30 Ocak 2010 Cumartesi
YETER Kİ GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN
Ocak ayının son cumartesi günü bugün...Ne çabuk geçiyor " zaman"....Sabah...Kalkar kalkmaz aklıma geliveren bu oldu....Kötü
bir gecenin ardından, yeni günden umutlu uyandım ve bir şarkı belirdi birden, sisler_puslar arasından...Hey gidi Cahit Sıtkı..Ne
güzel demiş diyeceğini................." Ne doğan güne hükmüm geçer, ne halden anlayan bulunur....Ahh, aklımdan ölümüm geçer.."
Devam edip gidiyor...Sonunda da şöyle diyor...."Ve gönül Tanrısına der ki : Pervam yok verdiğin elemden, her mihnet kabulüm...
Yeter ki gün eksilmesin penceremden....."...Bayılıyorum bu dizelere....Şair olup en güzel şiirleri yazmak isterdim doğrusu....İnsan
uzun uzun yazmadan, derdini anlatabilir böylece...Ben örneğin....Dün gece birinin kalbini kırdım... Hiç sevmediğim bir şey...
Kalp kırmak....Ama bazen oluyor işte..Kafanıza, gönlünüze uymayan bir şeye itiraz edebiliyorsunuz....O zaman, karşınızdaki
kişi çok üzülüyor....Sonradan empati yaparak düşününce onun da haklı olabileceğini farkediyorsunuz....Ve üzüntü başlıyor....
Öyle oldu bana da....Bu gibi durumlarda da çark etmek, karşınızdakinin gönlünü almak gerekiyor...İşte beni bozan da budur..
Çark etmek....Hocamız Prof.Dr.Süheyl Ünver derdi ki: " Doğru olun, olun ama bir selvi gibi doğru olun...Kuvvetli bir rüzgar esti mi, başınız, selvi gibi, azıcık eğilsin...." Anlamı açık...Kazık gibi olma, eğilmesini bil....Ben de öyle yaptım...Eğildim...Nedeni,
o kişiyi kaybetmemek...Seviyorsanız, kaybetmek istemezsiniz....Hayat bu..Oluyor işte olaylar...Şimdi şu sözü yazınca Hocam aklıma geldi...Bir 17 şubatta doğdu, bir 17 şubatta gitti....Bu ay onu anacağız ....Hayatımızı etkiledi, görüşlerimizi değiştirdi,
insanlığı öğretti....Büyük insandı o.....Tam bir sufi....Sonra onu anlatacağım bir gün..Bugünlük bu kadar...
27 Ocak 2010 Çarşamba
Bir yıldan fazla oldu sigarayı bırakalı....Ani bir korkuya kapılıp, içmekten vazgeçmiştim...İyi ettim etmesine de, bazen aklıma geli
veriyor doğrusu...Bi sigara yakıvermek....Olası değil...Asla girişimde bulunmam..ama aklımdan geçmesine de engel olamıyorum.
Bugün de, tam öyle günlerden biri işte....27 şubat doğumlu olmak mı beni böyle yapıyor?....Gel-git'ler yaşatıyor bana?...Burç mu
yapıyor bunu yani?....Bazen, sanki dünya başıma yıkılmış....En altta kalmışım...Bi daral geliyor ki, sormayın...Bazen de, sanki
tüm Babil'in asma bahçeleri benim...Ya da, Fogg ve Passepartout ile beraber dünyayı dolaşmaktayım....Olmadı, İskenderiye Kütüphanesine kendimi kapatmış, papirüsleri inceliyorum....Anlayacağınız, dünya benim....Zaten ben değil miyim, güzel bir film
izlemek için sinemaya gider gibi geldiğim şu dünyada, ömür denilen filmin oyuncusu olarak rolümü oynayan....Bu rolle Oscar
almayı isteyen....Tabii bu Oscar ödülü, "cennet" e kabuldür benim için bu bağlamda....Bilemem...Ödüller,çoğunlukla haketme-
yenlere gider çoğunlukla....Bu defa, yerini bulur belki....Neden bu saçma düşünceler dolmuş ki kafama?....Hayata küsmek, darılmak niye?....Kırmızı şapkalı küçük kız büyüdü de bir cadıya mı dönüştü?....Yoksa, ormanda kendini çok yalnız hissedip,
korkmadığını mı göstermeye çalışıyor gölgelere?....Eğer bu varsayımlar doğruysa, ona küsmek doğru mu?...Yardımı esirgemek
yanlış olmaz mı?....El uzatmak, yanındayım, korkma demek gerekmez mi?....Bu soruların cevabını bulmak, bilmek....evet, ça-
lışmalıyım...Ne zaman yıldım ki hayattan?....Ne zaman pes ettim ki?....Cevapları bulmalı, görevleri yerine getirmeli ve darda
kalana yardım etmenin zevkini bir kerre daha yaşamalıyım....Filmde oynuyorum ya....Bu rolü de başarmalı..Gerisi boş....
