gibi, ayak yaptı, tüp benzeri bir şeyden..incecik tüpler, kıl gibi..yerleştirdi, sağlamlaştırdı..bir maddeyle yapıştırdı, ışın tuttu... Yapılacak yeni dişler için, tutunma noktaları olacakmış bu yapılan, neyse..Daha çok iş varmış...Perşembe günü, üstteki dişler için gideceğim 14.30 da..İkibuçuk saat orada öööyle yatacağım...Tüm üst dişler, kenarlardan kesilip daraltılacak galiba.. Ki üstüne yeni dişler takılsın..Oynamayacak, sabit olacak...Olacak da bunlara Gönül nasıl katlanacak, bilemiyorum..Gerçi iğneyi yiyince hiçbir şey duymuyorsunuz ama..İşte ama'sı var..Şubat sonu bitireceğine söz verdi yakışıklı doktorum...Öyle ..?..demiyeceğim, vazgeçtim...Nasıl biri olduğunu anlayan an lar....Doğum günümden önce bitirebileceğini söyledi tüm işleri..Ümidim pek yok ama bekleyip göreceğim... Eve dönüşte, oralarda bir kavşak noktasında, feci bir trafik kazası olduğunu gördüm..Öyle ki, taksinin birine özel araba bir vurmuş; taksi, geniş kaldırıma çıkıp, bir dükkana dayanmış...Polis bekleniyordu...Arabaların hali berbattı.. Sabah erkenden alışveriş için çıktığımı da sayarsam, bugün hep sokaktaydım denebilir..O nedenle erken yatacağım..Sizlere iyi geceler..Yarın buluşmak umu duyla..

Sevsinler Sosyal Devleti

10 Ocak salı sabahı...Hergün olduğı gibi ilk işim Hıncal'ımı okumak...Bulgur mulgur..ne bu dedim böyle...Yazının sonuna geldiğimde, "Bu işte Hıncal..Bu ka- dar...Ellerine sağlık" demekten başka bir şey diyemedim...Çarpıldım çünkü.. Türkiye'nin acınası, zavallı, çaresiz durumunu, bir şamar gibi suratına vurmuş insanın..O anda ağlayasım geldi....Biliyordum zaten ama kendimle de ilgili ol- duğu için, daha bi etkiledi okuduklarım....Hıncal'ı okuyun bugün..Özetlemek olası değil çünkü..Acı gerçekler var ve biz hala narkoz altındayız... MR ımı inceleyen bir başka doktor ( ki ben de Azmi beye görünmeden, ameliya-ta asla karar veremem) bana derhal ameliyat gerek dedi...Maliyetın de 45.000 TL. olacağını söyledi... Sorarım size, normal bir aile, orta halli, maaşlarıyla geçinen, birikimi olmayan normal bir aile bu parayı nasıl verir? Aynı Hıncal'ın dediği gibi, veremeyeceği için de ömür boyu sancılar içinde kıvranmaya terk mi edilmelidir? Yalnız bu değil...Yakın bir tanıdığımın eşinin problemi olan bir başka durum daha var..3 ayda bir, midesinin boşaltılması gerekiyor..Bu işlemin maliyeti her seferinde 3.000 tl... Çalıştığı sürece SSK karşılamış..Ama yakın zamanda emekli olacağı için, bu parayı veremeyeceklerini düşünerek, kahroluyorlar.. Her 3 ayda bir 3.000 tl. nasıl verecekler..vermezlerse, mide boşaltılmazsa, ya- şanamaz ki... Her ateş, düştüğü yeri yakıyor dostlar....Başa gelmeden anlaşılmıyor....Bir devlet, bence, en önce, vatandaşının sağlık sorunlarını , tıkır tıkır işleyen in- sancıl bir düzene oturtmak zorunda... Bu yapılmadan, çamaşır makinesi, buzdolabı, giyecek-yiyecek dağıtmışsın , ne fayda? Faydadan öte, bu sadece alay etmek oluyor bence, zavallılara....Yapmayın beyler...Allahtan korkusu olan gerçek müslüman bir insan böyle yapmaz...Oy için bu kadarı da yapılmza... Ayıptır, ayıp...