26 Ocak 2010 Salı
KÜRKÇÜ DÜKKANI
Evet, sonunda, tilkinin dönüp dolaşıp o dükkana gelmesi gibi ben de evime döndüm...Özlediğim evime....Bir türlü kaygısızca,
ayaklarımı uzatıp oturamadığım evime...Yine de mutluluk tabii...En güzeli de, insanın ülkesine dönmesi....Günlerdir, daha doğ-
rusu geldiğimden beri, Hıncal'ım yoktu....Bir türlü öğrenemedim nedenini...Ta ki bugüne kadar...Sabahki yoğun işlerimden fırsat
bulup gazeteleri okuyamamıştım..Akşam eve döner dönmez Sabah'ı açtım..Aaaa, Hıncal'ım yazmış..Ne sevinç bendeki...Meğer
İngiltere'deymiş...Tuh....İkimizin arasında bir yerde, örneğin Paris'te buluşabilirdik demek ki....Kaçırdık fırsatı...Ne zevk, Paris'i
Hıncal'la dolaşmak...Champs- Elysees 'den aşağı, Seine nehri boyunca yürüyüp Eiffel Kulesine gelmek ve kulenin tepesine çıkıp şehri seyretmek beraber...Demiyorum George Cooleney filan...Hıncal yaaa....Gözünüzde büyütmeyin....Olamaz mıydı yani?...
Haa Spartaküs?....Söyle....Çok değil, bizim Hıncal bu.....Birçoğunun sevmediği, ama benim bayıldığım....Neyse, geçelim...Bugün-
kü yazısında diyor ki, "Şöyle gezdim, böyle gezdim, neler gördüm neler....Ama ne zamanki uçağın tekerlekleri ülkemin toprağına
değdi..Asıl o zaman mutlu oldum..." Ona yerden göğe hak veriyorum..İçindeyken tu kaka ettiğimiz şu yerin değeri, yabancı
topraklarda dolaşırken anlaşılıyor....Adam haklı...Haklı da, gene de bende bir haymatlosluk var galiba...Oralarda da keyfim
yerinde oluyor doğrusu...Dönmek de pek aklıma gelmiyor...Ama ahh...Beni bekleyenler var....İşte o zaman kürkçü dükkanı
oluyor burası benim için.....
Bugün, sevgili Karamancı grubumuzun toplantısı vardı......Zarif arkadaşım Tülin 'le beraber, 13 ü biraz geçe Kulüpte olduk...
Birlikte öğle yemeği yedik...Bol bol sohbet edip güldük...Bizi biraraya getiren çocuklarımızdan konuştuk...8 kişi, hoş saatler
geçirdik..Dostluğun tadına vardık...Ezcümle, "mutlu olduk"...Gelecek toplantı için yer ve tarih belirledik...Önce Fransız Soka-
ğı'nı düşündüysek de, sonra bundan vazgeçip Bostancı'daki eski Doktorlar Klubünde karar kıldık.....Mart içinde yine buluşaca-
ğız yani...gelmeyenler duyar mı acaba burdan?.. Bir de şöyle bir istek oluştu hepimizde...Önümüzdeki sonbaharda, olmazsa
ilkbaharda, bir Mardin seyahati yapmak...Herhalde ilginç ve bir o kadar da zevkli bir gezi olacak..
Akşamüstü, eve dönerken, bindiğim taksinin şoförü, ne kadar da gevezeydi Yarabbi!...Devamlı konuşuyor ve sorular soruyor-
du....Kariyer yapmak şart mı? dedi bana...Bu konuyu, onunla ve de 2 dakika içinde konuşuvermek garibime gitti bir anda...
Ne diyeyim, şaşırdım...Niye sorduğunu anlamam da mümkün olmadı....Suskunluğu tercih ettim...Eveledim, geveledim....
Trafiğin tıkandığı yerde, tesadüfen Herend mağazası vardı...Dikkatimi oraya çevirdim...Budapeşte'deki Herend'i anımsadım
bir anda...Ufacık bir güvercin, 350 euroydu...Yemek takımlarının ne kadar olduğunu düşünemiyorum bile....Hey gidi dünya...
Neler barındırıyorsun üstünde?....Fakirliğin değil, zenginliğin eşit olduğu bir dünyada yaşamayı çok isterdim doğrusu....
Herend porselenlerinde yemek yemek için değil bu arzum....Van 100.yıl üniversitesi çocuklarına da sıcak birer çorba içirebilmek
için öğlenleri......İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşarmış dostlar...Ben de aynen öyleyim...Sağlıcakla kalın...
13 Ocak 2010 Çarşamba
MARCİPAN
Szentendre'de atladığım bir şey oldu..onu da anlatmak lazım..eksik kalmasın...girip sıcak espresso içtiğimiz dükkan ( veya pastane, herneyse) avrupada ünlü bir yer...ben yine Haşmet'in kulaklarını çınlattım zaten...Burası, badem ezmeleriyle ünlü bir
yer...Gelen, almadan gitmiyor...Pahalı tabii.....Yedik, çıktık...Küçücük tek bi şey , tanesi 1-2 euro, cinsine göre...feci yani....
fotoğrafları koyup çıkacağım..
12 Ocak 2010 Salı
SZENTENDRE
Günlerdir, alışveriş için çıkmalar hariç, etrafı gezmek amacıyla hiçbir yere gitmediğimi farkedince, bugün Szentendre'yi tekrar
görmek için harekete geçtim...İlk gidişim 2003 teydi malum....İkincisi bugüne kısmet oldu..Ama ne gün....Otobüs-tramvay-
tren çalışanları grevdeymiş....Tam olmasa da, grevi uyguladılar doğrusu..Yavaşlatılmış olarak..5 dakikada bir olan tramvay se-
ferleri, 15 dakikaya çıkmış...Durağımızda, köprünün üstünden geçip Buda'ya gidecek olan tramvayı beklerken üşüyeceğimizi
anladık ve tabanvaya kuvvet yürüdük...2 durak mesafede bir durak burası...Margit adası durağı...Buda'ya geçince, köprünün altına inip Hev'e yürüdük..Yani "özel tren" e..O da 20 dakikada bir kalkarken, yarım saate çıkarılmış süresi..Bindik..........
Tam 16 durak sonra Szentendre'deyiz....Olağanüstü güzel bir yer..Küçücük, şirin evler....Turistik dükkanlara çevrilmiş...Fotoğ
raflar çektim, göreceksiniz..Çok soğuk...İlk gittiğimde, yerler cam gibydi, kaya kaya yürümüştük..Bugün öyle değildi ama feci
bir soğuk vardı gene....Önce bir etterem'e girdik, yani restoran.....Sokakları gezdikten sonra dönerken de, çok ünlü bir pastaneye
girdik, oturduk..Nefis pastalar eşliğinde sıcak espresso içtik...Isındık..tekrar çıktık, trene kadar bayağı bir yol var..Dona dona..İstasyona yakın Kaiser'e girip, eve gerekli olan malzemeleri aldıktan sonra, kendimizi trene attık...Karanlık çökmüştü..