8 Şubat 2009 Pazar

Fuser Tete

8 Şubat, 13.55....Dışarıda kuvvetli bir yağmur var..ve ben, Che Guevara şarkısını dinliyorum...Yıllar önce, biz de bir zamanlar gençken, ona nasıl da hayran oldu- ğumu anımsıyorum...Bilmem, belki birçok genç kızda da olmuştur bu duygu.. 68 kuşağının iyi bildiği bir şeydir bu..Che önderimiz gibiydi..Adamın hayatını incelemiştim bir zamanlar..Kişilikli, onurlu, vatansever-insansever bir devrimci. Asıl adı Teniete Ernesto Guevara..ama annesi ona tete dermiş..İsminde che yok. o ek, sonradan yapıştırılmış..Çünkü herkes ona cheee..diyormuş, hey gibi..Za- manla hey Guevara anlamında che.. olmuş..1928 de doğup 1967 de ölmüş bu özgür ruhlu adam...Yaşamı, onu, güçlü bir başkaldırı ve devrim sembolü haline getirmiş..Hayatın, insanlara neler hazırladığı, ilk başta belli olmuyor ki...İyi bir sosyal statüye sahip ailesinin, doktor olmak için çabalayan oğlu, üniversiteyi bitirdikten sonra, belki de, kanatlanan ruhunun uçmasıyla yollara düşer..Bi- sikletten bozma motosikletiyle gezer her yeri..Bu gezilerde işte, kitlelerin fakirliğini, baskıyı ve güçsüzlükleri yakından gözlemleme firsatı bulmuş, böy- lece de marksisizden etkilenmiş..Hayat yolu değişmiş..Kendisi, doktorluğu unutup asker sınıfına girişini, bir anısında, kabaca anlatayım, tıbbi aletler taşıdığı çantasını, silahlardan kaçarken düşürüp, almak için geri dönmediği anda anladığını anlatır...Neyse, gezilerde yaşadıkları, sonradan sinema filmine de dönüştürülmüş, Motosiklet Günlüğü adıyla..Anılarında, kahramanlıkların- dan hiç bahsetmez..Mütevazi bir insan..Granma'da 7 gün aç kalmış..Astımı da var..O halde sırtında mühimmat taşımış günlerce..İdealist bir ruh yani.. 1955 te tanışmış Fidel Castro ile..Meksika'da..Askeri eğitime başlamış..Hocası olan Albay Bayo'nun en gözde öğrencisi olmuş..Ardından 2 evlilik..İnsanlığın sorunları için çözümün, gelişmiş kapitalist ülkelerin, gelişmekte olan ülkeleri sömürmekten vazgeçmesidir demiş...hep bunun için uğraşmış...Bu bir ideal olarak kalacaktır bence her zaman...Dünyanın düzeni budur..Uğraşmak bo- şuna..Tüm çabalar boşuna...Öldürülürken, askerin sıktığı 10 kurşundan sonra, gelip-giden diğer askerler de kurşun sıkmış üstüne ..İntikam alırcasına..Ve cesedini, yakınlarda yapılmakta olan bir havaalanı inşaatındaki çukura gö- mülmüş..Sonradan, orayı tarihi alan ilan edip turist çekmeye çalışmış kapitalist düzen, inadına..Che'nin nefret ettiği kapitalist düzen..Ama şimdi tabii Küba' da mezarı..Santa Clara'da..Küba turistik eşya dükkanlarında satılan herşeydeki o fotoğrafı ise, Korda tatafından çekilmiş.. Küba devrimini destekleyen yazar Cristopher Hitchens, "Che'nin ikon statüsü- nün sağlamlaştırılmasının nedeni, başarısız olmasıdır. Öyküsü, yenilgi ve tec- rit içerir..Bu nedenle çekicidir..Yaşasaydı, Che miti ölmüş olacaktı." diyor.. Çok haklı bence..İnsan psikolojisi böyledir ya...Ama ne denirse densin, Che Guevara, her zaman şarkılara,şiirlere konu olmaya devam edecek..Müziğini zinlemeye devam...