Margit adası durağında yine tramvay beklemeye başladık...Burası için görülmemiş derecede kalabalık vardı...Aynı bizim durak
lar kadar olmuştu....Tramvay çok gecikti..Geldiğinde ise içi zaten doluydu..Neredeyse binemeyecektik...İnsanları elimle içeri doğru itip sıkıştırp kendimi tramvaya bindirdim denebilir...Neyse ki 1 durak sonra inecektik...Eve geldim ama uzun bir süredir
ısınamıyorum...Şimdi fotolar....
8 Ocak 2010 Cuma
GECEKİ OLAY
8 ocak gününe henüz girmiştik..(Bilgisayarımın saatini değiştirmediğim için, olayı 02.29 diye yazdım ama 1 saat geri idi tabii...Gazetelerde nedense 00.50 olarak yazıyor..her neyse..) kızım ve ben, internetle uğraşırken, birden ani bir patlama....Karşı
mızda, Savunma Bakanlığı var..önünde korumalar filan...İlk anda deprem sanarak, çok şaşırdım..Çünkü burada deprem olmuyor...O değilse, ne olur... .Savunma Bakanlığına bomba koydular herhalde...Feci bir sesti...dipten gelen bir tepki oldu...Booommmmm diye..Dio, hemen kanape altına saklandı ve biz hemen giyinip sokağa çıktık..Polis,itfaiye ve gaz arabaları anında olay yerine geldiler...Ortalık anababa günüydü..Sokağın başını kapatmışlar..Uzaktan hiçbişey anlayamadık..Bi de gece...
Çektiğim fotoğraflar görünmedi...Ancak sabah olup internete girince, feci olayın ne olduğunu anlayabildik..Buraya koyduğum linke tıklarsanız, resimlerden durumu siz de anlayacaksınız..Yangının çıktığı binanın, resme göre sol tarafındaki 2.binadayız
biz o anda...Beyaz ve yüksek olan....Kaza, gaz konvektöründen çıkmış..Kombi değil...İlk andaki korkum da zaten, " Yangın gazdan çıktığına göre, ya yürür giderse her tarafa.." oldu..Tüm bina oturulmaz hale gelmiş...13 araba hurdaya dönmüş....Çevre
binaların da camları patlamış..Hayret ki bizim camlar kırılmadı...ve 1 kişi de ölmüş....Link şöyle....
http://index.hu/bulvar/2010/01/08/robbanas_budapest_belvarosaban/ ( en alttaki resmin üstüne tıklarsanız 12 fotoğraf daha
çıkıyor)
7 Ocak 2010 Perşembe


5 Ocak 2010 Salı
YALAN DÜNYA
Dünya yalan, evet ama..bunu ben demedim..Kırşehirli Neşet Ertaş demiş...Hem de ne güzel demiş.....Aklına, gönlüne, ruhuna sağlık onun....Arasıra dinlediğim türkülerinin içinde, en beğendiğim bu oldu...Geçtiğimiz pazar, yani 3 Ocak günü, Yaşamdan Dakika lar'da, özgün müzik yapan bir bayan söyledi bunu..Adını duyamadım ...Neşet hocanın olduğunu öğrenince, sonradan Youtube'a
girdim ( burda giriliyor ) ve buldum..Türkiye'de ise, ktunnel'e girip bulunabilir....Türküyü , sahibinden ayrı iki kişiden daha dinledim...Orhan Ölmez ve Orhan Hakalmaz'dan....En çok, sonuncusu güzel söylüyordu...Sözlerini yazayım arkadaşlar, bulun
sun..... Hep sen mi ağladın, hep sen mi yandın...Ben de gülemedim yalan dünyada....Sen beni gönlümce mutlu mu sandın....
Ömrümü boş yere çalan dünyada.../ Ah yalan dünyada, yalan dünyada...Yalandan yüzüme gülen dünyada../ Sen ağladın canım, ben ise yandım...Dünyayı gönlümce olacak sandım...Boşuna aldandım, boşuna kandım...Rengi gökyüzünde solan dünyada.../ Ah yalan dünyada, yalan dünyada...Yalandan yüzüme gülen dünyada... Aslında, açık konuşmak gerekirse, türkü
sevmiyorum...Ama işte, bazen öyle güzel bir müzik çıkıyor ki insanın karşısına, sevebiliyor....Bu da onlardan biri oldu...Kötü
bir huyum var..Bilmem sizde de öyle olur mu?...Sevdim mi bir şarkıyı, üstüste defalarca dinleme krizine kapılıyorum...Şimdi
de bunu yaşadığımı söyleyebilirim...Dinlemeye devam...İyi geceler hepinize....
4 Ocak 2010 Pazartesi
ÖZKÖK devri bitti....
Ertuğrul Özkök....Yıllardır, yazılarını zevkle, gıptayla okuduğum bir yazardı benim için...Kendi isteğiyle ayrıldı...Yorucu ve stres
dolu yaşamından bıkmıştı belli ki....Diğer ünlü ve varlıklı zenginler gibi.....Akıp giden hayatını bir yerde tutup yakalayıp, seyirci
değil oyuncu olmayı tercih etti...İyi de etti...İnsan, bir kere geliyor, bu "dünya" denilen değirmene....Bir dahası yok....Hayat, bitti
mi, bitiyor....Ve her geçen yıl, bu dünyanın tadını çıkarmaktan uzaklaştırıyor insanı..Bence geç bile kaldı ayrılmakta..Artık, Yemen'e mi gider, Tibet'e mi çıkar, yoksa Serdar'la birlikte NewYork'ta o bar senin, bu bar benim mi yapar?....Bilinmez....Ama
ne yaparsa yapsın, mutlu olacağı kesin................Bugün,Sabah'ta, Hasan Bülent Kahraman çok güzel bir yazı kaleme almış....
Onunla aynı düşüncedeyim ben de....Özkök'ün cv si değil sözkonusu olan..Onun, Türkiye tarihinde, belki Özal'la başlayıp bugünekadar sürüp gelen bir dönem içinde, 20 yıllık etkin bir yayın yönetmenliği geçmişi var...Ve Hürriyet'te,".. Özal döneminin
değişimcilik rüzgarını estirmiş" olan Özkök, 2000 lere gelindiğinde, neo_liberalizmin yakında bitebileceğini hesap etti mi etmedi mi bilinmez, son dönemde, magazin gazeteciliği üslubunu benimsemiş ve toplumun etik ve sosyolojik yapısının deforme olma
sına katkıda bulunmuştur....Benim düşüncem budur....İyidir, hoştur, yazdı mı güzel yazar, iyi idarecidir falan filan..ama, bir
sade vatandaş olarak düşüncem bu yöndedir.....Sade vatandaş olmanın " dayanılmaz hafifliği" içinde, bizlerin düşüncelerinin
ne önemi vardır, bilemiyorum...Yazdım işte....5000 dolarlık nefis şarapları Özkök'e afiyet olsun....
2 Ocak 2010 Cumartesi
OCTOBER UTCA
Bugün 2 ocak cumartesi...Her zamanki gibi gazetelerimi okuduktan sonra güne başladım..Hava soğuk...Öyle soğuk ki, eldivenli elleriniz donuyor...Ben, arzu ettiğim havaya kavuşmuşum, hiç dert değil soğuk...Çıktım dışarı...Ortalığın haline bir bakayım dedim...Ekmek ve kağıt havlu gerekiyordu...Aldım ve neredeyse uçarak geldim....Sevinçten değil tabii....Rüzgardan....Sabah'ta, bugünkü İstanbul havasını okumuştum, fırtına var diyordu.....Burası da öyleydi işte...Saat 15 te çıkmamız gerekiyordu..Kızımın eski komşusuna davetliydik...Jaszai Mari durağından villamos'a binip, bir durak sonraki Nyugati'ye gittik..Orda metroya binip
Aranianos'a ulaştık....Metroya inen merdivenlerin derinliği, korkunçtu..Çukur mu çukur...İn in bitmiyor....Çıkışı da aynı tabii..
1 dakika sürüyor desem, yalan olmaz..October Utca, güzel ve temiz bir sokak...Zaten burada her sokak, bir cadde....Evler, çok
eski...Avlulu evler...Bizi taa kapıda karşıladılar...Macar misafirperverliği, aynı bize benziyor...O kadar hazırlanmışlar ki, şaşırdım.