7 Şubat 2009 Cumartesi

7 Şubat / Cumartesi

Saat 20.10....Evde, müzik dinliyorum..Nazan Öncel...Arasıra hoş geliyor o da.. Bugün, yine Aziz beyle dolaştık evleri...Tahta ve seramik örneklerine baktık... Henüz karar vermiş değiliz...Yani, bugünler, yorulma günleri...Karar verdikten sonra, başkasına atmış olacağım topu..Rahatlayacağım...Ancak şu anda işler gözümde o kadar büyümüş durumda ki, anlatılamaz...O nedenle, blog yazılarım aksamış bulunuyor arkadaşlar.. Birara telefonlaştığımız Macide'nin 3 günlük gezi önerisini bile, ne yazık ki olumsuz cevapladım...Bırakıp gidecek gibi değil durum...Ancak, bir gece "kumkapı" da reddedilecek öneri değildi doğrusu, ona gideceğim... Doğum günüm yaklaşıyor...Benim için önemli...Prag hayalim yine suya düştü... Onu mayıs ayına bıraktım...Zaten şu günlerde gitmek olasılık dahilinde bulun- madığı için, bir yandan da iyi oldu...Restorasyon bittikten sonra, gönül rahatlı- ğıyla gitmek, daha akıllıca olacak...Doğum günümü de, artık burda sevdiklerim- le geçireceğim....Çare yok... Hıncal'ım iyileşti... Yine taşlamaya başladı herkesi...Zevkle okuyoruz...Her sa- bah gözümü açar açmaz, bugün yine kimlere döşenmiş diye merakla açıyo- rum sayfasını...Aklına ve ellerine sağlık adamın... Salı günü de, artık yakışıklımın işi başlıyor...Yeditepe'deki Dr.Saip Denizoğlu' nun....Hiç tanımıyorum..Ama daha ilk anda güven duymuştum ona...İlk izle- nim doğru çıkar ya hep...Bakalım neler olacak...Çok meraktayım... Şimdi en önemli karar, eve ilk girişte, yerler siyah-beyaz diagonal döşenmiş karolar mı olsun, yoksa soft renklerde karo düzeni mi? Bir türlü karar veremi- yoruz arkadaşlar....Ne zormuş şu olsun demek...En iyisi düşünmeye biraz ara verip müziğe sığınmak...Dinlenmenin en kolay yolu bu herhalde...Herkese iyi akşamlar...

6 Şubat 2009 Cuma

AZİZ BEY

Şu anda, yazımın rengini mor seçişimin bir anlamı var elbette..Aziz Bey, mor seviyor çünkü...Şimdi kim bu adam diyeceksiniz..Anlatayım... Aralık başından beri oturabileceğimiz, bize uygun ev arayışımzın sonuçlanma- sından sonra, iş, bu evi restore edecek kişiyi bulmaktaydı...Ararken rastladığı- mız tüm yenilenmiş, hoşuma giden daireleri kim yaptı diye sorduğımda, hep onun adını duydum..Doğal olarak, merakım giderek arttı.. Ta bugüne kadar... Nihayet onu tanıma fırsatını bugün bulabildim...Kararlaştırılan saatten yarım saat önce gitmek zorunda kaldık...Bir o kadar da o bekletince, bekleme süresi bir saate çıktı...Sıkıldım...Eyvah dedim, bu adam şimdiden böyle bekletirse, bizim eve taşınmamız 2-3 ayı bulur...Nihayet bulunduğumuz yere geldiğinde, tahmin etmediğim tipte bir insanla karşılaştım..Temiz ve titiz görünüşlü, di- namik bir kişi olduğu, ilk izlenim oldu bende...Geç kalışına bir anlam veremedim...Hayret dedim..Konuşmalar ilerledikçe, kendine güvenen, işini iyi bilen bir insan olduğunu anladım...Ne yapabilir, ne yapamaz...Prensipleri nelerdir...Bunları anlattı..Bize uygundur fikri gelişti kafamda...Umarım , bundan sonraki adımda, neler istediğimizi anlatabiliriz ve o da bunları en iyi şekilde biçimlendirebilir... Tabii ki fiatta anlaşabilirsek...Zor olacağını sanmıyorum bunun...Pragmatik davranmak, iki taraf için de iyi olacak düşün- cesindeyim...Evimde, onun izlerini yaşamanın mutluluk verici olacağına ina- nıyorum....Aziz beyi seçişimden pişmanlık duymayı hiç istemiyorum...Umarım herşey gönlümüzce olur...Kolay gelsin Aziz Bey...