Anneanne, anne ve torun...Sonra 1 teyze, anneannenin kızkardeşi..Onun oğlu...Evin damadı..Bayağı kalabalıktı....Her yaptıkla
rından tattım....İyiydi...Bunların bir yufkaları var, incecik, parşömen gibi...sert...baklava yapmışlar...haşhaşlı..ama tatlı bi şey...
Yumurta salatası....Milföy böreği, ama erik reçeliyle....Falafel, musevilerin....İçpilav....Ve hindi eti...Asıl beğendiğim, punch oldu...Kırmızı şarabı sulandırıp içine karanfil ve portakal kabuğu koymuşlar...kocaman bir kase içinde...ılık veya sıcak içilirmiş..
Hoşuma gitti...İstanbul'a dönünce, arkadaşlarıma yapacağım ben de..."Boldog uj evet kivanok" diyerek birkaç kadeh içtik hepi
miz.............Akşam dönüş yolunda, Nyugati'de, villamosu bekle nekle..gelmiyor..olacak şey değil....otobüse gittik haliyle...iyi ki
de öyle yapmışız....Yol boyunca, alt tarafı 1 duraklık mesafede, 3 villamosun boş olarak raylarda beklediğini gördük..İneceğimiz durağa yakın bir yerde, gördük ki, villamos kaza yapmış..Ama belli ki, kabahatli o değil...Özel bir araba, villamosun önünde..
hurdaya dönmüş..duruyor...fotoğrafta görüldüğü gibi.....Kızım, yıllardır böyle birşeyi ilk defa gördüğünü söyledi....Arabanın
şoförü, rahat yabancıdır, macar değilidir dedi......Çünkü onlar, böyle bir kazaya sebep olacak şekilde asla davranmazlarmışş....
İşte böyle...Soğuktan kaçarak kendimizi eve attık bugün de...
1 Ocak 2010 Cuma
yeni bir yıl

Sanki ne var..Bütün günler aynı aslında...Bugüne, bu özel anlamı veren, insanlar...Yoksa, dünya, ayı ve güneşiyle birlikte, hep
aynı döngü içinde...Bizden haberi bile yok....Evren güzel, evren uyum içinde....Uyumsuzluk bizlerde...Şu güzel dünyada, sakin ve
huzurlu yaşamayı, kendimize yasak etmişiz....Sorunlar, problemler, çatışmalar..hep bizim eserimiz....Zarar, sadece kendimize de değil...Dünyaya aynı zamanda...Evet, ona da zarar veriyoruz..Bize sonsuz güzel nimetlerini sunan dünyayı, bi güzel kirletiyoruz.
Elbirliğiyle...Ama , takkeyi öne koyup düşünme ve toparlanma zamanı geldi...de geçiyor bile.....Şu girdiğimiz yıl bari, artık aklı
mızı başımıza getirip, güzelim dünyayı korumayı kabullenelim...İşte benim bu yıl için dileğim bu....Dünyayı korumaya almak...
Umarım yapabiliriz tüm insanlık olarak.... --------------Bu sabah alışverişe erken çıkamadık...Öğlen olmuştu..14 de dükkanlar kapanacaktı..2 gün, yine ekmeksiz ve susuz kalabilirdik..Koşturduk...Şu caddemizin boşluğuna bakın...Herkes evine çekilmiş, yollar bomboş.... Diğer resimler ise, İstanbul'da saat 01.00 iken burada 24.00 olan zamanda alındı...Zincirli köprüdeyiz...
Karşıda "Kale" olanca güzelliğiyle duruyor.....Heryer, herşey ışıklar içinde....Havai fişekler patlıyor ...Gökyüzü rengarenk...
Elimizde boa gibi ses çıkaran düdükler....Giden yılı uğurluyoruz....Gelen yıla seviniyoruz....Ve ıslanıyoruz, yılın ilk yağmuruyla...
Şampanyalar, şaraplar plastik bardaklarla içiliyor....Yağmur altında ve soğukta üşürken bu içilen şey, insanı ısıtıyor.....Ve işte
2010...Hoşgeldin.....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)