3 Şubat 2009 Salı

3.Şubat.2009/Salı

Verdi'nin bir aryasının, kemana uyarlanmış müziği eşliğinde başlıyorum bugün. Yani her an müzik oluyor yanımda....Aslında ne müzik, ne yazı..Hemen çıkıp birkaç iş hallletmem gerekiyor...Ama kafama takılanları da yazmadan rahat et- miyorum işte...Zaman değerli ne yazık ki....Akıp gidiyor....Boş geçirmemek ge- rek...Hoş, dolu da geçse, yine de geçmiş oluyor ya...Kafama takılan da, tam bu zaten... Gazetede bir fotoğraf, yanında da bir yazı gördüm bu sabah..Devrinin en gözde mankeni Verushka şimdi ne halde diye...Böyle fotoğrafları koyanlar, tabii ki haber peşinde koşup ilginç görüntü yakalamak isteyen ve bunda da başarılı olan muhabirler...Atlayan,zıplayan, kesin genç insanlar...Hiç akıllarına gelmiyor ki, birgün onlar da yaşlanacaklar....Herkes birzamanlar gençti....Birgün siz de yaşlanacaksınız be kardeşim...Öyleyse, bir zamanlar, gençliğini,güzelliğini ser- gileyip insanların hayranlığını yıllarca yaşamış ve mutlu olmuş bu insanı, şim- di böylesine üzmek niye...Yapmasınlar bunu...Bıraksınlar, biz onları böyle anımsayalım...Kendileri de öyle isterler, eminim ki...Zaman acımasız, zaman gaddar....Onlar için geçiyorsa, bizler için de geçiyor....Keşke öyle olmasaydı... En güzel, en beğenilen haliyle kalabilseydi herkes.....Düşünebiliyor musunuz, dünyadaki tüm insanların genç, güzel ve hayranlık uyandıran tipler olarak yollarda gezindiğini....Çok hoş olurdu doğrusu...Ama doğa kanunu böyle... Zaman.....Emici,yutucu bir kavram....Yok eden, tüketen bir canavar gibi... Gitti mi geri gelmeyen....Ne derler, gülme komşuna, o gelir başına.... Herkese , hep güzellikler dilerim....

1 Şubat 2009 Pazar

1.Şubat.2009 / Pazar

Sabah erkenden, 10 da, Aydınlı'da Gizli Bahçe'ye gittik, brunch'a...İstanbul'a
yakın ama uzak...Cennetten bir köşe...Huzurlu, ferah ve temiz bir hava..Sessiz..
Aslında böyle bir yerde yaşamak, insanı mutlu eder..Ancak, şehrin karmaşasına
alışmış biri için, sadece birkaç gün geçirilebilecek bir yer gibi geliyor bana..Yi-
ne de orada oturanlara özenmiyor değilim...İşi o tarafta olanların, radikal bir
karar alıp bölgeye yerleşmesi, iyi bir seçim olur herhalde...Yeni yapılar, binalar
çok güzel..Akıllı ev diyebileceğimiz cinsten evler yapılmış...Doğa, sizi sarıp sarmalıyor...Sanırım yaz gibi, kış da güzel geçer orada..Hele de kar yağınca..
Kendinizi bir Avrupa şehrinde hissedebilirsiniz...
Dönüşte, hayallere kapılmayıp gerçeklere bakalım dedik, yeni evimize uğradık...
Metreler elimizde,bazı yerleri ölçüp biçtik...Odalara karar verdik...Nereye ne
yapılacak, tespit ettik...En önemli ilk iş, prizlerin yerlerini düşünmekti...Şimdi
bir elektrikçiyle anlaşıp, duvarların içinden kordonları yürütmek gerekiyor..
Tecrübeyle sabit ki, sonradan insan, şuraya da neden bir priz daha koydurma-
dım diye pişman oluyor..Malum, herşey elektrikle hallediliyor...Çok detaylı dü-
şünmem gereken bir konu olduğunu sanıyorum bunun..Sonrasında, banyo ve mutfağın tamamen kırılıp yok edilmesi aşaması gelecek..İşte böyle, safha saf-
ha işler beni bekliyor...Kolay olmayacak, biliyorum...Ama çözümlenebilecek
şeyler tabii bunlar...Şimdilik bu kadar arkadaşlar..Görüşmek üzere..